20 Nisan 2010 Salı

" Bir de şunu söyliyelim:

Erenlerin aralarında meşrep, daha doğrusu anlayış ve rûhî hâlet bakımından ayrılıklar, aykırılıklar vardır; hattâ bu ayrılık ve aykırılıklar, birbirlerini kınamaya bile varır. Tasavvufu, Vahdet anlayışını aynı sananlar, aldanırlar. Mevlânâ,
şerîattan zerre kadar ayrılmayan bir erendir; onun vahdet anlayışı, her şeyde Allâh’ın kudretini, hikmetini, sun’unu, lûtfunu… görmek, bu görüşe, aşk, cezbe ve sohbet yoluyla ulaşmak esaslarına dayanır. İbni Arabî Muhyiddin (636 H. 1340) ve onun yolunu tutanlar, onun fikirlerini yayan oğulluğu Sadreddin, bilgiye, hattâ ilerde olacak şeyleri bile kavramak, harflerden, sayılardan hükümler çıkarmak iddiâ­sını tazammun eden garib bilgilere, aklın alamayacağı, naklin kabûl edemiyeceği yorumlara önem vermişlerdir. Bu yüzden Ekberiyye mümessilleriyle Mevlânâ'nın arası, biraz da şeker - renktir. Meselâ ilk zamanlarda, rivâyete göre Sadreddin, Mevlânâ'yı pek tutmaz (Manâkıb'ul - Ârifin; Tahsin Yazıcı'nın tashih ve hâşiyeleriyle; T. T. K. mat. Ankara, c. I, 1959. s. 305 -306). Mevlânâ'nın da Sadreddin'e karşı pek teveccühü yoktur. (aynı, s. 417-418). Hattâ onu, kendi adamlarının gerçekliğine nispetle mukallid sayar (aynı, s. 471)- "Fîhi mâ-fîh" te de, bir sohbetinde, Sadreddin'in adamlarının inançlarını şiddetle kınar (Tercememiz; İst. Remzi K, 1959. s. 106- 107. Mevlânâ Celâleddin'e de bk. III. b. s. 232-236).

Hâsılı bu takrize hiçbir yönden inanmamıza imkân yoktur."

14. Baskı İnkilap Kitabevi – Mesnevî Tercemesi ve Şerhi I-II - sh. xxxvıı-xxxvııı sunuş bölümü

9 Nisan 2010 Cuma

Şapkalı (Harfler) Kelimeler

http://web.sakarya.edu.tr/~hermis/YAYINLAR/06hamza%20ermis%20arastirma%20notlari.doc

adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); alim (her şeyi bilici), âlim (bilgin); aşık (ayak bileğindeki kemik), âşık (vurgun, tutkun); hakim (hikmet sahibi), hâkim (yargıç); hali (pazar yerini), hâli (durumu, vaziyeti); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu).

Yazılışları bir, işlevleri ve okunuşları farklı olan Arapça bi-, Farsça bî- ön eklerini birbirinden ayırt etmek için okunuşu uzun olan Farsça bî- ön ekinde düzeltme işareti kullanılır: bîçare (çaresiz), bîtaraf (tarafsız), bîvefa (vefasız); bihakkın (hakkı ile), bizatihi (kendiliğinden), bilumum (bütün, hepsi).

UYARI: Katil (< katl = öldürme) kelimesiyle karışma ihtimali olduğu hâlde katil (ka:til = öldüren) kelimesinin düzeltme işareti konmadan yazılması yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlaşmada düzeltme işaretinin k'yi ince okutması endişesi etkili olmuştur. 2. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen a ve u sesleri üzerine düzeltme işareti konur: dergâh, gâvur, ordugâh, tezgâh, yadigâr; dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, kâr, mahkûm, mekân, mezkûr, sükûn, sükût; ahlâk, billûr, evlât, felâket, hilâl, ilâç, ilân, ilâve, iflâs, ihtilâl, istiklâl, kelâm, lâkin, lâle, lâzım, mahlâs, selâm, sülâle, telâş, üslûp. Batı kökenli kelimelerde de l ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için düzeltme işareti kullanılır: klâsik, lâhana, lâik, lâmba, Lâtin, melânkoli, plâk, plâj, plân, reklâm. UYARI: Lâik sözünde l ince okunur, a uzatılmaz. Ses yansımalı kelimelerde de l ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için düzeltme işareti kullanılır: lâpa lâpa, lâp lâp, lâkırdı, lâppadak. (? bir yazıda rastlanılıp alınmış, henüz kontrolü yapılmamış kelimeler) ad

-- A --

abidevî
acemkürdî
âcil?
âciz
âcizane
aç bîilaç
adem (yokluk), âdem (insan);
adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık);
alem (bayrak), âlem (dünya, evren);
alim (her şeyi bilici), âlim (bilgin);
aşık (ayak bileğindeki kemik), âşık (vurgun, tutkun);
ahlâk,
âmâ sf. (a:ma:) Gözleri göremeyen, kör.
âyet (A.) [ﺖیﺁ] 1.ayet. 2.işaret.

-- B --

Arapça bi-, Farsça bî- ön eklerini birbirinden ayırt etmek için

bîçare (çaresiz),
bîtaraf (tarafsız),
bîvefa (vefasız);
bihakkın (hakkı ile),
bizatihi (kendiliğinden),
bilumum (bütün, hepsi).
billûr,

-- C --

cefakâr,
cüretkâr


-- Ç --


-- D --

dâhi,
dergâh,
devâ?
dükkân,
dügâh?
dâhi is. (da:hi:) Deha sahibi, olağanüstü akıl ve zeka kuvveti olan, Olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan (kimse).

-- E --

evliyâ?
evlât,
Eyyâm-ı mahsûsa ?

-- F --


felâket,
fedakâr,
feryâd

-- G --

gâvur,
günahkâr

-- Ğ --

-- H --

hakim (hikmet sahibi), hâkim (yargıç);
hali (pazar yerini), hâli (durumu, vaziyeti);
hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz);
hikâye,
hilâl,
hücrenişîn dede ?
hilekâr,
hizmetkâr
hayâ?
halaskâr (kurtarıcı)

-- I --


-- İ --

ilâç,
ilân,
ilâve,
iflâs,
ihtilâl,
ihlâs (tasavvuf sözl. Eth.Ceb.)
istiklâl,
İlâhî (musiki) / İlah (Tanrı)
ihmalkâr, isyankâr, itaatkâr,
imkân
inkâr?

-- J --


-- K --

kâbus (1)
kâfir,
kâğıt,
kâr,
kâinat
Kâfi
kelâm,
klâsik,
Kur'ân-ı Kerîm?
külâh?
kanaatkâr,
Kâlû-belâ
Kerbelâ


-- L --

lâkin,
lâle,
lâzım,
lâhana,
lâik,
lâmba,
Lâtin,
lâpa lâpa,
lâp lâp,
lâkırdı,
lâppadak.
lütufkâr,

-- M --

mahkûm,
mahlûk
mahlûkat
mekân,
meselâ
mezkûr,
mahlâs,
melânkoli,
Mevlâna
mesnevî (Her koşası ayrı uyaklı bir divan koşuk biçimi.- BSTS / Yazın Terimleri Sözlüğü 1974)
Mesnevî-i Şerîf
mevlevî
muhafazakâr,
müsamahakâr
milât
mülakât?

-- N --

niyâz (F.) [ زﺎﻴﻥ ] 1.yalvarma. 2.dua.

-- O --

ordugâh,

Ö,


-- P --

plâk,
plâj,
plân,
pîr (3) (F.) [ ﺮﻴﭘ ] 1.yaşlı. 2.tarikat kurucusu.

-- R --

reklâm.
rebâb
riyakâr,
riayetkâr,
rükû

-- S --

sükûn,
sükût;
selâm,
sülâle,
semâ
semâhane
segâh (1)
sahtekâr,
sanatkâr,
sitemkâr,

-- Ş --

şura (şu yer), şûra (danışma kurulu).

-- T --

tahrikkâr (kışkırtıcı),
tahripkâr,
tevâzu (3) (A.) [ ﻊﺽاﻮﺕ ] alçakgönüllülük.
tezgâh,
telâfi?
telâş,
tennûre
tehditkâr,
topyekûn (1)
tövbekâr (tevbekâr)


-- U --

usûl (2) - 1) asıllar, kökler (karş. fürû'). 2) süreç (Prozess, Verfahren, procédure).

-- Ü --

üslûp.

-- V --

vefakâr

-- Y --

yadigâr;
yegâh (1)
yegâne

-- Z --

zâlim (4)
ziyankâr

(1) TDK imla kılavuzu
(2) BSTS / Medeni Hukuk Terimleri Sözlüğü
(3) Tasavvuf sözlüğü - Ethem Cebeci
(4) Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

8 Nisan 2010 Perşembe

Mesnevî Şerif'ten

Bir kocakarı çirkin suratındaki kılları yolar,
yüzünü boyar,kızıllaştırırdı ama bir türlü
olamazdı


Doksan yaşında bir kocakarı vardı. Yüzü bumburuşuktu, rengi safran gibi sarıydı.
Yanağı, sofra altısının baş tarafları gibi kat kattı. Fakat erkek aşkından vazgeçmemişti.
Dişleri dökülmüş, saçları süt gibi ağarmıştı.
Boyu yay gibi bükülmüş, her duygusu değişmişti.
1225. Böyle olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu.
Vakitsiz öten bir horoza, yolsuz, yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş boş bir tencereydi sanki.
Meydana âşıktı, fakat ne atı vardı, ne ayağı. Düdük çalmaya sevdalıydı, fakat ne dudağı vardı ne zurnası!
İhtiyarlıkta Allahm, kâfire bile hırs vermesin. Bu hırsı Allah kime verdiyse ne kötüdür o kul!
Köpek kocaldı, dişleri döküldü mü adamlara salamaz, ancak pisliğe, gübreye salar.
1230. Öyle olduğu halde şu altmış yaşındaki köpeklere bak ki her an köpek dişleri biraz daha keskinleşmede.
İhtiyar köpeğin, derisinden tüyler dökülür; fakat şu ipekler giymiş kart köpeklere bak bir kere de!
Bu köpeklerin aşkı da alt yanlarıyla paraya, hırsları da. Kocaldıkça da bu aşkları artıyor, hele bak şu köpek soylarına!
Böyle ömür cehennem sermayesi. Gazap kasaplarına salhane.
Ömrün uzun olsun dediler mi hoşlanır, güler de ağzı açık kalır.
1235. Böyle bir bedduayı dua sanır. Gözünü açmaz, kafasını bir türlü kaldırmaz.
Kıl ucu kadar ahret ahvalini görseydi, böyle diyene “Senin ömrün uzun olsun” derdi.

Bir yoksulun Geylân’lı birisine “Allah seni
selâmetle evine barkına kavuştursun” diye
dua etmesi


Ekmeğe tapan, bir erkek bir yoksul, bir zembilli dilenci, bir gün Geylân’lı zengin birisinden
Ekmek alınca dedi ki: Yarabbi sen bu kulunu hoşlukla, selâmetle evine barkına kavuştur.
Geylân’lı kızıp a çirkin herif dedi, eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa oraya Allah, seni kavuştursun!
1240. Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hale getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kaderini düşürürler.
Çünkü söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanı adamın boyuna göre biçer.

Mademki meclisteki dinleyenler aşağılık kişiler, aşağılık söz söylemeden başka çare yok.
Bu sözü rehine koy da yine o kocakarının hikâyesine başla.
Bir insan kocaldı da bu yolda er olmadı mı adını kocakarı takıver!
1245. Ne sermayesi var, ne değeri, ne de bir sermaye kabul edecek kabiliyeti.
Ne hoş ve güzel bir şey verir, ne alır. Ne manâsı var ne anlama liyakati.
Ne dili var ne kulağı, ne aklı var; ne gözü. Ne kendinde, ne kendinden geçmiş, ne de düşünceye sahip.
Ne niyazı var, ne nazlanacak güzelliği. Soğan gibi kat kat ve her katıda kokmuş!
Ne bir yol varmış, ne yola gidecek ayağı kalmış. O kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve feryadı.

Bir yoksul,evin birinden ne istediyse “yok”
cevabını aldı.


1250. Evin birine bir yoksul geldi. Kuru ekmek, yahut taze nane istedi.
Ev sahibi, burada ekmek ne arar? Burası ekmekçi dükkânı mı, aptal mısın sen dedi.
Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
1255. Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi.
Yoksul içeri girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya niyetlendi.
Ev sahibi; hey çirkin herif ne yapıyorsun, deyince dedi ki: Böyle yıkık yere bâri aptes bozayım da ferahlayayım.
Burada yaşamanın madem ki imkânı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
Padişah kolunda beslenmedin, avlanmayı bellemedin; zaten doğan değilsin ki av tutasın.


1260. Tavus kuşu da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri neşelendiresin.
Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini dinlesinler.
Bülbül değilsin, âşıkçasına ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lâle bahçelerinde güzel güzel çileyesin.
Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
Ne iştesin sen? Seni ne diye satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler?
1265. Bu değer bilmezlerin dükkânından vazgeç, yücel “Allah satın alır” ihsanının dükkânına gel!
Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi alır.
Onun yanında hiçbir kalp red edilmez; çünkü alış verişten kâr beklemez ki.

Kocakarının hikâyesi

O bunak sokağa bir gelin gibi çıkmak istedi; o azgın karı, kaşlarını yoldu.
Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.

1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı.
Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
1275. Fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu.
Bir hayli çalıştı, çabaladı. Nihayet şeytana yüzlerce lânet dedi.
Bu sözü der demez İblis göründü de dedi ki: A kademsiz kadit olmuş, kurumuş, kokmuş kahpe!
Ben bütün ömrümde bunu düşünmediğim gibi senden başka da bu işi yapan kahpe görmedim.
Kötülükte acayip bir tohum ektin, âlemde musaf bırakmadın.
1280. Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni!
Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
1285. O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.
Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!

6. Cild

3 Nisan 2010 Cumartesi

Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü

yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü
dayanır mı şişedir bu reh-i seng -sare düştü

o zaman ki bezm-i canda bölüşüldü kale-i kam
bize hisse-i mahabbet dil-i pare pare düştü

gehi zir-i serde desti geh ayağı koltuğunda
düşe kalka haste-i gam der-i lutf-ı yare düştü

erişip behara bülbül yenilendi sohbet-i gül
yine nevbet-i tahamül dil-i bi karare düştü

meh-i burc-ı arızında gönül oldu hale mail
bana kendi taliimden bu siyeh sitare düştü

süzülüp o çeşm-i ahu dedi zevk-i vasla ya hu
bu değildi neyleyim bu yolum intizare düştü

reh-i mevlevide galib bu sıfatla kaldı hayran
kimi terk-i nam u şane kimi i'tibare düştü

aynı zamanda dede efendi'nin bestelediği tek şeyh galib şiiridir. mahur makamında ve yürük semai usulündedir. dede'nin bestesi şiirin ruhunu harika yansıtır, ki zaten dede'nin büyüklüğü, sözlü her eserinde saz ile söz arasında bu tarz mükemmel bir birliktelik kurmasındadır.

divan şiirine yepyeni ufuklar armağan eden şeyh galib bu dünyadan ayrıldığı vakit (1799), dede efendi klasik osmanlı müziği'nde yeni doruklar keşfetmek üzere çıkmıştır yola. denir ki, şeyh galib'in şiirine saygısızlık etmemek için bu yürük semai'den başka galib şiiri bestelememiştir dede. kendisinden sonra gelen istisnasız her musıkişinasın içinde ukteler bırakmıştır bu kararıyla.

bu iki ustanın bir araya geldiği tek eser olması sebebiyle bir pırlantadır, bir hazinedir bu yürük semai.
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=yine%20zevrak-%C4%B1%20derunum%20k%C4%B1r%C4%B1l%C4%B1p%20kenare%20d%C3%BC%C5%9Ft%C3%BC

21 Şubat 2010 Pazar

Dini Hakikatte Virtüel Sezgi / Dinde Kategorik ve Şartlı Emir Ayrılışı

Düzeltilmedi

11. Dini Hakikatte Virtüel Sezgi
Ahlak bahsinde dokunduğumuz gibi aktüel sezgi insanüstü mutlak varlığı kavrayamaz. O ya özneye çevrilir ve yalnız hali, bu¬na bağlı olan yakın geçmişi kavrar, gerçeğin bilgisi olur; yahut nes¬neye, geleceğe çevrilir, sezgi olmaktan da çıkarak geleceğin, idealin tasavvuru olur. Fakat bu sezgi ile bu tasavvuru aynı fiilde birleştir¬meyiz. Bunun için, şuur halleri üstünde değişmeyeni, zaman içinde lahzayı, hareket içinde sükûnu kavrayacak bir başka yetiye (fa-culte), yaşanmış tecrübe ile kavranan, gerçekle ideali birleştiren virtüel sezgiye ihtiyaç vardır. Virtüel sezgi yaşanmış ve yaşanacak gerçek ve mümkün hallerin aynı lahzada, aynı şuur fiilinde kav¬ranması demektir. Bu acaba mümkün müdür? Psikolojik tecrübe buna "hayır" diye cevap verir. Çünkü biz yalnız şuur süresi içinde yaşıyoruz ve yalnız orada tecrübe yapabiliriz. Fakat biz "hal"de değişen şuur sürecini değil, değişmeyen varlığı da yaşayabiliriz. Bu tecrübe şuur içinde bir varlık tecrübesidir. Artık burada şuur fiili kendi kendisini özne olarak değil, varlık olarak kavramaktadır. Bedenimize bağlı kalitatif şuur değişmeleri, idrakler, heyecanlar, haz ve elemler, arzular, hatıralardan ibaret olan hayatımızdan bu¬rada kurtulduğumuzu hissederiz. Bu bütün değişmelere rağmen, yine kendisi olarak kalan bir devam fiili, bu şuurun asıl kendisidir.

Buradii İR atomcu psikolojinin umurlar terkibi Katinde ınladığı
şuuru, ne nesneye çevrilmiş "kasıtlı fiiller" huzmesi halindeki sun ru, ne dış âlemin bütün izlemlerinden (duyular, fikirlerden) sıyrıl¬dığı zaman boş bir kalıp (tabula rasa) halinde kalan şuuru, ne de kalitatif değişmeler içinde sürüp giden bir akış halindeki şuuru gö¬rüyoruz. Onların hepsi bu şuurun asıl kendisine nazaran, birer va¬sıftan veya fonksiyondan ibarettirler. Bu nihayet Descartes'ın "dü¬şünüyorum'^ da değildir. Çünkü "düşünüyorum" fiiliyle ifade edilen düşünce dahâ~ önce ortaçağ filozofları, bilhassa İbn Sina ta¬rafından ifade edilmiş olan "cevheri şuur" görüşüne bağlıdır. Cev¬heri şuur ise kendi başına mevcut olmalıdır. Varlığı için başka hiç¬bir şeye muhtaç olmamalıdır. Nitekim İbn Sina onu ispat için "uçan insan" delilini ileri sürmekte idi.42 Descartes'a göre de dü¬şünce, var olmak için başka bir şeye muhtaç değildir ve kendi ken¬disiyle kaimdir:43 O suretle ki, o, Husserl'in gösterdiği gibi mutla¬ka "bir şeyin şuuru" olmaya mecbur değildir. Çünkü yalnızca ken¬di kendisinin şuuru da olabilir. Fakat Descartes'ın "düşünüyo-rum"u gerçek midir? Hiçbir şeye muhtaç olmayan, hiçbir nesneye çevrilmemiş şuur var mıdır? Şuurun bizzat kendi kendisini kavra¬ması için yaptığı hamlede şuur daima bir başka şekilde fiilini kav¬ramaktan ileri gidebilir mi, yani kendi kendisinin nesnesi olabilir mi? Bugünkü felsefe Descartes'la Husserl ve Bergson arasında me¬kik dokumaktadır. Fakat birincisinin tezinden de şuur asla ulaşıla¬mayan bir ideal, bir limit olarak kaldıkça, Spinoza'nın tabiri ile düşüncenin düşüncesinin düşüncesi vs. totolojisine ulaştıkça, şuu¬run hareket noktası olarak ileri sürülemez. Fakat ikincisinin tezi bütün "şuur fiilleri"nin kendisinden çıktığı bir ilk ego'yu zımnen kabule mecbur oldukça, kasıtlı fiiller huzmesi ile asıl şuuru bir say¬makta haklı olmayacaktır. Nitekim aynı şeyi başka bir açıdan Bergson için de söyleyebiliriz. Demek ki, şuurun türlü türlü tarif¬leri içinde değişmeyen, hepsinin varlık sebebi olan daha derin bir tarife ihtiyaç var: Şuur, psikolojik yaşanmış hallerin değişmeleri üstündeki sürekliliktir. Başka deyişle değişmeler içindeki devamdır. Ve her lahzada değişmelere rağmen, devamın varlığını sezebiliriz. Bu Bergson'un anlatjtığı aktüel sezgiden farklı bir sezgi olacaktır.
Burada şuurun kalitatif değişmeler içindeki akışını değil (çünkü bu suretle yalnız değişmeleri kavrayabiliriz), bütün bu değişmeler içindeki değişmeyeni, bu hareketli oluş içindeki varlığı kavrayaca¬ğız. Artık sükûn, devam veya form, zihin yollarından geçerek ulaş¬tığımız soyut bir kavram değil, sezgiyle doğrudan doğruya elde et¬tiğimiz bir veri olacaktır. Sükûnla hareketin, kavramla sezginin, düşünce ile yaşanmış tecrübenin karşı karşıya geldiği gibi zıt olma¬yacak, tam tersine, hareket içindeki sükûn yahut değişme içindeki devam doğrudan doğruya sezginin verisi olarak kavranacaktır. Şu farkla ki, bu sezgi zıtların birleştiği paradoksal bir gerçeğe, varlı¬ğın özüne çevrilmektedir. Varlığın bir manzarası olan sükûnu kav¬ramlarla, hendesî figürlerle ifade edecek yahut başka bir manzara¬sı olan ruhi hareketi bir iç tecrübenin verisi olarak alacak yerde, henüz kendisinde iç ve dış, nesne ve özne ayrılmamış olan şuurun aslında onu değişmeler içindeki değişmezliği ile, virtüel sezginin doğrudan doğruya verisi olarak alacaktır.
İşte sanatkârın, ahlakçının, din adamının aşkın varlığa ait tec¬rübesinde hareket noktası vazifesini gören bu virtüel sezgidir. Sa¬natkâr vakıa kalitatif şuur hallerini ifade eder, fakat sanatı, günde¬lik hayattan ve psikolojik tecrübeden ayıran bu şuur halleri içinde devamı sabitliği bulmasından, sanatkâra mahsus olan virtüel sez giden ileri gelir. Ahlakçı ve din adamında bu sezgi daha derinleşir. Onlar "izafi" ile "mutlak"ın, sonlu ile sonsuzun hududu üzerinde bulunurlar. Şuurun bu paradoksal mahiyeti, ahlakçı ve din adamı¬na mutlak varlığın hududunda, ona doğru insanın yapabileceği hamlelerin en büyüğünü, gerçekle ideali birleştirme hamlesini yap ma imkânı verir.
Bununla beraber din adamının mutlak önündeki virtüel sezgisi hayat boyunca istenildiği kadar uzatılamaz. O, şuurun nesne ve özneye bölünmemiş fiili, şuurun zıt ve tamamlayıcı vasıfları ol.m paradoksal fiili ile mutlak varlığın "irrasyonel"i arasındaki natlıt 1^ uyuşmada meydana çıkabilir. Gündelik hayat, şuuru kendi akıcın.ı sürükler. Dikkat her zamanki gibi eşyaya çevrilir. Hal her zam.m ki gibi gelecekten, özne nesneden ayrılır. O zaman iki insan rekı.ıı uyuşmamak üzere ayrı kalırlar: Bir yanda sübjektiflik içinde tııııi
lak'a doğru atılmanın, mistik korku ve kaygının derin tecrübesini yapan varoluşçu, öte yanda dini idealin evrensel kavramlarını ve¬ren idealist. Biri sübjektif, öteki objektif din felsefesinin bu iki tem¬silcisi birbirine dirsek çevirmiş olarak dururlar. Onların metot ve dünya görüşü bakımından barışmazlıkları, konularının ortak ol¬masına mani değildir. İkisi de aynı şeyi, mutlak varlığı istemekte¬dirler. İkisi de aynı şeyden, izafiden ve tabiat bilgisinden kaçmak¬tadırlar. Bunun için onlarda kavramcılıkla sezgicilik, birbirine bu kadar zıt olan iki görüş, sırf "mutlak"a ait asli (orijinal) görüşten, virtüel sezgiden hareket ettikleri ve yolları sonradan ayrıldığı için aynı hedefte tekrar birleşirler. Kutsallık tecrübesi bir müphem çift, hatta çok değerlilik tecrübesidir: Orada insan başka sahaların ayırmış olduğu zıt değer hükümlerinin aynı hüküm içinde birleş¬tiklerini bulur: Allah hem cazip hem tehdit edicidir, hem güzel hem korkunçtur, hem affedici hem kahredicidir. Bütün bu zıtların bir¬leştiği yer ancak sonsuz varlık olabilir. Onu Platon'dan beri birçok filozoflar görmüşlerdi: Plotinus, Nicolas de Cusa, Giordano Bru-no, nihayet Schelling, zamanımızda da Kierkegaard. Bu yüzden bütün bu filozoflar mutlak varlık sahası olan dinde henüz değerle¬rin ayrılmamış olduğunu söylerler. Kierkegaard'a göre din sahası paradoks sahasıdır. O akıldan mutlak olarak ayrıdır. Ona akılla hiçbir suretle nüfuz edilemez. İman, ahlaki değerleri yalanlar. O iyi ve kötünün üstünde kabul edilir. İsa, Tevrafm mutlak değerleri ye¬rine, sevgiye dayanan yeni kanunu koyuyordu.
Fakat burada akıl ve iman sahaları arasındaki kesin ayrılık me¬selesi kendisini zorla meydana koymaktadır. Acaba bu paradoksal varlık sezgisi kafamızı altüst etmez mi? Bunun önünde gündelik hayatın icaplarından başlayarak basit teknik düşünceye, tabiat ilimleri ve ideal ilimlerin (matematik ve formel mantığın) kanunla¬rına kadar, bütün bildiklerimiz sarsılmayacak mıdır? Böyle bir du¬rumda ya paradoksal varlığın bize hükmederek bütün akla daya¬nan bilgimizin temelinden sarsılmasına; yahut bu ikinciler daha sağlam ve tesirli iseler, paradoksal ve akıldışı varlığa karşı kulak¬larımızı ve gözlerimizi tıkamaya varmayacak mıyız? Nitekim çok defa ılımlı ılın ,ıı.ısındaki çatışına bu buhranı doğurmuştur.'1'' l'-u
yalnız pozitivizmin çok yaygın olduğu son asra ait bir hadise de¬ğildir. Bunun köklerini ilkçağa, sofistlerin tabiat fizikçileri karşı¬sındaki davranışına, Epikurosçuluğun Stoacılara karşı tavrına, ta¬biat filozoflarının İslam'da kelamcılar ve meşşaîlere karşı aldıkla¬rı vaziyete kadar götürebiliriz. Fakat bilhassa Aydınlanma felsefe¬si devrinde maddecilerle ruhçular arasında başlayan kavga, zama¬nımızda mektep sıralarına kadar sokulmuş, bilhassa Tanzimat'tan sonra Osmanlı eğitim sistemindeki ikilik önce mekteple medrese arasında, daha sonra bizzat mektebin içerisinde bu buhranı derin¬leştirmiştir. Tesir yalnız mektepten değil, sokaktan, gazeteden, üs¬tün medeniyetin ezici kuvvetinden, başarı ve zaferden geliyorsa, bıı kavgada hangi safın ilerleyeceği, hangisinin gerileyeceği kolayca anlaşılır. Mektep sıralarında fizik ve "ulûm-u diniye" dersleri bu çatışmanın kaynağı oluyordu. Fakat az sonra bütün tabiat ilimle¬riyle din dersleri, nihayet programların, genişlemesiyle tabiat ilim¬lerini tamamlayan felsefe dersleriyle onun karşısında "din dersle¬ri" daima biraz daha ikincisinin aleyhine olmak üzere, kavganın iki mihveri haline geldi. Acaba bu mütemadi gerileme nedendi? Bunun sebebi yalnız Batı'dan gelen yeni bilgilerin başarı ve zafer bilgileri sayılmasından değil, aynı zamanda din derslerinin öğretim tarzının zayıflığından ileri geliyordu. Din dersleri dini nesnenin "akılüstü" mahiyetine, dini duygunun ve tecrübenin orijinal değe¬rine asla dokunmayan, eski dogmatik metafiziğin imkânsız man tık oyunları içerisinde bocalıyordu. Bu mantık oyunları tabiat ve matematik ilimlerinin müspet metotları önünde zihinlere hükmet mekten çok uzaktı. Hele içtimai ilimlerin tenkitçi metodu ve felse¬fenin pozitivist bir açıdan tefsiri işe karışınca, din derslerinin başa rısızlığı büsbütün katileşiyordu. Eğer bizde din ve ilim çatışması nın başladığı devirde Batı düşüncesi Aydınlanma düşünürlerinin dar görüşünü aktaracak yerde, Kant'ın geniş tenkitçiliğini, alıl.il ve din felsefesini getirmiş olsaydı, tabiat ilimleri terbiyesiyle- eh M terbiyesi arasında ahenk bir dereceye kadar temin edilebilirdi. Pl kat ne üniversitelerimize, ne liselerimize bu geniş Garp duşun, ı I giremedi veya girmekte son derece gecikti. Bu müddet zarfında kültürü sarsılmış, Garp'ın teknik üstünlüğü önünde ae /ini liri f,ım

daha çok hissetmeye başlamış bütün Şarklı memleketlerde olduğu gibi pozitivizm hayranlığı ve din aleyhtarlığı istila şeklini kolaylık¬la aldı.
Halbuki Şark'ta altı yüzyıl önce dogmatik metafiziğin elinden dini kurtarmak ve ilimle din arasında ahenk bulmak için mühim bir hamle olmuştu. Başında Gazalî bulunan bu hamle bir müddet fikir dünyasında devam etmekle beraber, medrese ve tekke ikiliği¬ni ortadan kaldıracak kadar hayata nüfuz edemedi. Gazalî iç gözü ile dış gözünü ayırıyordu. İç gözü veya "kalp gözü" dünya ilimle¬rinin açıklayamayacağı derin mutlak hakikate açılmıştır. Onunla dini ve imanı kurarız. Dış gözü ise tabiat ilimlerinin gözüdür. Onunla dünyayı ve aklı kurarız. Biri içe, öteki dışa çevrilen bu iki göz arasında kesin bir saha ayrılığı olduğu için, hiçbir tezat yok¬tur. Gazalî böylece her türlü kafa buhranını önleyen bir çığır aça¬bilirdi. Fakat acaba insanda biri ilme, öteki dine çevrilmiş, birbi¬rinden bu kadar ayrı iki şahsiyet yan yana yaşayabilir mi? Labo-ratuvarda ilim zihniyeti ile, camide iman zihniyeti ile hareket eden ve hayatın bu iki safhası arasında hiçbir çatışmaya meydan verme¬yen iki şahsiyetli insan, gerçekte "bütün insan" mıdır? Burası şüp¬helidir. Tabiat bilgilerini yapan akılcı şahsiyet, acaba her an dinda¬rın imancı şahsiyetini soruları ile rahatsız etmeyecek midir? Labo-ratuvara giren camii, camie giren laboratuvarı derhal unutacak mıdır? Buna imkân görünmüyor, insan bir bütündür. Normal hal¬de iki şahsiyete katlanamaz. Aralarında önce kavga çıkacak, ya bi¬ri, ya öteki lehine kavga sona erecektir. Garp'ta da Gazalî'nin yo¬lunu deneyenler oldu. Pascal 17. yüzyılda Descartes'ın müfrit akıl¬cılığına karşı, bir nevi akıl-iman ikiliğini ileri sürüyordu. Matema¬tikçi görüşün karşısına koyduğu "kalp mantığı" ona hakikatin öteki yüzünü, sonsuza, derine götüren yüzünü veriyordu. Fakat fii¬len muzaffer olan Descartes'tı. PascaPın düşüncesindeki derinliğe rağmen, ortasından bölünmüş iki şahsiyet hayatı idare edemedi.
Kant, Saf Aklın Tenkidi ile Pratik Aklın Tenkidi'ndt iki ayrı gö¬rüş teklif etmesine rağmen, felsefesinin derinliğinde onları tekrar birleştirme /.ııliretini hissetti. Bununla beraber Iskoçya filozofları diye ı.UMU.ııı ' ■..ıi'dııyu" ftlo»»ll.ııı (Hamilton, Hııgalıl Stevvart vs.)
yeniden imancı felsefeyi (fideisme) canlandırdılar. < >ıılara ^oıt- il il yalnız sınırlı olan şeyler hakkında hüküm verir, fakar ıın.ın sum . ve sonsuz olanı kavrar. Bu basit ayırış Gazalî'den beri halledildin yen probleme yeni bir cevap getiremedi; güçlük devam ediyordu
O halde akıl ve iman arasındaki kesin ayırış yerine, şahsiyet bil tünlüğünü bozmayan başka bir hal bulmalı idi. Bu ise ilkçağda Plotinus'la başlayan bütüncü görüşe kadar çıkabileceğimiz bir akil ve iman birliği fikrine dayanabilir. Sokrates, "Bütün bildiğim İm, bir şey bilmediğimdir," diyordu. Bu birinci hükmü, onun dogm.ı tik tabiat filozoflarına cevabı idi: "Mutlak hakkında hiçbir şey bil miyorum, çünkü mutlak benim bilme güçlerimi aşar," demek isti yordu. İkinci hükmü ise "kendimizde varlığın hareket noktasını bulabiliriz" diyordu. Sokrates'te iman ve akıl birliği, mutlak ile in¬saninin hudutları üzerinde doğan felsefe ile belirmeye başlamıştı. Plotinus'ta "bir"den "çok"a doğru açılış bütün insani bilginin ge lişmesi olduğu kadar, en geniş şekli ile mutlak imanın da temeli idi. N. de Cusa, Sokrates'in doktrinini De Docte Ignorantia'da can¬landırdı; sonsuz varlıkla sonlu varlığın hududu üzerinde durdu. Bu Çığır Kant'ta, Fichte ve Schelling'te, Schleiermacher'de gelişti. Ni¬hayet zamanımızda Kari Jaspers'e kadar geldi.
Burada varoluşçuluğa ait gerçek bir işarette bulunmalıyız: Kier-kegaard dini hakikatin akla mutlak olarak aykırı olduğu (hatta ab-surde'e teveccüh ettiği) noktasında ısrar ederek Kant'a tamamen cephe alıyor. Çünkü Kant'a göre dini hakikatle ahlaki hakikat zıt değildir. Hatta ahlaki vazife duygusu bizi dini hakikate götürür. Danimarkalı teolog bu görüşü dini hakikatin mutlaklığı aleyhinde sayıyor ve dini değerle ahlaki değerin birbirine karıştırılmasını red¬dediyordu. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Din, en geniş mânâsı ile mutlak sezgisidir (bu mânâda, geleneklerin farkından, cemaat ter¬biyesinden, kültürlerin tarihinden ileri gelen din anlayışlarını bir ta¬rafa bırakmak lazım gelir). Bunun için de dini sezgide başka bütün se^gilerin zımnen dahil bulunması gerekir. Din, ahlaki sezgiden çı¬karılamaz; tam tersine ahlaki emir (yani insani varlık) dini sezgiden çıkarılabilir. Bundan dolayı dinin hedefi olan mutlak, zıtların kuşa¬tıcısı olarak ambivalenf dır. Fakat ahlakın zıddı değildir. Dini var-
Iık, y.uu mutlak İçinde ahlaki Bilin gerçekleşebilmesi, insani varlığı mümkün kılar. Fakat insani varlık ve ahlaki fiil, dini varlığı ve " mutlak"ı mümkün kılamaz ve şartlandıramaz. Bundan dolayı Kant'ın ahlakçı din görüşüne katılmak kabil değildir; ancak din ve ahlak sahalarını kesin olarak ayıran, hatta onları birbirleriyle çatış-kan sayan Kierkegaard'ın görüşüne de katılamayız. İbrahim'in ila¬hi emri dinlemek için oğlu İsmail'i kurban etmek istemesini ahlaka aykırı, fakat akılüstü dini emre uygun gören Kierkegaard, burada dinle ahlak arasında boşuna tezat aramaktadır. Bu tezat iki sahanın zıtlığından değil, ancak sonsuz ve mutlak sahası ile insani sahanın arasındaki kaplam (comprehension) farkından ileri gelmektedir. Mutlak sahası insani sahayı kuşatır. Fakat insani saha mutlak sa¬hasını kuşatamaz. Bunun için de her dini emir insani değilse de, her insani fiil mutlak sahanın bir parçası, yani kutsaldır. Zaten Kant da Ahlak Metafiziği'rvm son kısmında ahlakın üstün derecesi olarak "velilik" ve "kutsallık"ı kabul etmiyor muydu? Dini emirler daima insani değildir; çünkü mutlak, mahiyeti icabı "bilinemez", "Al¬lah'ın hikmeti sorulamaz."45 O, insan aklının güçleri dışında kalır. Bununla beraber, bu mutlak emir insan aklı tarafından dinlenir, ifa¬de edilir ve anlatılır; yani aklileştirilir. İşte imanla aklın iç içe gel¬dikleri yer burasıdır. Orada mucize ile tabiat kanunu, hürriyet ile zaruret, düzensizlik ile düzen, sonsuzluk ile sonluluk aynı varlığın iki manzarasıdır. Artık burada akıl ve iman birbirine yabancı iki ayrı saha olmaktan çıkmıştır. İlim, temelinde ve hedefinde daima varlığın "akıldışı" mahiyeti ile temasını muhafaza etmektedir: Din de mitolojiden ve hayalden uzak, daima insan bilgisinin ulaşabildi¬ği son hudutlara kadar onunla birlikte yürümeyi ve bu hudutlarda ulaşılmaza temas etmeyi unutmamaktadır. Dinin ilimden kuvvet al¬dığı, ilmin de dini hakikat için ufuklarını açık tuttuğu bu geniş dün¬ya görüşünde şahsiyet parçalanmasının yeri yoktur. Sokrates'ten Jaspers'e kadar (Kant ve Bergson'dan geçerek) birçok filozoflarda bu geniş terkibin başarılı merhalelerini görüyoruz. Dogmatik felse¬fenin fakirleştirmediği din ve dinin mitoloji haline sokmadığı ilim aynı varlık iştiyakıyla insanda doğan iki büyük arayış hamlesi ola¬rak kalacak ve daima bu ortak hedefte buluşacaklardır.

12. Dinde Kategorik ve Şartlı Emir Ayrılışı


Kant ahlakın emirlerinin kategorik olduğunu söyleyerek, onla¬rı şartlı (hypothetique) olan başka bütün emirlerden (mesela tek¬nik, pratik, pragmatik vs.) ayırıyordu. Ahlakın emirlerinde bu üs¬tün değeri gören filozof, dini emirleri de şartlı emirler esasına koy¬makta idi. Ona göre şartlı emir, gerçekleşmesi daima bir şarta bağ¬lı olan emirdir: "Sağlık kaidelerine riayet etmelisin, çünkü aksi halde hastalanırsın" yahut "Allah'a itaat et, çünkü aksi halde ce¬za görürsün!" gibi. Halbuki Kant'a göre ahlaki emir daima şöyle formüle edilir: "Vazifeni yapmalısın!" Bu emir bir şart ve kayda bağlı değildir. Ve şayet, "Vazifeni yapmazsan, ceza görürsün veya genel takdiri kaybedersin!" gibi şekillerde ifade edilecek olursa, derhal ahlaki vasfını kaybeder. Öyleyse Kant'a göre bizim ahlaki dediğimiz fillerin iki kısma ayrılması gerekiyor: Bir kısmı şartlı emirlerle ifade edilen ve gayesi saadet, refah, herhangi bir hedefin iyiliği vs. olan fiiller ki, bunlarda fiilin gayesi kendi dışındadır ve bu gaye gerçekleşince ahlaki fiil sona eriyor. Bu fiiller ahlaki gibi görünmekle beraber ahlaktan gayrı bir gayeye hizmet ettikleri için, doğrudan doğruya ahlaki sayılamazlar. Bir kısmı da mutlak (kate¬gorik) emirle ifade edilen, hiçbir şarta bağlanmaksızın mutlak ola¬rak verilen (mecbur olma: sollen fiili ile ifade edilen) hareketlerdir ki, bunlarda fiilin gayesi kendi içindedir. O da "fiilin yapılmasın¬dan" ibarettir. Ve fiil devam ettikçe gaye de devam edeceği için, ona ulaşmakla fiilin nihayete ermesi bahis konusu olamaz. İşte bu fiiller asıl ahlaki olanlardır. Kant ilkçağdan beri teklif edilen ahlak kuramlarını birinci zümreye koyarak, asıl ahlaklılığı yalnız kendi mutlak ve şartsız vazife prensibinde, "yükümlülük"te görüyor.
Acaba Kant, ahlakla diğer değerler arasında mutlak ve şartlı ayırmasını yapmakta ne derecede haklıdır? Gerçekte ahlaki uhfl "mutlak" sahası, diğer değerler ise "şartlı hüküm" sahası mıdır? Teknik değer için bu ayırış doğru görünüyor. Bir makinenin inil¬mesi yalnızca belirli şartlara uygun hareket etmesine bağlıdır: "!>ıı ve şu şartlara dikkat edersen, bu aleti kullanabilirsin," den/. Sl| hk değeri dr aynı derecede şartlıdır, (Jıinkıı butun saflık kaideli ıı

bize daima riayet edilecek şartlan gösterir. Refah veya huzur değe¬rini ötekilerden ayırmak güçtür. Bilgi değeri açıkça şartlıdır; çün¬kü orada mantık bize yanlıştan kaçınmanın "şartları"nı bildir¬mektedir. (Bizzat "metot" bu demek değil midir?) Fakat sanattan başlayarak manevi değerler sahasında mesele değişir. Orada daima iki manzara ile karşılaşılır. Onlar bir manzaraları ile şartlı, öteki manzaraları ile "mutlak"tırlar. Bir sanat değeri, sanatkârın kendi kendine veya esere verdiği hükümde şu şekillerde ifade edilebilir: a) "O tarzda çalış ki, eserin belirli şartlar içerisinde seni başarıya götürsün" yahut "Şu şartlara riayet edersen, başarı kazanırsın" gi¬bi, b) Fakat yine sanatkâr eser hakkında şöyle hüküm de verir: "O tarzda yap ki, eserin bütün zamanlar ve mekânlar için güzel ol¬sun" yahut "Şartlardan müstakil olan güzeli aramalısın." Bu ayı-rış nereden geliyor? Sanat değeri bir yandan duyu verilerine ve kavramlara bağlıdır, içkin (imtnanent) sahaya aittir. Bu bakımdan hükümleri şartlıdır. Fakat bir yandan da duyuları ve kavramları aşar. Aşkın (transcendant) sahaya aittir. Ve bu manzarası ile sanat sanat içindir. Birinci manzarası ile gayesi kendi dışındadır; ikinci manzarası ile gayesi kendi içindedir (autotelique). Sanat bu man¬zarası ile ahlaka yaklaşır. Ahlakla sanat arasında alakasızlık, hat¬ta tezat olduğunu sananlar bu manzarasını görmeyenlerdir.46 Bu asır başında sanatın ahlakla alakasız, hatta zıt olduğunu söyleyen¬ler çoğalmıştı. Mesela Oscar Wilde'a göre47 sanat yalandır. Sanat¬kâr gerçekten ne kadar uzaklaşırsa, o kadar kendi sahasına girer. Nietzsche'ye göre Dionysoscu sanat ahlakdışı, hatta ahlaka aykı¬rıdır da.48 Andre Gide aynı fikri müdafaada devam ediyordu.49 Bu görüşlerin hatası kendi tezleri içinde bulunmaktadır. Cinsî hayatın, içgüdünün sembolik bir hal alması, sanatın aşağı temayüllerden yükseltmesi demektir. Sanatta birsam (hallucination) asla "yalan" değildir;50 ancak önceden yaşanmış bir hali, gerçek bir heyecanı tekrar etmek ve canlandırmak, "ebedileştirmeye çahşmak"tır. Sa¬natta birsam, aldanma için değil, "tekrar yaşamak için"dir. Bu¬nunla beraber sanatın yalnızca ahlaki hedefe bağlı olduğunu zan¬netmek Din için sanat, siyaset için sanat nasıl asıl sanat değilse, "ahlak için sanat" da asıl sanat değildir.
Netice: Sanat ne ahlaka aykırı ve alakasızdır; ne de "ahlak için"dir. Her ikisinin sahaları arasında ortak bir cihetin bulunma¬sı onları bir bakımdan birbirine bağlar. Bu da onların yalnızca du¬yulara değil, aynı zamanda "mutlak" sahasına ait olmalarıdır. Sa¬nat ve ahlak insana dayanırlar ve hareket noktaları insandır. Fakat her ikisi de insani içerisinde yalnız değişen şuur muhtevalarını de¬ğil, aynı zamanda mahiyeti, özü, "mutlak"ı ararlar. Bir manzara¬ları ile gerçek oldukları halde, öteki manzaraları ile "ideal"dirler. Sanat "mutlak"a, öze, ideale çevrildiği nispette ahlaka benzer, mutlak bir değer olur ve bundan dolayı da ahlakla sanat arasında ince münasebetler meydana çıkar: İdeale çevrilmeleri bakımından ahlakçı bir sanat olduğu gibi, bedii bir ahlak da vardır. Birincisi idealist sanat, öteki zarafet ve güzel hareketle birleşen ahlaktır.
Sanatla ahlak arasında yaptığımız karşılaştırma, manevi değer¬lerin aşkın varlıkla alakaları bakımından birleştiklerini gösteriyor. Aynı karşılaştırmayı ahlak ve din arasında da yapabiliriz. Dini hü¬küm de ahlaki hüküm gibi bir bakımdan duyu verilerine ve "dün-ya"ya, başka bir bakımdan duyu verilerini ve dünyayı aşan mut¬lak varlığa aittir. Birinci anlamı ile dini hüküm duyu verilerine da¬yanan hayallere bağlıdır. Bu anlamda dini hüküm ancak mecazi (allegorique) bir şekilde dünyayı taklit eder. Bunun için de öz ba¬kımından mitolojiden ayrılmamaktadır. Tanrılar insanlara benzer vasıflar alırlar. Ahiret dünyaya benzer imajlarla temsil edilmiştir. Uhrevi ceza ve mükâfat dünyadaki hukuki nizamın örneğinde ku¬rulmuştur. Bu şekilde dini hüküm, bütün dünyaya ve duyulara ait hükümler gibi "şarth"dır: "İlahi kanuna riayet etmezsen, ceza gö¬rürsün!" gibi. Fakat dini hüküm bir yandan da dünyayı kuşatan mutlak ve aşkın varlığa aittir. Aşkın varlık, bütün varlıkları kuşa tan ve ancak maneviliğimiz (geist) vasıtası ile temasa gelebildiği miz kuşatıcı sonsuz varlıktır. Onun bütün varlıkları kuşatabilmcsı için madde ve hayat, hatta cemiyet ve şuur olması yetmez; bin mı bu varhkları kuşatabilecek sonsuz manevi varlık olması lazınulıı Bu anlamda varlığı duyu verilerinden ve imajlardan İm, 1 >nı\l<- imi
sil etmeye imkân yoktur. O temsil edilemez, ifade edilemez; onu ancak varlığımızı kendisine borçlu olduğumuz, âlemin kuşatıcısı, maddenin, hayatın, şuurun ve geist'm kendisiyle kaim olduğu var¬lık olarak tasavvur edebiliriz. Bu tarzda tasavvur ettiğimiz mutlak varlığa ait hükümlerimiz de mutlaktır. Buna, "İlahi emre itaat et¬melisin! veya "O tarzda hareket et ki, hareketin ilahi varlığa uy¬gun olarak mutlak olsun!" diyebiliriz. Öyleyse ahlakta olduğu gi¬bi dinde de bir yanda mutlak emir, öte yanda şartlı emir vardır. Asıl dini değer, mutlak emir sahasına aittir. Ahlakta noumene, ya¬ni öz ve mutlak sahasına ait mutlak emir ve duyular sahasına ait şartlı emir olduğu gibi (ki Kant bunlara "ahlaki" demiyor, fakat izafi bir anlamla ahlaki saymamız lazımdır), dinde de mutlak var¬lık sahasına ait "mutlak ilahi emir"le, mecazi anlamda olmak üze¬re duyular sahasına ait "şartlı ilahi emir" vardır. Aşkın varlıkla du¬yu varlığının temasa geldiği manevi değer nesnelerine ait hüküm¬lerimizde iki türlü davranışımız vardır. A) Bunlardan birinde tema¬yüllerimizle hüküm veririz. Bu temayüller basit organik gayelere çevrilmiş, yahut içtimai ideallere yükselmiş olabilir. Organik tema¬yüller doğrudan doğru gayelere bağlı olduğu halde, içtimai tema¬yüller bir gaye-vasıta sisteminde vasıtalı gayelere bağlıdırlar. Her ikisinde de temayülün tatmin edilmesi ile gayeye ulaşılmış ve hük¬mün çevrildiği fiil sona ermiş olur. Bütün bu fiillere şartlı fiiller di¬yebiliriz. B) Fakat ikinci bir davranışımız vardır ki, orada temayül¬lerimizle değil, ihtiraslarımızla hüküm veririz. İhtiraslar (ister or¬ganik, ister içtimai hedeflere çevrilmiş olsunlar) gayelerine ulaşın¬ca sona ermezler. Çünkü gayeleri kendi dışlarında değildir. İhtiras¬lar gayeleri kendi içlerinde (autotelique), fayda gütmez, sonsuz te¬mayüllerdir. Temayüller çokluğunda, birisinin ötekilere hâkim ol¬masından ve tek başına ruhi hayatı düzenlenmesinden doğarlar. İhtiraslı fiillere bundan dolayı "mutlak fiiller" diyebiliriz. Onlar manevi değerler sahasında mutlak varlığa çevrilen mutlak hüküm¬lerin sübjektif manzarasını teşkil ederler. Sanat, ahlak ve din değer¬lerinde sanat, ahlak ve dinin aşkın nesnesine çevrilen mutlak hü-Icümlei in psikolojik bakımdan aynı tarzda ifade edilmeleri bundan İleri gelil Şu I tdtl Vtf ki, lırr ihtiras mutlak emri meydana getil

mediği halde, her mutlak emir ihtiraslı bir fiil şeklinde ifade edilir ve bundan dolayı sanat, ahlak ve dinde ihtiraslı fiillere sanat aşkı, ahlak aşkı, dini aşk veya başka deyişle aşk sanatı, aşk ahlakı ve aşk dini diyebiliriz.51 Burada bahsettiğimiz aşkın cinsî aşk (libido) ve¬ya Eros'la alakası yoktur. O Platon'un Symposion'da Sokrates ağ¬zından söylediği Eros aşkına değil, temayülleri kendine yükselten ilahi cezb ve sevgiden ibaret olan agape ile alakalıdır. Buna ihtiras¬ların üstün ideallere, aşkın varlığa çevrilmek suretiyle yükselmele¬ri de diyebiliriz. İhtirasların sonsuzluk, tatmin edilmezlik, fayda gütmezlik, gayesi kendinde olma vasıfları onlarda devam eder; fazla olarak, onlar uzviyet ve cemiyeti aşarak manevi değerlerin dayanağı olan aşkın varlığa çevrilmiş oldukları için sonsuz varlık ihtirası, yani aşk halini almışlardır. Sanat, ahlak ve dinin kımılda-tıcı kuvveti olan aşk, mutasavvıfların "muhabbet-i asliye", "ilahi aşk" dedikleri, Jung'un "kozmik sevgi" dediği şey de değildir. Çünkü bu anlamdaki aşk, Eros'ta sembolleşen, varlığın bütün karşılıklı çekme, cazibe, sempati ve vecdinden ibarettir. Maddeden ruha kadar, varlığın bütün görünüşlerinde meydana çıkan bu çe¬kilme ve birleşme temayülü, her şeyin asli birliğe dönüşünü ifade etmektedir. Halbuki hiçbir kuvvet bütün varlık derecelerinin tek bir dünya veya âlemde birleşmesine imkân veremez. Hiçbir çekme kuvveti dünya ile mutlak varlığın aynılığını temin edemez. Sanat¬kârı, ahlakçıyı ve din adamını harekete getiren aşk, dünya ve üs¬tün varlığın, gerçek ve idealin, izafi ve "mutlak"in aynı sezgi için¬de kavranmasına rağmen, daima ayrı kalmalarına dayanır ve bu sayede mümkündür. "Gerçek" "idealden" daima ayrı kaldığı, "izafi" varlığını "mutlak"a borçlu olduğu halde, daima mutlak'ın hudutlarında durduğu içindir ki, gerçekten ideale doğru, ulaşıl¬maz ve nihayet bulmaz bir aşk vardır. Gerçek ve ideal değer içkin (immanent) varlığın içinde birleşmiş olsalardı, gerçek idealle birle¬şecek ve aşk nihayet bulacaktı. Bu ise idealin, üstün varlığın ma hiyetine aykırı olduğu gibi, ihtirasın ve aşkın da mahiyetine ay ki rıdır. Bundan dolayı ne sanatın nesnesini özne içinde eriten m mantik sanatta, ne ahlakın nesnesini özneye indirgeyen ahlak )•,<> rüşlerinde, ne de aşkın nesne ile dünyayı birleştiren panteizmdi

hakiki sanat, ahlak ve din gerçekleşebilir. Buradan çıkarabiliriz ki, insanın tanrılaştırılmasından ibaret olan bütün dinler, aşkın varlı¬ğı sembollere feda eden, mitoloji halini alan bütün dinler, nihayet aşkın varlıkla dünyayı, gerçekle ideali karıştıran panteizm hakiki din değildir. Bunlar ancak mutlak sezgisine dayanan din adamının duyular dünyası içinde kaybolmuş tecrübeleridir. Filozofun kâinat görüşünü çerçeveleyen hakiki din, ancak duyular dünyasından sonsuzca uzakta ve dünyayı kuşatan mutlak varlığa çevrilmiş sev¬gide, mistiklerin "ilahi aşk"ından farklı bir anlamda sonsuz varlı¬ğa çevrilen, ulaşılamayacak sonsuz varlığa sevgiden ibaret "aşk dini"ndedir.

Hilmi Ziya Ülken - Felsefeye Giriş 2

8 Şubat 2010 Pazartesi

651. Ey gönül! Sen aynada kendini eğri görürsen,....

651. Ey gönül! Sen aynada kendini eğri görürsen,

bu eğrilik sendendir, aynadan değil.

Mefâ'îlün, Mefâ'îlün, Mefâ'îlün, Mefâ'îlün

(c. 111, 1337)



• Ey yüzünü ekşitmiş sevgili! İşine karışmamam, "Neden yüzünü ekşittin?" dememem için, sanki yüzünün etrafına; "Sirke ne güzel katıktır!" diye yazan dost!



• Yüzünün asıklığını, ekşiliğini, dolayısıyla başına gelenlerden şikâyetini bırakır da; kinden, hırstan bir iki adım uzaklaşır da hilme, yumuşaklığa, başa gelenlere razı olmaya doğru yaklaşırsan, bal gibi olursun, kendinle beraber nice kişileri de tatlılaştırırsın. Fakat sen çok tenbelsin, kemale doğru yürüyemiyorsun.



• Aslında ben hatâ ettim, yanlış gördüm, yanlış söyledim. Zaten ben her zaman yanlış işler yaparım. Ben senin gerçek yüzünü görebilseydim, gözüm böyle şaşı kalır mıydı?



• Ey gönül! Sen aynada kendini eğri görürsen, bu eğrilik sendendir. Eğri alan sensin, ayna eğri değil! Ayna her şeyi doğru gösterir. Önce sen kendini doğrult!



"Mevlâna bir Mesnevî beytinde şöyle buyurur

"Seni görünce kendimi gördüm. Aferin beni bana gösteren aynaya!" (Mesnevî, c. VI, nr. 1085). Başkaları bizim için ayna gibi olunca, başkalarında gördüğümüz kusur, kendi kusurumuzdur. O kusur onlara ait değildir."



• Adamın biri kuyu başına gitmiş de ayı kuyuda görmüş, ayın kuyuya düştüğünü sanmış. Ay ise gökyüzünden ona seslenmiş; "Acele etme, yanlış görme, ben buradayım." demiş.



• Sen ayı şu kirli, alçak yeryüzünde arama! Yoklukta varlık olmaz. Bir adam Ebucehil karpuzu ekse, seker kamışı biçmez. İnsan ne ekti ise onu biçer.



• Ey benim canım! Hoşluk, güzellik varlığını, benliğini gidermektedir. Sense güzelliğini varlıkta arıyorsun. O burada görünmez. Sen her şeyi elde edebileceğin yerde ara!



Divan-ı Kebir den Seçmeler – Şefik Can – Cild 2

30 Ocak 2010 Cumartesi

NOKTALAMA İŞARETLERİ

-------------------------------------------------

Nokta ( . )
1. Cümlenin sonuna konur: Her derdin bir çaresi vardır.
UYARI: Ancak, duraklamanın daha az yapıldığı sıralı cümlelerde nokta yerine virgül veya noktalı virgül konur:
At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şan kalır.
2. Bazı kısaltmaların sonuna konur: Alb. (albay), Dr. (doktor), Prof. (profesör),
Not: Birden fazla kelimenin kısaltıldığı durumlarda aralara nokta konmaz:
TBMM, TDK, ODTÜ, KATÜ, İTÜ…
Not: Birden fazla kelimeden oluşan bazı kısaltmalarda araya nokta konur:
M.Ö., M.S., B.E., H.O., H.A.,K.K.K, P.K., T.C.,
3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için konur: 3. (üçüncü), 15. (on beşinci), IV. bölüm
4. Arka arkaya sıralanan virgülle veya çizgiyle ayrılan rakamlardan sadece sonuncu rakama nokta konur:
3, 4 ve 7. maddeler; XII – XIV. yüzyıllar arasında.

--------------------------------------------
Virgül ( , )
1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına konur:
Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, ferah ve sevimli odanın havasında eridim.
2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur:
Bir varmış, bir yokmuş.
3. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken ögelerden sonra konur:
Okulumuz öğretmenleri, yalnız ve ancak, Milli Eğitim Müdürlüğü izniyle çalışabilir..
4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan ögeleri belirtmek için konur:
Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti.
5. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur:
Örnek olsun diye, örnek istemez ya, söylüyorum.
6. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur:
Kopar sonbahar tellerinden / Derinden, derinden, derinden / Biten yazla başlar keder musikisi
UYARI: Ancak, ikilemelerde kelimeler arasına virgül konmaz: akşam akşam, yavaş yavaş, bata çıka, koşa koşa.
7. Tırnak içinde olmayan aktarma cümlelerden sonra konur: Datça’ya gideceğim, dedi.
8. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, yoo, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, baş üstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur:
Peki, gideriz. Olur, ben de size katılırım.
10. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için kullanılır:
Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi.
11. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur: Sayın Başkan, Sevgili kardeşim, Değerli arkadaşım,
UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de, sonra da virgül konmaz:
Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı
12. Yüklemi 3. tekil kişi eki alan cümlelerde, sıfat tamlaması şeklindeki özneleri nesne ve dolaylı tümleçten ayırt edebilmek için kullanılır:
Küçük, ağacın arkasına saklandı. İhtiyar adamı karşıya geçirdi.

-----------------------------------------------
Noktalı virgül ( ; )
1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur:
Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.
2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur:
Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum.
Sabahtan beri bekliyorum; ne gelen var, ne giden. İş işten geçti; artık gelse de olur, gelmese de.
3. Kendilerinden evvelki cümleyle ilgi kuran ancak, yalnız, fakat, lâkin, çünkü, yoksa, bundan dolayı, binaenaleyh, sonuç olarak, bununla birlikte, öyleyse vb. cümle başı bağlaçlarından önce konur:
Halis bir şiir fena okunabilir; fakat sahte bir şiir iyi okunamaz
Bir millet ordusunu kaybedebilir, bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir.
UYARI: Sıralı cümleler arasında ancak, fakat, çünkü vb. cümle başı bağlayıcılarından önce yazar, araya nokta, virgül, noktalı virgül koymakta serbesttir. Bu husus, yazarın üslûptaki tercihiyle ilgilidir.

-----------------------------------------------
İki nokta ( : )
1. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur:
Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bazılarını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp…
Çantasındakiler: ruj, pamuk, mendil…
2. Kendisinden sonra açıklama yapılacak cümlenin sonuna konur:
Varlık dergisini çıkarmaktaki tek amacımız şudur: Türk edebiyatının kimsesiz ve başıboş olmadığını ispatlamak.
UYARI: İki noktadan sonra cümle gelirse ilk kelime büyük harfle; sadece örnekler sıralanacaksa küçük yazılır.

------------------------------------------------
Üç nokta ( ... )
1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur:
Eğer ödevlerini zamanında bitirmezsen…
Aradığınız adam ben değilim ki…
2. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur:
UYARI: Türk imlâsında iki nokta yan yana kullanılmaz.

------------------------------------------------
Soru işareti ( ? )
1. Soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna konur:
Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı?
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
UYARI: Kızma, şaşma, alınma gibi anlamlar içerdiğinde soru işareti konmaz:
Nasıl yapamazsın bu soruyu! Ne kadar güzel bir araba değil mi!
UYARI: Soru bildiren cümle veya sözlerde bazen cevabın ne olacağı sözün gelişinden belli olur. Bu tür cümle ve sözlerin sonunda da soru işareti kullanılır: Haksız mıyım? Liderler içinde Atatürk gibisi var mı?
2. Bilinmeyen yer, tarih vb. durumlar için kullanılır: Yunus Emre (1240?-1320), (Doğum yeri: ?).
3. Bir bilginin şüpheyle karşılandığı veya kesin olmadığı durumlarda yay ayraç içinde soru işareti kullanılır:
Ankara'dan Konya'ya 1,5 (?) saatte gitmiş. 1496 (?) yılında doğan Fuzulî...
UYARI: mı / mi eki -ınca / -ince anlamında zarf-fiil işleviyle kullanıldığı zaman soru işareti konmaz:
Akşam oldu mu sürüler döner. Hava karardı mı eve gideriz.
UYARI: Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur:
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı, Hisar'dan mı, Kavaklar'dan mı?

----------------------------------------------


Ünlem işareti ( ! )
1. Sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma, seslenme, hitap ve uyarı gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur:
Ne mutlu Türküm diyene! Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!
UYARI: Seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da konabilir:
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken / Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel)
2. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için ayraç içinde ünlem işareti kullanılır:
İsteseymiş bir günde bitirirmiş (!) ama ne yazık ki vakti yokmuş (!)

----------------------------------------------
Tırnak işareti ( “...” )
1. Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır:
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Atatürk'ün “Hayatta en hakikî mürşit ilimdir.” vecizesi yer almaktadır.
UYARI: Aynen alınmayan söz ve yazılar tırnak içinde gösterilmez.
UYARI: Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır:
“Akıl yaşta değil baştadır.” atasözü yüzyılların tecrübesinden süzülüp gelen bir gerçeği ifade etmiyor mu?
UYARI: Uzun alıntılarda her paragraf ayrı ayrı tırnak içine alınır.
2. Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınır:
Yeni bir “barış taarruzu” başladı.
3. Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınır:
Yahya Kemal'in bazı şiirleri “Kendi Gök Kubbemiz” adı altında çıktı. (A. Hamdi Tanpınar)
UYARI: Tırnak içine alınan sözlerden sonra kesme işareti kullanılmaz:
Yahya Kemal’in “Kendi Gök Kubbemiz”i okudunuz mu?

----------------------------------------------
Kesme işareti ( ' )

1. Özel adlara getirilen iyelik ve hâl eklerini ayırmak için konur:
Türkiye’m, Yunus Emre'yi, Ziya Gökalp'ten; Türk'e, Jüpiter'den, Venüs'ü; Türkiye'de, Van Gölü'ne, Ağrı Dağı'nı…

UYARI: Yabancı özel adlar dışındaki özel adlara getirilen yapım ekleri ve çokluk eki kesmeyle ayrılmaz:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı; Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Ereğliler.
UYARI: -ler eki, -gil eki anlamındaysa kesme işareti kullanılmaz. Ancak, o isimde olan birkaç kişi anlamındaysa kesme işareti kullanılır: Bu akşam Ahmetlere gideceğiz. Soruyu yalnız Ahmet’ler cevaplayabildi.

2. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur: TBMM'nin, TDK'nin, BM'de, ABD'de
UYARI: Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu; büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır: kg'dan, cm'yi, mm’den; THY’de, TRT'den.
Ancak kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde bu okunuş esas alınır: ASELSAN'da, BOTAŞ'ın, NATO'dan, UNESCO'ya.

4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur: “Mayısın 19'uncu günü” 1985'te, 8'inci madde, 2'nci kat; 7,65’lik
UYARI: Sıra sayıları ekle gösterildiği zaman rakamdan sonra sadece kesme işareti ve ek yazılır; ayrıca nokta konmaz: 8.'inci değil 8'inci, 2.'nci değil 2'nci.
UYARI: Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla gösterilir: 6'şar değil altışar,

5. Dilimizde kolmak, netmek, neylemek, napmak gibi fiiller yoktur. Ancak konuşmada ve vezin dolayısıyla şiirde bu tür kullanılışlar ortaya çıkabilmektedir. Seslerin vezin dolayısıyla şiirde veya konuşma sırasında düştüğünü göstermek için kesme kullanılır: K'oldu, N'oldu? N'etsin? N'eylesin? N'apalım?

6. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur:
A'dan Z'ye kadar, b'nin m'ye dönüşmesi, Türkçede -daş'la yapılmış birçok söz vardır.

7. Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığı takdirde kesme işareti yay ayraçtan sonra konur: Yunus Emre (1240?-1320)'nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)'nin.
Ancak, cins isimler için yapılan açıklamalarda yay ayraçtan sonra doğal olarak kesme işaretine gerek yoktur: İmek fiili (ek fiil)nin geniş zamanı şahıs ekleriyle çekilir.

8. Anlam karışıklığını gidermek için aynı yazılıştaki farklı kelimeleri ayırmak için kullanılır.
Eleştirme’nin/eleştirmen’in, tava’nın/tavan’ın, öğretmen’in/öğretme’nin, bilgi’nin/bilgin’in

------------------------------------------
Kısa çizgi ( - )
1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur:
2. Ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır: Örnek olsun diye -örnek istemez ya- söylüyorum.
3. Fiil kök ve gövdelerini göstermek için kullanılır: al-, dur-, gör-, ver-; başar-, kana-, okut-, taşla-, yazdır-.
4. Dil bilgisinde eklerin başına konur: -den, -lık, -ış, -ak.
5. Eski harfli metinlerin yeni yazıya aktarılmasında Arapça ve Farsça kurallara göre yapılmış tamlamaların, birleşik ve türemiş kelimelerin ögelerini ayırmak için kullanılır:
Dârü'l-fünûn, Hâkimiyet-i Milliye, Servet-i Fünûn
6. Kelimeler arasında “-den...-a, ve, ile, ilâ, arasında” anlamlarını vermek üzere kullanılır:
Türkçe-Fransızca Sözlük, Aydın-İzmir yolu, 09.30-10.30, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1995-1996 öğretim yılı.
7. Bazı terim ve kuruluş adlarında kelimeler arasına konur:
Sıfat-fiil, zarf-fiil; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.
8. Yabancı özel adlarda ve henüz dilimize mal olmadığı için özgün imlâlarıyla yazılan yabancı kelimelerde kullanılır:
Saint-Gotthard, Sainte-Beuve, Boulogne-sur-Mer, Bouches-du-Rhône, Salins-les-Bains, by-pass, check-up,

-----------------------------------------------
Uzun çizgi (—)
Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna konuşma çizgisi de denir.
— Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! (Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları)
UYARI: Konuşmalar tırnak içinde verildiği zaman uzun çizgi kullanılmaz.

-----------------------------------------------
Tek tırnak işareti ( ‘...’ )
1. Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü belirtmek için kullanılır:
Edebiyat öğretmeni “Şiirler içinde ‘Han Duvarları’ gibisi var mı?” dedi.

-----------------------------------------------
Kaynakça: TDK İmla Kılavuzu

YAZIM KURALLARI (tamamı)

SUNUŞ

Harf sistemini kullanan yazılarda üç türlü imlâ düzeni vardır:

1. Sese (söyleyişe) bağlı imlâ düzeni,

2. Kökene bağlı imlâ düzeni,

3. Geleneğe bağlı imlâ düzeni.

Alfabe sistemi yüzyıllardan beri değişmemiş olan dillerde genellikle geleneğe bağlı imlâ düzeni hâkimdir. Böyle dillerdeki imlâ düzeni, başlangıçta sese ve kökene bağlı olsa da zaman içinde söyleyişte meydana gelen değişmeler imlâya yansıtılmadığı için imlâ, söyleyiş veya kökene bağlı olmaktan çıkar ve gelenekleşmiş olur. Yeni alfabelerin uygulandığı dillerde ise söyleyişe bağlı bir imlâ düzeni benimsenebilir. Ancak diller sürekli bir değişim içinde olduğu, dolayısıyla söyleyiş de sürekli olarak değiştiği için bu tür imlâ düzenlerinde de zamanla gelenekleşmeler başlar.
Bilindiği gibi Türk alfabesi de 1928'de kabul ettiğimiz yeni bir alfabedir. Tabiî olarak yeni alfabemizde söyleyiş esas alınmış ve söyleyişe bağlı bir imlâ düzeni öngörülmüştür. Bu bakımdan yeni Türk alfabesi dünyada örnek gösterilecek alfabelerden biridir. Ancak aşağıda belirteceğimiz bazı sebepler yüzünden imlâmız bir türlü yerine oturamamış ve birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kalınmıştır. Bu sebepler şunlardır:

1. Dil Encümeni tarafından hazırlanan ve 1929'da yayımlanan İmlâ Lûgati, bütün ihtiyaçlara cevap verebilecek ayrıntılardan yoksundu. Yeni alfabenin kabul edilmesinden çok kısa bir süre sonra basılan bu imlâ kılavuzunda birçok eksikliklerin olması tabiîdir. Ancak birkaç yıl içindeki uygulama da göz önünde bulundurularak eksiklikler giderilebilir ve fazla zaman kaybetmeden ayrıntılı bir imlâ kılavuzu çıkarılabilirdi. Oysa 1929'daki İmlâ Lûgati'nden ancak 12 yıl sonra, 1941'de yeni İmlâ Kılavuzu basılmıştır.

2. Geç de olsa 1941'de basılan İmlâ Kılavuzu, Türk imlâsının birçok sorununu çözmüş ve imlâda sorun olabilecek birçok konuyu istikrara kavuşturmuştu. İmlâ kurallarının çoğu 1929'dan 1965'e kadar, tam 36 yıl hiç değişmemiş ve böylece bir gelenek oluşmuştu. Ancak başına "yeni" sözü eklenerek ve 1. baskı olduğu belirtilerek 1965'te basılan Yeni İmlâ Kılavuzu bazı değişiklikler getirmiş ve oluşmuş geleneği sarsmıştır. Söz gelişi 1965'e kadar düzeltme işaretiyle yazılan lâstik, klâsik, plân, Lâtin gibi kelimelerden 1965'te düzeltme işareti kaldırılmıştır. 1965'e kadar ayrı yazılan baba tatlısı, mine çiçeği, salkım söğüt gibi kelimeler, 36 yıl sonra birleştirilmiştir. 1965'e kadar arabasiyle, ordusiyle şeklinde yazılan kelimelerin 1965 kılavuzuna göre arabasıyla, ordusuyla şeklinde yazılması gerekmiştir. Burada birkaç örneğini gösterdiğimiz değişiklikler 1965 kılavuzuyla sınırlı kalmamış, yerleşmiş düzen bir defa sarsılınca artık sık sık değişikliklere gidilmiş ve imlâdaki istikrar iyice bozulmuştur. Söz gelişi 1965'te sadece batı kökenli kelimelerden kaldırılan düzeltme işareti, 1970'te lâtif, telâffuz gibi doğu kökenli kelimelerden de kaldırılmıştır. 36 yıllık arabasiyle sözünü 1965'te arabasıyla yapan yeni kılavuz 1970'te bu defa arabasıyle biçimini benimsemiş, 1977'de ise tekrar 1965'e dönmüştür. Meslekî, millî, resmî gibi kelimelerde 1977'ye kadar, tam 48 yıl kullanılan düzeltme işareti 1977'de nispet î'sinin üzerinden kaldırılmıştır. 1965'teki Yeni İmlâ Kılavuzu'yla başlayan ve burada ancak küçük bir kısmını gösterdiğimiz bu değişiklikler, hem imlâmızdaki gelenek ve istikrarı ortadan kaldırmış, hem de toplumda birçok tartışmalara yol açmıştır.
1982'de bir anayasa kuruluşu hâline getirilen ve buna göre yeniden düzenlenen Türk Dil Kurumunun 1985'teki İmlâ Kılavuzu'nda da birtakım değişikliklerin olması tabiîydi. Çünkü Kurum imlâda ilk defa değişiklik yapmıyordu. Maalesef 1965'te değişiklikler başlamış ve imlâmızdaki istikrar bozulmuştu. Kurumun istikrarsızlığa bir çözüm araması ve 1985'te çözümünü kamuoyuna sunması çok normaldi. Elbette bu çözüm teklifine karşı da eleştiriler olacaktı ve oldu. Ancak tartışmaların ardı arkası kesilmediği gibi imlâmızdaki istikrar da bir türlü sağlanamadı. Bütün bunları göz önünde bulunduran Türk Dil Kurumu, yeni baskı için İmlâ Kılavuzu'nu tekrar gözden geçirmeye karar verdi. Kurum üyeleri arasından 7 kişilik bir komisyon oluşturuldu. Talim ve Terbiye Kurulunun edebiyatçı iki üyesi de komisyona davet edildi. Bazen haftada birkaç defa toplanılarak iki yıla yakın süreyle kılavuz üzerinde çalışıldı. Komisyonun hazırladığı taslak, dört gün boyunca 40 kişilik Bilim Kurulunda tartışıldı ve taslağa son şekil verildi.
Komisyon, yeni baskıda, aşağıdaki hususların göz önünde bulundurulmasına karar vermişti:

1. İmlâ kuralları mümkün olduğu kadar kesin olmalı ve kesin bir ifade ile belirtilmelidir. Ancak çok zorunlu durumlarda ikili şekillere ve ihtimallere izin verilmelidir.

2. İmlâ Kılavuzu üzerindeki eleştiriler de dikkate alınarak uzlaşmacı bir yol tutulmalıdır. Yeni değişikliklerle yeni bir istikrarsızlığa yol açmak yerine imlâmızda az çok gelenekleşmiş hususlar benimsenmeli; tespit edilen ilkelere aykırı da olsa gelenekleşmiş yazılışlar tercih edilmelidir.

3. İlkeler mümkün olduğu kadar ayrıntılı olmalı ve bol örneklerle açıklanmalıdır.

4. Kılavuzun dizin bölümü geniş tutulmalı, sözlükteki bütün maddeleri, hatta daha fazlasını kapsamalıdır. Dizine bakan okuyucu, bitişik ayrı demeden her kelimeyi orada bulabilmelidir.

Yukarıdaki kararların uygulanması tabiî ki kolay olmamıştır. Özellikle ilkelerle gelenekleşmiş yazılışlar arasındaki çelişki bizi sürekli olarak zorlamıştır. En büyük sıkıntının da birleşik kelimelerde ortaya çıktığı görülmüştür. Birleşik kelimelerdeki bitişik yazma eğiliminin sınır tanımaz bir şekilde yaygınlaşması karşısında bunu sınırlayıcı bir kuralın getirilmesi şart olmuştu. Yanlış eğilimi yaygınlaştıran düşünce şuydu: İki veya üç kelimeden oluşan bir yapı; yeni bir nesne, kavram veya hareketi karşılıyorsa bitişik yazılır. Bu durumda masa saati, duvar saati, masa takvimi, duvar takvimi, beyaz peynir, dil peyniri, şiş kebabı, kuş uçuşu, lâvanta mavisi, kefal balığı, muhalefet partisi, örümcek ağı, pul biber, yok etmek, var olmak, arz etmek, azat edilmek gibi binlerce kelimenin bitişik yazılması gerekecekti. Bir kısmı yazılmaya başlanmıştı bile. Evet bunlar yeni nesne, kavram ve hareketleri karşılayan birleşik kelimelerdi; ama Türk imlâ geleneğinde bunları bitişik yazmak yoktu. Üstelik bunları bitişik yazmak Türkçe’nin yapısına da uygun düşmüyordu; bitişik yazılan kelime, tek kelime gibi algılanıyor ve vurgunun yeri değiştirilebiliyordu. Kara borsa ve yaş çay kelimelerini bitişik gören spikerlerimiz vurguyu ikinci kelimeye kaydırarak dilimizin vurgu sistemini bozuyorlardı. Esasen Türkçe; binlerce nesne, kavram ve hareketi tek kelimeyle değil, iki kelimeyle karşılayan bir dildi ve bugüne kadar olduğu gibi bunların ayrı yazılmasında hiçbir sakınca yoktu. Bu bakımdan komisyonumuz, öncelikle bitişik yazılan birleşik kelime ile ayrı yazılan birleşik kelime kavramlarını birbirinden ayırdı ve bitişik yazılanlara bitişik kelime denmesini uygun gördü. Ses düşmesi, ses türemesi ve vurgunun yer değiştirmesiyle kaynaşmış hâle gelen bitişikler dışındaki bitişik kelimeler için şu kuralı getirdik: Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır. Demek ki bitişik yazılmak için yeni bir kavramı karşılamak yetmeyecekti; kelimelerden en az birisinin anlam değişmesine uğraması şart olacaktı ve bu değişik anlam, kelimenin yalnızken taşıdığı anlamlardan biri olmayacaktı; birleşme sırasında ortaya çıkacaktı. Söz gelişi kapı kolu, kapı'dan da kol'dan da farklı yeni bir nesnenin adıdır; ama birleşiği oluşturan her iki kelime de kendi anlamını korumaktadır. Kol kelimesi "insanın kolu" anlamında olmadığı için ilk bakışta anlamca farklılaşmış görünüyorsa da kol'un bu anlamı yalnız kullanıldığında da mevcuttur; anlam farklılaşması birleşme sırasında olmamıştır; o hâlde bu birleşik, ayrı yazılmalıdır. Buna karşılık bir alet adı olan kargaburnu sözünde ne karga ne burun vardır; bu kelimeler birleşme sırasında kendi anlamlarından çıkmışlar ve benzetme yoluyla yeni bir nesneye ad olmuşlardır; o hâlde bu birleşik, bitişik yazılmalıdır. İmlâ kuralları bölümümüzde bütün bunlar gruplara ayrılarak ve bol örneklerle desteklenerek gösterilmiştir. Ayrıca gelenekten gelen bütün bitişik kelimeler de mümkün olduğu kadar sınıflandırılarak ayrı ayrı maddeler hâlinde belirtilmiştir. Aynı şekilde ayrı yazılan birleşik kelimeler de sınıflandırılmış ve madde madde gösterilmiştir. Hangi tür birleşik kelimenin bitişik yazılışının gelenekleştiği tabiî yine de tartışılacak bir konudur. Biz böyle durumlarda bütün imlâ kılavuzlarına başvurarak bitişik yazılışı gelenekleşmiş olan yapı ve kelimeleri belirlemeye çalıştık.

İmlâ kılavuzlarının büyük çoğunluğunda bitişik olanları gelenekleşmiş saydık. Bitişik veya ayrı yazılışlar çeşitli imlâ kılavuzlarında farklılık gösteriyorsa tabiî ki yukarda belirlediğimiz kurala uyduk. Bu arada birçok imlâ kılavuzunda bitişik yazılan fakat yaygın olarak kullanılmayan yapı ve kelimeleri de gelenekleşmiş saymadık.

Hane, zade, name, perver, perest gibi kelimelerle, Farsça kurala göre oluşturulan yemekhane, dayızade, beyanname, vatanperver, putperest gibi birleşiklerle yine Farsça ve Arapça kurallara göre oluşturulan ehvenişer, gayrimenkul, methüsena, özbeöz, daüssıla, aleykümselâm, maşallah, fisebilillâh gibi birleşiklerin bitişik yazılması tabiîdir. Bunlar kalıp olarak, tek bir kelime gibi dilimize yerleşmişlerdir ve bu kalıplar yeni kelime yapımında artık kullanılmamaktadır. Buna karşılık Türkçe kurallara göre kurulan benzer anlamlardaki birleşiklerin, gelenekleşmedikleri takdirde bitişik yazılmalarına gerek yoktur. Söz gelişi aş evi, doğum evi ayrı yazılır. Bu örneklerde kelimeler kendi anlamlarını korumaktadır ve aynı yapıyla huzur evi, konuk evi gibi pek çok yeni terim yapılmıştır.
Kuruluşların kanunca belirlenmiş adlarına da İmlâ Kılavuzu'nun müdahale etmesi düşünülemez. Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu gibi kuruluşların özel adları tabiî ki kanunda belirlendiği gibi kullanılacaktır; ancak bir kuruluş adı söz konusu olmayıp kavramlardan bahsediliyorsa bunların iç işleri, yüksek öğretim şeklinde ayrı yazılması, imlâ kurallarımızın gereğidir.
Uzun ünlülerin belli durumlar dışında gösterilmemesi, kesmesiz söylenişi yadırganmayan kelimelerde kesme işaretlerinin kullanılmaması, Arapça ve Farsça kurallara göre oluşturulmuş birleşik yapıların tek bir kelime şeklinde bitişik yazılması ve bunlarda kesme, kısa çizgi gibi birtakım işaretlerin kullanılmaması vb. kurallar tabiî ki ilmî yayınları içine almaz. Eski metinlerin yeni yazıya çevrilmesinde, eski metinlerden yapılan alıntılarda ve bilimsel çalışmalarda, bu çalışmaların gerektirdiği yazılış ve işaretlere başvurulabilir; bu hususa kuralların ilgili bölümlerinde de yer verilmiştir. Ağızlara ait farklı söyleyişlerin de bilimsel çalışmalarda ve sanat eserlerinde gösterilebileceğini unutmamak gerekir.
Kılavuz hazırlanırken bugüne kadarki bütün kılavuzlara bakılmış ve imlâda sorun olan birçok husus veya kelimenin eski kılavuzlarda yer almadığı hayretle görülmüştür. Biz, hiçbir konunun açıkta kalmamasına, sorun olan her nokta ve kelimenin kılavuzda yer almasına çalıştık. Bu bakımdan elimizdeki kılavuz, bugüne kadarki en ayrıntılı kılavuz olmuştur. Bütün bunlara rağmen imlâda istikrara kavuşmak, bütün toplumun uzlaşmasına ve bundan da önemli olarak herkesin imlâda titizlik göstermesine bağlıdır. Özellikle her gün insanımızın eline ulaşan basın yayın organlarının gerekli titizlik ve duyarlığı göstermesi şarttır. Gazetelerimizde imlâ kurallarına uyulursa bu dalga dalga bütün topluma yayılır. Tabiî okullarımızda imlâ kurallarının titizlikle öğretilmesi ve konunun öneminin öğrencilere benimsetilmesi temel şarttır.
Bu kılavuzdan sonra da şüphesiz eleştiriler olacaktır. Yapıcı eleştirilerin dikkate alınacağı da muhakkaktır. İmlâ konusunda toplumca göstereceğimiz duyarlık, bu kılavuzun işlevinin daha iyi bir şekilde yerine getirilmesini sağlayacaktır.

-------------------------------------------

OKUYUCULARIN DİKKATİNE

1. Okuyucular İmlâ Kılavuzu'nun yalnız dizin bölümünü kullanmakla kalmamalı, kurallar bölümünü de okumalı, hatta sık sık bu bölüme de başvurmalıdırlar.

2. "İmlâ Kuralları" bölümünde bazı uyarılara yer verilmiştir. Uyarılar, yanlış anlamaları ve sık yapılan hataları önleyici niteliktedir.

3. Yine kurallar bölümünde, bazı bölüm ve cümlelerin sonunda bk. veya krş. şeklinde göndermeler yer almıştır. Kılavuzu kullananlar, gönderilen yere baktıkları takdirde konuyu daha iyi anlayacaklardır.

4. Kılavuzun dizin bölümüne, bitişik yazılsın, ayrı yazılsın bütün kelimeler alınmaya çalışılmıştır. Bitişik yazılan birleşik fiillerde hem -ma'lı, hem -mak'lı mastarlar alınmış; ayrı yazılanlarda -mak'lı mastarlarla yetinilmiştir.

5. Ver-, bil-, dur-, kal- yardımcı fiilleriyle kurulan birleşik fiiller, kalıplaşmış olanlar dışında, dizine alınmamıştır. Buna karşılık sınırlı sayıda fiille kullanılan gel-, koy-, yaz- yardımcı fiilleriyle kurulanlar dizinde gösterilmiştir.

6. Dilimizde iki şekilde kullanılan kelimeler vardır: Üzere-üzre, sahife-sayfa, İbranîce-İbranca gibi. Bu tür kelimelerin her iki şekli de yanlış olmadığı için dizinde kendi sıralarında ayrı ayrı yer almışlardır.

7. Dizinde, bazı sözlerin yanında yay ayraç içinde açıklamalar verilmiştir. Açıklamalar, kelimelerin doğrudan doğruya tanımını veya anlamını vermek üzere konulmamıştır. Sadece kelimenin ne olduğunu açıklamak ve karıştırılabilecek benzer kelimelerden o kelimeyi ayırmak için açıklamalara başvurulmuştur.

8. Eklerle kullanılırken bazı kelimelerin sonlarında çeşitli ses olayları meydana gelmektedir. Ağaç, kâğıt, kavak gibi kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında sonlarındaki ünsüz tonlulaşmaktadır: ağacı, kâğıdı, kavağı... Bazı kelimeler ise son hecedeki ünlülerini düşürmektedirler: gönlü, zikri, ağzı... Bütün bu değişmeler dizinde ağaç,-cı; gönül,-nlü şeklinde gösterilmiştir. Eklerle kullanılırken değişime uğramayan kelimeler için herhangi bir belirtmeye ihtiyaç duyulmamıştır. Söz gelişi hukuk kelimesi dizinde sadece hukuk şeklinde yer almaktadır. Bu, -u ekini aldığı zaman kelimenin hukuku şeklinde olduğunu, asla hukuğu şekline dönmediğini gösterir. Ancak bu konuda da ikili şekillerin bulunabileceğini gözden uzak tutmamak gerekir: yoku~yoğu, ağza~ağıza, göğse~göğüse.
Bazı alıntı kelimelerde son hecede kalın ünlü bulunduğu hâlde, ek ince olarak gelmektedir. Bu durum da dizinde gösterilmiştir: kalp,-bi, saat,-ti.

9. İsim tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ek alırken araya bir n sesi girer: kaynanadilini, dereotunu... Bu tür birleşik kelimelerin çok az bir kısmında n bulunmaz: ayakkabıyı, yüzbaşıyı. Eki -yı şeklinde alanlar dizinde gösterilmiştir. Bu şekilde gösterilmeyenlerin eki -nı şeklinde aldığı unutulmamalıdır.
İsim tamlaması yapısındaki yer adlarında ise ek hangi şekilde olursa olsun gösterilmiştir. Adapazarı'nı, Altınözü'nü...

10. Dilimize mal olmamış kelimeler (ödünçlemeler) dizinde eğik yazı ile ve özgün imlâları korunarak belirtilmiştir: check-up, fuel-oil...

YAZIM KURALLARI

Düzeltme işareti
Düzeltme işaretinin (^) iki görevi vardır: Uzatma ve inceltme. Bu işaretin kullanılacağı yerler aşağıda gösterilmiştir:

1. Yazılışları bir, anlamları ve okunuşları ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için, okunuşları uzun olan ünlülerin üzerine düzeltme işareti konur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); alim (her şeyi bilici), âlim (bilgin); aşık (ayak bileğindeki kemik), âşık (vurgun, tutkun); hakim (hikmet sahibi), hâkim (yargıç); hali (pazar yerini), hâli (durumu, vaziyeti); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu).

Yazılışları bir, işlevleri ve okunuşları farklı olan Arapça bi-, Farsça bî- ön eklerini birbirinden ayırt etmek için okunuşu uzun olan Farsça bî- ön ekinde düzeltme işareti kullanılır: bîçare (çaresiz), bîtaraf (tarafsız), bîvefa (vefasız); bihakkın (hakkı ile), bizatihi (kendiliğinden), bilumum (bütün, hepsi).

UYARI: Katil (< katl = öldürme) kelimesiyle karışma ihtimali olduğu hâlde katil (ka:til = öldüren) kelimesinin düzeltme işareti konmadan yazılması yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlaşmada düzeltme işaretinin k'yi ince okutması endişesi etkili olmuştur.

2. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen a ve u sesleri üzerine düzeltme işareti konur: dergâh, gâvur, ordugâh, tezgâh, yadigâr; dükkân, hikâye, kâfir, kâğıt, kâr, mahkûm, mekân, mezkûr, sükûn, sükût; ahlâk, billûr, evlât, felâket, hilâl, ilâç, ilân, ilâve, iflâs, ihtilâl, istiklâl, kelâm, lâkin, lâle, lâzım, mahlâs, selâm, sülâle, telâş, üslûp.
Batı kökenli kelimelerde de l ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için düzeltme işareti kullanılır: klâsik, lâhana, lâik, lâmba, Lâtin, melânkoli, plâk, plâj, plân, reklâm.

UYARI: Lâik sözünde l ince okunur, a uzatılmaz.
Ses yansımalı kelimelerde de l ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için düzeltme işareti kullanılır: lâpa lâpa, lâp lâp, lâkırdı, lâppadak.

3. Nispet î'sini göstermek için düzeltme işareti kullanılır: ahlâkî, dâhilî, dünyevî, edebî, fikrî, haricî, iktisadî, insanî, medenî, sıhhî, siyasî. Böylece (Türk) askeri ve askerî (okul), (İslâm) dini ve dinî (bilgiler), (fizik) ilmi ve ilmî (tartışmalar), (Atatürk'ün) resmi ve resmî (kuruluşlar) gibi anlamları farklı kelimelerin karıştırılması önlenmiş olur.

Söyleyişte kısalmış olan nispet î'lerine düzeltme işareti konmaz: çengi, çini, tiryaki, zenci; Kutsi, Necmi, Ruhi.

Nispet î'si bazı Türkçe kelimelerde de kullanılır: altunî, bayatî, gümüşî, kurşunî. Bu örneklerde ikinci heceler de uzun söylenir.

Türkü (< Türkî), varsağı (< Varsağî), Hüsnü, Lütfü, kırmızı gibi kelimelerde nispet î'si ünlü uyumlarına uymuştur.

Nispet î'si alan kelimelere Türkçe ekler getirildiğinde düzeltme işareti olduğu gibi kalır: ciddîleşmek, ciddîlik, millîleştirmek, millîlik, resmîleştirmek, resmîlik.
Sözlük, dizin ve ansiklopedilerde düzeltme işareti almamış olan kelimeler önce gelir.
adet (sayı)
âdet (gelenek, alışkanlık).

----------------------------------------

Ünsüzlerin nitelikleri
Bugünkü Türkiye Türkçe’sinde kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda tonlu (yumuşak) b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: ağaç, ak, at, büyük, ip, ot, saç, üç, yoğurt, yurt. Ancak, anlam farkını belirtmek üzere ad, od, sac gibi birkaç kelimenin yazılışında buna uyulmaz: ad (isim), at (binek hayvanı); od (ateş), ot (bitki); sac (yassı demir), saç (kıl).

Dilimizdeki alıntılar da hac, şad, yad gibi birkaç örnek dışında, kelime sonunda tonsuzlaşma kuralına uymuştur: sebep (< sebeb), kitap (< kitab), bent (< bend), cilt (< cild), bant (< band), etüt (< etüd), metot (< metod), standart (< standard), ahenk (< aheng), hevenk (< aveng), renk (< reng). Bu gibi alıntılar ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında tonsuz (sert) ünsüzler tonlulaşır (yumuşar): sebep / sebebi, kitap / kitabı, bent / bendi, cilt / cildi, etüt / etüdü, metot / metodu, ahenk / ahengi, hevenk / hevengi, renk / rengi. Buna karşılık bank, tank gibi birkaç yabancı kelime bu kurala uymaz.

UYARI: Bazı alıntı sözlerde tonlulaşma (yumuşama) olmaz: ahlâk / ahlâkın, cumhuriyet / cumhuriyete, evrak / evrakı, hukuk / hukuku, ittifak / ittifaka, sepet / sepeti.

Birden fazla heceli kelimelerin sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri iki ünlü arasında kalınca tonlulaşarak (yumuşayarak) b, c, d, ğ'ye dönüşür: çalap / çalabı, kelep / kelebi; ağaç / ağacı, kazanç / kazancı; geçit / geçidi, kanat / kanadı; başak / başağı, bıçak / bıçağı, çocuk / çocuğu, dudak / dudağı, durak / durağı, uzak / uzağı.

Tek heceli kelimelerin sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri ise iki ünlü arasında kalınca çoğunlukla korunur: ak / akı; at / atı; ek / eki; et / eti; göç / göçü; ip / ipi; kaç / kaça, kaçıncı; kök / kökü; ok / oku; ot / otu; saç / saçı; sap / sapı; suç / suçu; üç / üçü, üçüncü. Ancak, tek heceli olduğu hâlde sonundaki ünsüzü tonlulaşan (yumuşayan) kelimeler de vardır: but / budu, dip / dibi, gök / göğü, kap / kabı, kurt / kurdu, uç / ucu, yurt / yurdu.

Dilimizde tonsuz (sert) ünsüzle biten kelimelere gelen ekler tonsuz (sert) ünsüzle başlar: aç-tı, aş-çı, bak-tım, bas-kı, çiçek-ten, düş-kün, geç-tim, ipek-çi, seç-kin, seç-ti, süt-çü. Buna karşılık üçgen, dörtgen, beşgen, dikgen, çokgen kelimeleri bu kurala uymaz.

BAZI KELİME VE EKLERİN YAZILIŞI

Türkçe’nin yazılışında tek sese tek harf ilkesi benimsendiği için genellikle büyük sorunlarla karşılaşılmaz. Ancak, bazı kelime ve eklerde özel durumlar söz konusudur. Bu bakımdan bu tür eklerle kelimelerin yazılışı üzerinde ayrıca durmak gerekir. Sayıların yazılışı da özel olarak ele alınması gereken konulardan biridir.

--------------------------------------

a - ı, e - i değişmesi
Dilimizde a, e ünlüsü ile biten fiillerin şimdiki zaman çekiminde, söyleyişte de yazılışta da a sesleri ı, u; e sesleri i, ü olur: başlıyor, kanıyor, oynuyor, doymuyor; izliyor, diyor, gelmiyor, gözlüyor.
Birden çok heceli olup a, e ünlüleri ile biten fiiller, ünlüyle başlayan ek aldıkları zaman bu fiillerdeki a, e ünlülerinde söyleyişte yaygın bir daralma (ı ve i'ye dönme) eğilimi görülür. Ancak, söyleyişteki ı, i sesleri yazıya geçirilmez: başlayan, yaşayacak, atlayarak, saklayalı, atmayalım, gelmeyen, izlemeyecek, gitmeyerek, gizleyeli, besleyelim.
Buna karşılık tek heceli olan demek ve yemek fiillerinde, söyleyişteki i sesi yazıya da geçirilir: diyen, diyerek, diyecek, diyelim, diye; yiyen, yiyerek, yiyecek, yiyelim, yiye, yiyince, yiyip. Ancak deyince, deyip örneklerindeki e yazılışta korunur.

---------------------------------------
i - ı değişmesi
Dilimize Arapça’dan girmiş bulunan kelimelerde kalın k'den sonra gelen i sesi, ı'ya döner ve ı ile yazılır: inkılâp…

---------------------------------------
b - p değişmesi
Alıntı kelimelerde s ünsüzünden sonra gelen b sesi ünsüz benzeşmesine uğrayarak p'ye dönüşür ve p ile yazılır: ispat, kispet, müspet, naspetmek, nispet, tespih, tespit.
UYARI: s dışındaki tonsuzlardan sonra gelen b'ler p'ye dönmez: ikbal, makbul, takbih, tatbik, teşbih.

---------------------------------------
d - t değişmesi
Dilimize Farsça’dan geçen -dar ekindeki d sesi tonsuz (sert) ünsüzlerden sonra ünsüz benzeşmesine uğrayarak t sesine dönüşmüştür: emektar, minnettar, silâhtar, taraftar. Dilimize Arapça’dan geçen miktar kelimesi ile Hayrettin, Seyfettin, Necmettin gibi özel adlarda da d sesi t'ye dönmüştür.

Buna karışlık Arapça’dan dilimize giren birçok kelimede tonsuz (sert) ünsüzlerden sonra gelen d korunmuştur: takdim, takdir, takdis, tasdik, tekdir.
Alıntı kelimelerin hece sonlarında bulunan d sesi ise kendisinden sonra gelen tonsuz ünsüzlerin etkisinde kalarak t sesine dönüşür ve t ile yazılır: methiye, tetkik.

---------------------------------------
ğ - v değişmesi
Dilimizde değişik biçimlerde yazılan birtakım Türkçe kelimeler vardır: döğmek, dövmek; göğermek, gövermek; oğmak, ovmak; öğmek, övmek; söğmek, sövmek. Dilimizde o, ö seslerinden sonra gelen ğ’lerin v’ye dönme eğilimi güçlüdür. Ortak söyleyişte v'li biçimler daha yaygın olmakla birlikte ğ’li biçimler de büsbütün ortadan kalkmış değildir.

---------------------------------------
n - m değişmesi
Dilimizde b ünsüzünden önce gelen n ünsüzü bazı örneklerde m'ye dönüşür: saklambaç (< saklanbaç), dolambaç (< dolanbaç), ambar (< anbar), amber (< anber), cambaz (< canbaz), çarşamba (< çeharşenbe), perşembe (< pencşenbe), çember (< çenber), kümbet (< gunbed), memba (< menba), mümbit (< munbit), tambur (< tunbur). Buna karşılık İstanbul, bin bir, binbaşı, onbaşı gibi kelimelerde söyleyişte m'ye doğru bir kayma olmasına rağmen yazıda n sesi korunur.

---------------------------------------
Ünsüz türemesi (y - v)
Türkçe kökenli kelimelerde iki ünlü yan yana bulunmadığından bazı alıntı kelimelerde ünlüler arasında y, v sesleri türemiştir: fiyat (< fiat), fayda (< faide), zayıf (< zaif), mavna (< ma'ûna); konservatuvar, lâboratuvar, pisuvar, repertuvar, trotuvar, tuval, tuvalet.
Buna karşılık birçok örnekte y, v türemesi görülmez: duayen, fail, faiz, fuar, fuaye, kuaför, lâik, puan, suare.

---------------------------------------
Ünsüz düşmesi
Türkçe’de ikiz (şeddeli) ünsüz bulunmaz. Bu bakımdan Arapça’dan dilimize girmiş olan ve sonunda ikiz ünsüz bulunan kelimelerin yalın durumunda ünsüzlerden biri düşer (ünsüz tekleşir):
hak (< hakk), his (< hiss), ret (< redd), zan (< zann), zem (< zemm).
Bu tür kelimelere ünlüyle başlayan bir ek geldiği zaman düşen ünsüz ortaya çıkar:
hak / hakka, his / hissimiz, ret / reddi, zan / zannımca, zem / zemmi
Öte yandan afv kelimesinde v düşmüş ve bu durum yazıya da geçmiştir: af (< afv). Ancak, kelime ünlüyle başlayan bir ek aldığı zaman f sesi ikizleşir: affa uğramak
Alıntı kelimelerden ft, st ünsüz çiftleriyle bitenlerin bir kısmında t sesi söyleyişte düşme eğilimi göstermekle birlikte yazılışta korunur: çift, rast, serbest.

UYARI: Farsça’dan dilimize girmiş hane sözüyle yapılan birleşik kelimelerde;
ha hecesi korunmuştur: birahane, muayenehane, yazıhane; darphane, dökümhane, yatakhane. Görüldüğü gibi kelime ünlüyle de ünsüzle de bitse ha hecesi korunmaktadır. Bazı örneklerde ise söyleyişte düşme eğilimi görülür. Yazıda birliğin sağlanabilmesi için bu tür örneklerde de ha hecesinin yazılması gerekir: dershane, eczahane, hastahane, pastahane, postahane (bk. Birleşik kelimeler A. 24).
UYARI: Fransızca’dan dilimize girmiş olan sürpriz kelimesinde söyleyişte de yazılışta da r ünsüzü korunur; kelimenin süpriz şeklinde söylenmesi yanlıştır.

---------------------------------------
Mastar eklerinin yazılışı
-ma, -me ile biten mastarlar -a, -e, -ı, -i ekleriyle genişletildiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer: kazanma-y-a, aldanma-y-ı, okuma-y-a, yazma-y-ı, sevme-y-e, görme-y-i, gülme-y-e, silme-y-i.
-mak, -mek ile biten mastarlardan sonra -a, -e, -ı, -i eklerinden biri gelirse -k ünsüzü yumuşar: ... yazmağa (başladı). ... bildirmeğe (geldim). Ancak mastarlarda y'li yazılışa doğru güçlü bir eğilim vardır.

----------------------------------------
-ki aitlik ekinin yazılışı
-ki aitlik eki ünlü uyumlarına uymaz: akşamki, yarınki, duvardaki, Turgut'unki, yoldaki, ondaki, yazıdaki, onunki.
Yalnız birkaç örnekte bu ek, ünlü uyumlarına uyar: bugünkü, dünkü, öbürkü.

----------------------------------------
Ki bağlacının yazılışı

Ki bağlacı ayrı yazılır: demek ki, kaldı ki, bilmem ki.
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin.
UYARI: Ancak ki bağlacı, birkaç örnekte kalıplaşmış olduğu için bitişik yazılır:
Sanki , Belki, Hâlbuki, Çünkü, Mademki, Meğerki, Oysaki,.
Şüphe ve pekiştirme göreviyle kullanılan ki sözü de ayrı yazılır: Babam geldi mi ki? Başbakan konuşacak mı ki?

----------------------------------------
mı, mi, mu, mü soru ekinin yazılışı

1. mı, mi, mu, mü soru eki gelenekleşmiş olarak ayrı yazılır: Kaldı mı? Sen de mi Brutus?İnsanlık öldü mü?
2. Soru ekine birtakım ekler de getirilebilir. Bu ekler soru ekiyle bitişik yazılır:
Verecek misin? Okuyor muyuz? Çocuk muyum? Gelecek miydi? Ölür müsün, öldürür müsün?
3. Sorudan başka görevlerde kullanıldığı zaman da ayrı yazılır: Güzel mi güzel! Yağmur yağdı mı dışarı çıkamayız.

----------------------------------------
Da, de bağlacının yazılışı

1. Da, de bağlacı ayrı yazılır; ancak, kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak büyük ünlü uyumuna uyar ve da, de biçimini alır: Kızı da geldi gelini de. Orhan da biliyor. Oğluna da bildirdi. Sen de mi kardeşim?

UYARI: Ayrı yazılan da, de hiçbir zaman ta, te şeklinde yazılmaz.
UYARI: Ya sözüyle birlikte kullanılan da mutlaka ayrı yazılır (ya da).
UYARI: Da, de bağlacı, kendisinden önceki kelimeden kesme ile ayrılmaz.
UYARI: Bulunma hâli eki olan -da, -de, -ta, -te'nin da, de bağlacı ile hiçbir ilgisi yoktur; bulunma hâli eki getirildiği kelimeye bitişik yazılır: devede kulak, evde kalmak, ayakta durmak, çantada keklik. Yeme de yanında yat.

---------------------------------------------

-İmek ek fiilinin yazılışı

1. İmek ek fiili ayrı yazıldığı zaman ünlü uyumlarına uymaz: kalır idim, durur idim, dargın imiş, yorgun ise.
2. Ancak, imek fiili bugün daha çok ekleşmiş olarak kullanılmakta ve ünlü uyumlarına uymaktadır.
3. Ünlüyle biten kelimelere eklendiği zaman i- ünlüsü düşebilir. Bu durumda araya y ünsüzü girer: satıcıydı (satıcı idi), yoncaymış (yonca imiş), yabancıymış (yabancı imiş), başıymış (başı imiş), sonuncuydu (sonuncu idi), ikinciymiş (ikinci imiş), neyse (ne ise), deliyse (deli ise).
4. Ünsüzle biten kelimelere eklendiği zaman da i- ünlüsü düşebilir: kalırmış (kalır imiş), yorgundu (yorgun idi), yakarsa (yakar ise), toprakmış (toprak imiş), yakmışsa (yakmış ise), güzelmiş (güzel imiş), gelirse (gelir ise)

----------------------------------
Alıntı kelimelerde kesmeli yazılış

1. Türkçe’nin ses düzeni gereğince iki ünlü arasındaki ünsüzler kendilerinden önce gelen ünlüyle değil kendilerinden sonra gelen ünlüyle hece kurarlar: a-ra-ba-cı, o-ku-lu-muz, se-vi-ne-cek-ler, ta-şı-na-bi-lir.
Ancak içlerinde Arapça’ya özgü gırtlak ünsüzü (ayın ve hemze) bulunan bazı alıntı kelimelerde, bu durumdaki ünsüzlerin kendilerinden önceki ünlüyle hece kurdukları da görülür: cüz-î, hal-etmek, iş-ar, iz-an, kıt-a, kur-a, Kur-an, mel-un, mer-i, meş-ale, meş-um, nez-etmek, sun-î, vak-a, vüs-at. Bu kelimeler yazılışta kesmeyle gösterilir: cüz'î, hal'etmek, iş'ar, iz'an, kıt'a, kur'a, Kur'an, mel'un, mer'i, meş'ale, meş'um, nez'etmek, sun'î, vak'a, vüs'at. Bu yapıda olup da tamamen Türkçenin ses düzenine uymuş, çok sık kullanılan ve kesmesiz okunduğunda yadırganmayan kelimelerde kesme kullanılmaz: defa, defetmek, heyet, menetmek, mesele, neşe, neşet, sanat.
2. Arapça’dan alınmış bazı sözlerde gırtlak ünsüzü kelimenin sonunda bulunur. Bu durumda gırtlak ünsüzü söyleyiş bakımından tamamen erimiş durumdadır: cüz, def, hal, kat, men
Ancak bu kelimeler iyelik ekleriyle kullanıldığı takdirde, kelimeyle iyelik eki arasına kesme konur: cüz'ü, def'i, hal'i, kat'ı, men'i, nev'i, tab'ı, vaz'ı.
3. Sonunda gırtlak ünsüzü bulunan kelimeler iyelik ekini -ı, -i biçiminde alırlar: bayi-i, cami-i, mâni-i, memba-ı, mısra-ı, sanayi-i. Ancak cami ve mâni sözlerinde iyelik eki -si biçiminde de gelebilir: cami-si, mâni-si.
Bu tür kelimeler yönelme ve yükleme hâli eklerini (-e, -i) alınca, araya y sesi girebileceği gibi y'siz de yazılabilir: bayi-ye, cami-ye, memba-ya, mevzu-ya, mısra-ya; bayi-yi, cami-yi, memba-yı, mevzu-yu, mısra-yı; bayi-e, cami-e, memba-a, mevzu-a, mısra-a; bayi-i, cami-i, memba-ı, mevzu-u, mısra-ı.
UYARI: Bayi, cami, sanayi gibi kelimeler yalın hâlde iken tek i ile yazılır.

---------------------------------------------
Hece yapısı ve satır sonunda kelimelerin bölünmesi

Türkçe’de kelime içinde iki ünlü arasındaki ünsüz, kendinden önceki ünlüyle değil, kendinden sonraki ünlüyle hece kurar: a-ra-ba, ka-ra-ca, ta-le-be.
Ancak bazı alıntı kelimelerde iki ünlü arasındaki ünsüz kendinden sonraki ünlüyle değil, kendinden önceki ünlüyle hece kurar: cüz'î, kur'a, Kur'an, vüs'at (bk. Alıntı kelimelerde kesmeli yazılışı).
Kelime içinde yan yana gelen ünsüzlerden sonuncusu kendisinden sonraki ünlüyle, diğerleri kendilerinden önceki ünlüyle hece kurar: bir-lik, sev-mek, Türk-çe, Kork-maz.
Türkçe’de satır sonunda kelimeler bölünebilir, fakat heceler bölünemez. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna kısa çizgi (-) konur.
Burasını ilk defa görüyormuş gibi duvarlara, perdelere, möblelere, eşyalara bakıyor, hayret ediyordu. Bütün bu muhitte Türk hayatına, Türk ruhuna ait bir gölge, bir çizgi bile yoktu. Birden Bursa'daki çocukluğunun geçtiği baba evini hatırladı; sofada rahat ve beyaz örtülü divanlar vardı.
(Ömer Seyfettin, Primo Türk Çocuğu)
UYARI: Bitişik yazılan kelimelerde de bu kurala uyulur:
baş-öğretmen değil, ba-şöğ-ret-men; ilk-okul değil, il-ko-kul; Karaosman-oğlu değil, Karaosmanoğ-lu.
UYARI: Ayırmada satır sonunda ve satır başında tek harf bırakılmaz:
a-raba değil, ara-ba;müdafa-a değil, müda-faa;
UYARI: Kesme işareti satır sonuna geldiği zaman yalnız kesme işareti kullanılır; ayrıca çizgi kullanılmaz.
................................................................................................... Edirne'
nin...
UYARI: Rakamların satır sonuna gelmesi durumunda da yalnız kesme işareti kullanılır:
................................................................................................. 1996'
da...
UYARI: Gırtlak ünsüzü için kesme kullanılan kelimelerde kesmeli heceler satır sonuna getirilmez:
meş'-aleyi değil, meş'a-leyi; vüs'-ati değil, vüs'a-ti.

------------------------------------
Sayıların yazılışı

1. Sayılar rakamla da yazıyla da yazılabilir. küçük sayılar, yüz ile bin sayıları ve daha çok edebî karakter taşıyan metinlerde geçen sayılar yazıyla gösterilir: iki hafta sonra, haftanın beşinci günü, üç ayda bir, dört kardeş…
Buna karşılık saat, para tutarı, ölçü, istatistik verilere ilişkin sayılar ile büyük sayılarda rakam kullanılır:

öğleden sonra saat 17.30'da, 1.500.000 lira, 25 kilogram, 150 kilometre, 15 metre kumaş, 1.250.000 kişi.

Saat ve dakikaların metin içinde yazıyla yazılması da mümkündür: saat dokuzu beş geçe, saat yediye çeyrek kala, saat sekizi on dakika üç saniye geçe, meselâ saat onda.

2. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır: iki yüz, üç yüz altmış beş.
UYARI: Ancak para ile ilgili işlem ve belgelerde sayılar bitişik yazılır:
yüzdoksanbin, ikiyüzellibin, beşyüzaltmışbin
3. Sıra sayıları yazıyla ve rakamla gösterilebilir. Rakamla gösterilmesi durumunda ya rakamdan sonra bir nokta konur veya rakamdan sonra kesme konularak derece gösteren ek yazılır: 15., 56., XX.; 5' inci, 6' ncı.
4. Üleştirme sayıları rakamla değil yazıyla belirtilir: ikişer, dokuzar, yüzer; üçer üçer, onar onar.

-------------------------------------------

Büyük harflerin kullanıldığı yerler

A. Cümle büyük harfle başlar:

Hayatta en hakikî mürşit ilimdir. Ak akça kara gün içindir.
1. Cümle içinde başkasından aktarılan ve tırnak içine alınan cümleler de büyük harfle başlar:
Atatürk, " Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur." diyor.
2. Tırnak içinde aktarılan söz, tam bir cümle değilse veya cümlenin baş tarafı alınmamışsa büyük harfle başlamaz:
Nabi'nin "... var içinde" redifli gazeli Divan'ında uyuyor.
3. Ayrıca iki çizgi arasındaki açıklama cümleleri de büyük harfle başlamaz:
4. İki noktadan sonra gelen cümleler de büyük harfle başlar:
Bence edebiyatın temel görevi şudur: Hem günlük hayatı, hem geleceği hem de hayatın felsefesini işlemektir.
UYARI: İki noktadan sonra cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralanırsa bu örnekler büyük harfle başlamaz:
Bazı örneklerde -sız eki kalıplaşmıştır: densiz, hırsız, ıssız, öksüz.

B. Özel adlar büyük harfle başlar.
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar:
Mustafa Kemal Atatürk, Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Mehmet Emin Yurdakul,
2. Takma adlar da büyük harfle başlar: Muhibbî (Kanunî Sultan Süleyman), Server Bedi (Peyami Safa)
3. Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar ve meslek adları büyük harfle başlar:
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Hamdi Bey, Bay Ali Çiçekçi, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Doktor Behçet Uz, Mareşal Fevzi Çakmak, Yüzbaşı Cengiz Topel.
4. Tarihî kişilerin adlarından önce gelen unvan ve lâkaplar da büyük harfle başlar:
Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman, Genç Osman, Avcı Mehmet
UYARI: Akrabalık adları bildiren kelimeler büyük harfle başlamaz. Ancak akrabalık bildiren kelimeler lâkap yerine geçtiği zaman büyük harfle başlar
Fahriye abla, Ayşe teyze, Fatik nine, Saim amca, Ali enişte; Nene Hatun, Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan.
5. Resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, unvan bildiren kelimeler büyük harfle başlar:
Sayın Bakan, Sayın Başkan, Sayın Profesör, Sayın Vali.
6. Mektuplarda ve resmî yazışmalarda hitapların ilk kelimesi de büyük harfle başlar:
Sevgili kardeşim, Aziz dostum, Değerli arkadaşım.
7. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar: Düldül, Sarıkız, Fino, Karabaş, Pamuk, Minnoş, Tekir, Kiraz
8. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar:
Türk, Alman, İngiliz, Rus, Arap, Japon; Oğuz, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar; Karakeçili, Hacımusalı.
9. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar:
Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça; Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca.
10. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını anlatan sözler büyük harfle başlar:
Müslüman, Hristiyanlık, Budizm; Hanefî / Hanefîlik, Malikî / Malikîlik, Protestan / Protestanlık, Katolik / Katoliklik.
11. Din ve mitoloji kavramlarını karşılayan özel adlar büyük harfle başlar:
Tanrı, Allah, Cebrail, Zeus, Oziris, Kibele
KayıUYARI: Ancak tanrı?kelimesi özel ad olarak kullanılmadığı zaman küçük harfle başlar: Eski Yunan tanrıları.
12. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar: Merkür, Dünya, Neptün, Plüton, Halley.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri yalnız coğrafya ve gök bilimiyle ilgili yayınlarda terim olarak kullanıldığı zaman büyük harfle başlar; bunun dışındaki durumlarda küçük harf kullanılır.
13. Yer adları (kıt'a, ülke, bölge, il, ilçe, köy, semt, cadde, sokak vb.) büyük harfle başlar:
Asya, Türkiye, İç Anadolu, Yakın Doğu; Ankara, Turgutlu, Ürgüp, Bahçelievler, Atatürk Bulvarı, Asmalımescit Sokağı.
UYARI: Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz… tür isimleri küçük harfle başlar:
Marmara denizi, Aral gölü, Balkaş gölü, Sakarya ırmağı, Meriç / Tuna nehri, Alp dağları, Altay dağları, Erciyes dağı.
UYARI: İkinci isim özel isme dâhil ise ve ikisi birden kastedilen kavramı karşılıyorsa, ikinci isim büyük harfle başlar:
Çanakkale Boğazı, İstanbul Boğazı; Beyşehir Gölü, Van Gölü, Tuz Gölü; Anadolu Kavağı, Rumeli Kavağı; Gülek Geçidi; Ağrı Dağı; Konya Ovası, Haymana Ovası, Muş Ovası; Adalar Denizi.
NOT: Bu örneklerde ikinci isim kullanılmadığı takdirde söz konusu yer adı anlaşılmaz. Meselâ Çanakkale Boğazı sadece Çanakkale kelimesiyle anlatılamaz; sadece Çanakkale denildiği zaman Çanakkale şehri anlaşılır.
14. Mahalle, meydan, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Karaköy Meydanı, Atatürk Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı…
15. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar:
Topkapı Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Bilge Kağan Anıtı.
16. Kurum, kuruluş ve kurul adları büyük harfle başlar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Türk Ocağı, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu,
UYARI: Kuruluş bildiren kelimeler, belli bir kurum kastedildiği zaman büyük harfle başlar:
Bu yıl Meclis, yeni döneme erken başlayacaktır. Kurum, imlâ konusunda yoğun bir çalışma içine girmiştir.
17. Kitap, dergi, gazete, tablo, heykel ve hukukla ilgili kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Safahat, Türk Dili, Varlık; Milliyet, Halı Dokuyan Kızlar (tablo); Düşünen Adam (heykel); Medenî Kanun…
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz:
Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu.
UYARI: Kitap adlarında ve başlıklarda, arada ve sonda bulunan ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır:
Maî ve Siyah, Suç ve Ceza, Leylâ ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı? Diyorlar ki, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe…
18. Millî ve dinî bayramların adları büyük harfle başlar:
Cumhuriyet Bayramı, Ramazan Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Nevruz Bayramı…
UYARI: Bayram niteliği kazanmış günlerin adları da büyük harfle başlar:
Anneler Günü, Öğretmenler Günü, Tıp Bayramı.
UYARI: Ancak genel nitelikteki günlerin, haftaların, mevsimlerin, kurultay, bilgi şöleni vb. toplantıların adları küçük harfle başlar: tiyatro günü, kitap haftası, film haftası, sağlık haftası, dil kurultayı.
19. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar:
Kurtuluş Savaşı, Cilâlı Taş Devri, İlk Çağ, Yükselme Devri, Millî Edebiyat Dönemi, Tanzimat Dönemi.
UYARI: Ancak tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar:
divan edebiyatı, halk şiiri, klâsik Türk edebiyatı, Türk sanat müziği, tekke edebiyatı, Servet-i Fünun edebiyatı..
NOT: Bunlardan bölüm ve ana bilim dalı olarak kullanılıp özel ad durumuna gelmiş olanlar büyük harfle başlar:
Eski Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
20. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Türkolog, Türkoloji, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Bursalı.
21. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde özel adlar büyük harfle başlar:
Antep fıstığı, Brüksel lâhanası, Behçet hastalığı, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi, Vaşington portakalı.

Ç. Belli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Mayıs Salı, 1919 Mayıs’ının 19'uncu günü,
UYARI: Ancak belli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar:
Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantılarını perşembe günleri yaparız.

---------------------------------------------
BİRLEŞİK KELİMELER
Dilimizde yeni bir kavramı karşılamak için yararlandığımız yollardan biri, kelime birleştirmesidir. Kelime birleştirmesi yoluyla kurulan sözlere birleşik kelime adı verilir. Birleşik kelimeler söz varlığımızda geniş bir yer tutar. Birleşik kelime terimi için bileşik kelime denilmesi yanlıştır.
Dilimizde belirtisiz isim tamlamaları, sıfat tamlamaları, isnat grupları, birleşik fiiller, ikilemeler, kısaltma grupları ve kalıplaşmış çekimli fiillerden oluşan ifadeler, yeni bir kavramı karşıladıkları zaman birleşik kelime olurlar: yer çekimi, hanımeli, ses bilgisi; beyaz peynir, açıkgöz, toplu iğne; eli açık, ayak yalın, günü birlik, sırtı pek; söz etmek, zikretmek, hasta olmak; gelebilmek, çoluk çocuk, çıtçıt, ev bark; baş üstüne, günaydın; sağ ol, ateşkes, külbastı.
Görüldüğü gibi birleşik kelimeler bitişik de ayrı da yazılabilmektedir.

------------------------------------------------
A. Bitişik yazılan birleşik kelimeler (Bitişik kelimeler)
Birleşik kelimeler, yazılış bakımından bitişik yazılanlar ve ayrı yazılanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik yazılan birleşik kelimelere bitişik kelime adı verilir.
Birleşik kelimeler aşağıdaki durumlarda bitişik kelime olurlar ve bitişik yazılırlar.
1. Ses düşmesine uğrayan birleşik kelimeler bitişik yazılır: kaynana (< kayın ana), kaynata (< kayın ata), nasıl (< ne asıl), niçin (< ne için), pazartesi (< pazar ertesi), sütlaç (< sütlü aş), birbiri (< biri biri).
2. Dilimize Arapça’dan girmiş azil (< azl), emir (< emr), hüküm
(< hükm), kayıp (< gayb), keşif (< keşf), küfür (< küfr), nakil (< nakl) gibi birtakım kelimeler etmek, edilmek, olmak, olunmak, eylemek yardımcı fiilleriyle birleşirken asıllarına uyarak ikinci hecedeki ünlülerini düşürürler. Bu gibi kelimelerle yapılan birleşik fiiller bitişik yazılır: azletmek, azledilmek, emretmek, hükmetmek, hükmolunmak, kaybolmak, kaydedilmek, keşfetmek, keşfedilmek, küfretmek, nakletmek, neşretmek, neşrolunmak, sabretmek, seyretmek, şükreylemek, zikretmek (krş. Birleşik kelimeler B. 1; Alıntı kelimelerin yazılışı 1).
UYARI: Bu kelimeler ünlüyle başlayan bir yardımcı fiil veya ek almadıkları zaman azil, defin, emir, hüküm, kayıp, keşif, meyil, nakil, sabır, vecit, zeyil, zikir şeklinde söylenir ve yazılır.
UYARI: Söyleyişte tonlulaşma şeklinde ses değişmesine uğrayanlar ayrı yazılır: azat etmek, hamt etmek, derç etmek, iz'aç etmek, iktisap etmek, harp etmek. Bu örneklerde tonluluk söyleyişte belirtilir.
3. Dilimize Arapça’dan girmiş af (< afv), his (< hiss), ret (< redd), zan (< zann), zem (< zemm) gibi birtakım kelimeler etmek, edilmek, olmak, olunmak, eylemek yardımcı fiilleriyle birleşirken sondaki sesler, asıllarına uyarak veya asıllarının etkisinde kalarak çift sese dönüşür. Bu tür birleşik fiiller bitişik yazılır: affetmek, affolunmak, halletmek, hissetmek, hissedilmek, reddeylemek, reddolunmak, zannetmek, zemmetmek
4. İsim kısımları tek başına kullanılmayıp sadece etmek, olunmak yardımcı fiilleriyle kalıplaşan birleşik kelimeler bitişik yazılır: ahzetmek, bahşetmek, bahşolunmak, hamletmek, hazfetmek, nez'etmek, rekzetmek, serdetmek.
5. Sonunda Arapça’ya özgü gırtlak ünsüzü (ayın ve hemze) olan kelimeler etmek, olunmak fiilleriyle birleşik fiil kurduklarında bitişik yazılır: defetmek, hal'etmek (tahttan indirmek), katetmek, menetmek, menolunmak, tabetmek (bk. Alıntı kelimelerde kesmeli yazılış).
6. Vurgusu son heceye kaymış birleşik kelimeler bitişik yazılır: açıkgöz, anaerkil, ataerkil, babayiğit, bastıbacak, boşboğaz, büyükbaş (hayvan), camgöz, cingöz, çınayaz, düztaban, elense, elverişli, günaydın, işveren, kafakol, Karagöz, karagöz (balığı), küçükbaş (hayvan), önayak (olmak), paragöz, pisboğaz, tepegöz, tıknefes.
Vurgusu son hecede bulunan ikilemeler de bitişik yazılır: cırcır (böceği), cızbız, civciv, çıtçıt, dırdır, fırfır, fısfıs, hımhım, hoşbeş, şıpşıp (bir tür terlik), altüst (etmek), yüzgöz (olmak).
7. Eş anlamlı ikilemelerde vurgu normal olarak ikinci hecededir. Vurgusu ilk heceye kayan ikilemeler bitişik yazılır: darmadağın, darmadağınık, darmaduman, karmakarışık (krş. Birleşik kelimeler B. 7).
8. Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır (krş. Birleşik Kelimeler B. 2).
a. Organ bildiren sözlerle kurulan bitki, hayvan, hastalık, alet, eşya, tarz ve yiyecek adları:
aslanağzı (bitki), aslankuyruğu (bitki), aslanpençesi (bitki), ayıkulağı (bitki), cinsaçı (bitki), civanperçemi (bitki), gelinparmağı (üzüm), geyikdili (bitki), horozgözü (bitki), horozibiği (bitki), itburnu (bitki), katırtırnağı (bitki), kazayağı (bitki), keçiboynuzu (bitki), keçimemesi (üzüm), keçisakalı (bitki), kızkalbi (bitki), koyungöbeği (mantar), köpekayası (bitki), kurtbağrı (bitki), kuşburnu (bitki), sığırödü (bitki), tavşanbıyığı (bitki), turnagagası (bitki); açıkağız (bitki), akkuyruk (çay), alabaş (bitki), altınbaş (kavun), altıparmak (palamut), beşbıyık (muşmula), karabaldır (bitki).
danaburnu (böcek), öküzburnu (kuş); akbaş (kuş), alabacak (at), beşparmak (deniz hayvanı), beşpençe (deniz hayvanı), çakırkanat (ördek), elmabaş (tepeli dalgıç), iribaş (kurbağa kurtçuğu), kababurun (balık), kamçıkuyruk (koyun), kamışkulak (at), karabaş, karagöz (balık), karakulak (hayvan; haberci), kepçeburun (yaban ördeği), kızılkanat (balık), sarıağız (balık), sarıgöz (balık), sarıkulak (balık), sarıkuyruk (balık), tokmakbaş (balık), uzunkuyruk (kuş), yeşilbaş (ördek).
itdirseği (arpacık); delibaş (hastalık), karabacak (hastalık), karataban (hastalık).
balıkgözü (halka), deveboynu (boru), domuzayağı (çubuk), domuztırnağı (kanca), horozayağı (burgu), kargaburnu (alet), keçitırnağı (oyma kalemi), kedigözü (lâmba), leylekgagası (alet), sıçankuyruğu (törpü); baltabaş (gemi) gagaburun (gemi), kancabaş (kayık).
ayıbacağı (yelken tarzı), balıksırtı (desen), civankaşı (nakış), eşeksırtı (çatı tarzı), kazkanadı (oyun), kırlangıçkuyruğu (işaret), koçboynuzu (işaret), köpekkuyruğu (spor), sıçandişi (dikiş).
dilberdudağı (tatlı), hanımgöbeği (tatlı), hanımparmağı (tatlı), kadınbudu (köfte), kadıngöbeği (tatlı), kargabeyni (yemek), kedidili (bisküvi), tavukgöğsü (tatlı), vezirparmağı (tatlı).
İlk ögesi organ adı olan şu örnekler de bitişik yazılır: bağrıkara (kuş), baldırıkara (bitki), baştankara (kuş), karnıkara (börülce), sırtıkara (balık), yanıkara (hastalık).
b. Eşya veya nesne bildiren sözlerle kurulan bitki, hayvan, tarz, yiyecek ve oyun adları:
acemborusu (bitki), çayırsedefi (bitki), çobançantası (bitki), çobandüdüğü (bitki), çobaniğnesi (bitki), çobantarağı (bitki), çobantuzluğu (bitki), gelinfeneri (bitki), güveyfeneri (bitki), katranköpüğü (mantar), keçisedefi (bitki), kuşekmeği (bitki), kuşyemi (bitki), kuzgunkılıcı (bitki), suibriği (bitki), suoku (bitki), suşeridi (bitki), şeytanarabası (uçuşan tohum), şeytanfeneri (bitki), şeytantersi (bitki), venüsçarığı (bitki), yılanyastığı (bitki).
sazkayası (balık), şeytaniğnesi (hayvan), yılaniğnesi (balık).
balgümeci (dikiş), beşikörtüsü (çatı tarzı), turnageçidi (fırtına).
bülbülyuvası (tatlı), kuşlokumu (kurabiye).
beştaş (oyun), dokuztaş (oyun), üçtaş (oyun).
c. İnsana özgü isim ve sıfatlarla kurulan bitki, hayvan ve eşya adları: adayavrusu (tekne), akşamsefası (bitki), camgüzeli (bitki), çadıruşağı (bitki), çayırgüzeli (bitki), çayırmelikesi (bitki), gecesefası (bitki), gündüzsefası (bitki), saksıgüzeli (çiçek), yalıçapkını (kuş); bozbakkal (kuş), bozyürük (yılan), karadul (örümcek), sarısabır (bitki).
ç. Benzetme yoluyla kurulan gök cisimlerinin adları: Altıkardeş (yıldız kümesi), Arıkovanı (yıldız kümesi), Büyükayı (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), Güneybalığı (yıldız), Küçükaslan (yıldız), Küçükayı (yıldız kümesi), Kervankıran (yıldız), Samanuğrusu (yıldız kümesi), Samanyolu (yıldız kümesi), Üçkardeş (yıldız kümesi), Yedikardeş (yıldız kümesi)
d. İnsan isimleriyle kurulan bitki, hayvan ve yemek adları: alinazik (kebap), ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), havvaanaeli (bitki), karafatma (böcek), meryemanaeldiveni (bitki).
9. -a, -e ve -ı, -i, -u, -ü ekleriyle yapılmış tasvir fiilleri, yardımcı fiil anlam değişmesine uğradığı için bitişik yazılır: düşünebilmek, yapabilmek; uyuyakalmak; gidedurmak, yazadurmak; çıkagelmek, olagelmek, süregelmek; düşeyazmak, öleyazmak; açıvermek, alıvermek, gelivermek, gülüvermek, uçuvermek.
Görmek yardımcı fiiliyle yapılan ve emir biçiminde kullanılan birleşik fiiller de bitişik yazılır: düşmeyegör, ölmeyegör.
Bilmek yardımcı fiiliyle yapılan ve kalıplaşmış olan alabildiğine kelimesi de bitişik yazılır.
10. Bir veya iki ögesi emir kipiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: alaşağı (etmek), albeni, ateşkes, çalçene, çalyaka, dönbaba, gelberi, incitmebeni, rastgele, sallabaş, sallasırt, sıkboğaz, unutmabeni; çekyat, geçgeç, kaçgöç, kapkaç(çı), örtbas, seçal (self-servis), veryansın (etmek), yapboz (puzzle), yazboz.
11. -an/-en, -r/-ar/-er ve -maz/-mez ekleriyle kurulmuş sıfat-fiil gruplarından kalıplaşmış birleşik kelimeler gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
ağaçkakan, ağrıkesen, ahmakıslatan, alaybozan, boğazkesen, böcekkapan, buzkıran, cankurtaran, çobanaldatan, çöpçatan, dalgakıran, dalkıran, dalkurutan, damardaraltan, damargenişleten, demirkapan, elöpen, etyaran, fındıkkıran, filizkıran, gelinboğan, gökdelen, günebakan, ordubozan, oyunbozan, saçkıran, yelkovan, yolgeçen, yolkesen;
akımtoplar, alkolölçer, altıpatlar, amperölçer, asitölçer, aynabakar, barışsever, basınçölçer, betonkarar, bilgisayar, bilgiyazar, çoksatar, dilsever, eğimölçer, füzeatar, gazölçer, özezer, özsever, pürüzalır, sanatsever, tekerçalar, uçaksavar, yurtsever;
baştanımaz, değerbilmez, etyemez, hacıyatmaz, kadirbilmez, kargasekmez, karıncaezmez, karıncaincitmez, kuşkonmaz, külyutmaz, sugeçirmez, tanrıtanımaz, töretanımaz, varyemez, vurdumduymaz (krş. Birleşik kelimeler B. 3).
12. -dı (-di /-du / -dü, -tı/ -ti /-tu /-tü) ekiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır: albastı, ciğerdeldi, çıtkırıldım, dalbastı, fırdöndü, gecekondu, gündöndü, günindi, hünkârbeğendi, imambayıldı, karyağdı, kaşbastı, kedibastı, kolbastı, mirasyedi, papazkaçtı, serdengeçti, şıpsevdi, toprakbastı, zıpçıktı; eltieltiyeküstü (desen).
13. Her iki ögesi de -dı (-di /-du /-dü, -tı /-ti /-tu /-tü) veya -r /-ar /-er eklerini almış ve kalıplaşmış bulunan birleşik kelimeler bitişik yazılır: dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, uçtuuçtu (oyun); biçerbağlar, biçerdöver, göçerkonar, kazaratar, konargöçer, okuryazar, uyurgezer, yanardöner, yüzergezer.
Aynı yapıda olan çakaralmaz kelimesi de bitişik yazılır.
14. Hayvan, bitki, organ ve çeşitli nesne adlarıyla kurulan ve içinde renklerden birinin adı veya renk sözü geçmeyen renk adları bitişik yazılır: baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, gülkurusu, güvercinboynu, güvercingöğsü, kazayağı, kavuniçi, kazboku, kızılşap, narçiçeği, ördekbaşı, ördekgagası, tavşanağzı, tavşankanı, turnagözü, vapurdumanı, vişneçürüğü, yavruağzı (krş. Birleşik kelimeler B. 4).
Örneklerden sonra renk sözü kullanılırsa bu söz ayrı yazılır: devetüyü rengi, fildişi rengi, gülkurusu rengi.
15. Renk adlarıyla kurulan ve bitki, hayvan veya hastalık türlerinden birini gösteren birleşik kelimeler bitişik yazılır: akağaç, akçaağaç, akdarı, akdiken, akkavak, akmantar, aksöğüt, alacamenekşe, alaçam, karaağaç, karacaot, karaçalı, kızılağaç, sarıağaç, sarıçiçek; akbalık, akkefal, alabalık, sarıbalık; akdoğan, akkuş, alacabalıkçıl, alacakarga, alakarga, beyazsinek, bozayı, karakuş, karasinek; aksu, akbasma, karahumma, kızılyara, mavihastalık, maviküf.
16. Somut olarak yer bildirmeyen üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: akşamüstü, akşamüzeri, ayaküstü, ayaküzeri, bayramüstü, gerçeküstü, ikindiüstü, olağanüstü, öğleüstü, öğleüzeri, suçüstü, yüzüstü.
Somut olarak yer bildirmeyen alt sözüyle kurulan birleşik kelimeler de bitişik yazılır: ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı, şuuraltı (krş. Birleşik kelimeler B. 16).
17. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları ve lâkaplar bitişik yazılır: Alper, Aydoğdu, Birol, Gülnihal, Gülseren, Gündoğdu, Şenol, Varol; Abasıyanık, Adıvar, Atatürk, Gökalp, Güntekin, İnönü, Karaosmanoğlu, Tanpınar, Yurdakul; Boynueğri Mehmet Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmet.
18. İki veya daha çok kelimeden oluşmuş Türkçe yer adları bitişik yazılır: Çanakkale, Gümüşhane; Acıpayam, Pınarbaşı, Şebinkarahisar; Beşiktaş, Kabataş.
Şehir, kent, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak, su vb. kelimelerle kurulmuş sıfat tamlaması ve belirtisiz isim tamlaması kalıbındaki yer adlarında birinci kelime tek başına söz konusu yer adını ifade edemiyorsa bu tür yer adları bitişik yazılır: Akşehir, Eskişehir, Suşehri, Yenişehir; Atakent, Batıkent, Konutkent, Korukent, Çengelköy, Sarıyer, Yenimahalle; Karabağ, Karadağ, Uludağ; Kocatepe, Tınaztepe; Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz; Acıgöl; Kızılırmak, Yeşilırmak; İncesu, Karasu, Sarısu, Akçay (krş. Birleşik kelimeler B. 9).
19. Şahıs adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarındaki unvan grubu; unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır: Abidinpaşa, Bayrampaşa, Davutpaşa, Ertuğrulgazi, Kemalpaşa (ilçesi); Necatibey (Caddesi), Mustafabey (Caddesi), Gazi Osmanpaşa (Üniversitesi)
20. Ait olduğu dilde bitişik yazılan yabancı yer adları Türkçede de bitişik yazılır: Düsseldorf, Fontainebleau, Nürnberg, Neustadt, Schwarzwald (krş. Birleşik kelimeler B. 13).
Ait olduğu dilde, içinde çizgi bulunan yabancı yer adları Türkçede de çizgili olarak yazılır: Ile-de-France, Saint-Bernard, Saint-Gothard.
21. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır: güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı,
22. Senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır: ikiyüzellialtımilyarbeşyüzyirmibeşmilyonyediyüzellibin lira(.
23. Bunlardan başka dilimizde her iki ögesi de aslî anlamını koruduğu hâlde yaygın bir şekilde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır.
a. Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları: başağırlık, başbakan, başçavuş, başeser, başfiyat, başhekim, başhemşire, başkahraman, başkarakter, başkent, başkomutan, başköşe, başmüfettiş, başöğretmen, başparmak, başpehlivan, başrol, başsavcı, başşehir, başyazar.
b. Bir topluluğun yöneticisi anlamındaki başı sözüyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları: ahçıbaşı, binbaşı, çarkçıbaşı, çeribaşı, elebaşı, mehterbaşı, onbaşı, ustabaşı,
c. Oğlu, oğulları, kızı sözleriyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları: Caferoğlu, Karaosmanoğlu, Topaloğlu, Orazbeykızı; Candaroğulları, Osmanoğulları; çapanoğlu, dayıoğlu, eloğlu, halaoğlu, hinoğluhin, amcakızı, elkızı.
ç. Ağa, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler: ağababa, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hacıağa, hanımnine, hıyarağalık, kadınnine, paşababa.
d. Dal sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları: dalkavuk, dalkılıç, daltaban, daluyku.
e. Açıortay, adamkökü, adamotu, âdemotu, ağırbaşlı, ağırcanlı, ağırkanlı, ahududu, akarsu, akaryakıt, akciğer, akkor, aksakal, aktöre, akyuvar, alyuvar, anamal, anaokulu, anapara, anayasa, anneanne, atardamar, atarkanal, atasözü, aybaşı, ayçiçeği, ayçöreği, babaanne, basmakalıp, başıboş, başıbozuk, başıkabak, başörtü, başvurmak, beşibiryerde, bilirkişi, bindallı, birdenbire, birdirbir, birtakım, bozkır, bugün, buzdolabı, çeşitkenar, çiftetelli, delikanlı, demirbaş, denizaltı, denizaşırı, derebeyi, derebeylik, dereotu, dışbükey, dikdörtgen, dipnot, doludizgin, dolunay, dörtkenar, dörtnal, dörtnala, düzayak, ebekuşağı, ebemkuşağı, enikonu, erbaş, eşkenar, etobur, gelişigüzel, giderayak, gökyüzü, gözyaşı, günaşırı, güvenoyu, halkoyu, hayhay, içbükey, içgüdü, içtepi, içyağı, ikizkenar, ilkbahar, ilkokul, ilköğrenim, ilköğretim, ilkyaz, ipucu, kabataslak, kahverengi, kamuoyu, karaciğer, karekök, kartopu, kasımpatı, kenarortay, kelaynak, kongövde, külhanbeyi, külhanbeylik, külkedisi, milletvekili, murdarilik, omurilik, ortaokul, otobur, öngörmek, öngörü, önsezi, öteberi, özdeyiş, paralelkenar, pekâlâ, pekiyi, sacayağı, sacayak, sadeyağ, sağduyu, sağyağ, semizotu, serinkanlı, sıcakkanlı, sıkıyönetim, sıradağ, sıradağlar, sivrisinek, soğukkanlı, sonbahar, soyadı, sütana, sütanne, sütbaba, sütkardeş, sütnine, sütoğul, takımada, takımyıldız, tekdüze, tepetakla, tepetaklak, tereyağı, tıpkıbasım, tıpkıçekim, toplardamar, topyekûn, tozpembe, varoluş, varsayım, vazgeçmek, yanardağ, yarıçap, yarımada, yarıyıl, yavrukurt, yerküre, yeryüzü, yılbaşı, yöneylem, yüznumara, yüzyıl, zeytinyağı kelime ve deyimleri de gelenekleşmiş ve yaygınlaşmış olarak bitişik yazılır.
UYARI: Vazgeçmek birleşik fiili, mi soru ekiyle birlikte kullanıldığı zaman ayrı yazılır: Vaz mı geçtin?
f. Biraz, birazı, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi belirsizlik sıfat ve zamirleri de gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır.
24. Hane kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: çayhane, dershane, eczahane, hastahane, kahvehane, pastahane, postahane, süthane, yatakhane, yazıhane, yemekhane (bk. Ünsüz düşmesi).
UYARI: Dershane, eczahane, hastahane, pastahane, postahane gibi sözlerde hane kelimesindeki h'nin yazılmaması doğru değildir.
25. Perver ve perest kelimeleriyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: hamiyetperver, hürriyetperver, misafirperver, vatanperver; ateşperest, hayalperest, menfaatperest.
26. Zade kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: Recaîzade, Resülzade, Sami Paşazade, Sümbülzade, Vahapzade; amcazade, dayızade, teyzezade.
27. Name kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır: davetname, kanunname, pendname, seyahatname, siyasetname; Battalname, Oğuzname.
28. Farsça kurala göre oluşturulan isim ve sıfat tamlamaları ile kalıplaşmış diğer ibareler bitişik yazılır: cürmümeşhut, dârıdünya, ehlibeyt, ehlisalip, ehlivukuf, ehvenişer, erkânıharp, fecrisadık, gayriahlâkî, gayriciddî, gayriinsanî, gayrikabil, gayrimenkul, gayrimeşru, gayrimuntazam, gayrimüslim, gayrisafi, gayrisıhhî; asgarımüşterek, hüsnühat, hüsnükabul, hüsnükuruntu, hüsnüniyet, suiistimal, suikast, suiniyet; hamdüsena, hercümerç, meddücezir, methüsena, tarumar; âlemşümul, âlicenap, gülfidan, mevlithan, sahipkıran; anbean, keşmekeş, özbeöz, yüzbeyüz; pürhiddet, pürmelâl.
29. Arapça kurala göre oluşturulan tamlamalar ve kalıplaşmış diğer ibareler bitişik yazılır: aliyyülâlâ, ceffelkalem, dârülâceze, dârülfünun, daüssıla, fevkalâde, fevkalbeşer, hayrülhalef, hıfzıssıhha, hüvelbaki, şeyhülislâm, tahtelbahir, tahteşşuur; aleykümselâm, Allahüâlem, bismillâh, fenafillâh, fisebilillâh, hafazanallah, inşallah, maşallah, mintarafillâh, velhâsıl, velhâsılıkelâm.
30. Müzikte kullanılan makam adları bitişik yazılır: acembuselik, hisarbuselik, muhayyerkürdî.
Ancak bir sıfatla oluşturulan usul adlarında sıfat ayrı yazılır: ağır aksak, yürük aksak, yürük semaî.
31. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik yazılır: İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim (krş. Birleşik kelimeler B. 21).
***
Bugüne kadarki imlâ kılavuzlarında yer alan; ancak, birleşik kelimeler konusuna girmeyen pekiştirmeli sıfatların da bitişik yazılması gerektiği unutulmamalıdır: apaçık, apak, büsbütün, çepçevre, çepeçevre, çırçıplak, çırılçıplak, dümdüz, düpedüz, gömgök, güpegündüz, kapkara, kupkuru, paramparça, sapsağlam, sapasağlam, sapsarı, sırsıklam, sırılsıklam, sipsivri, yemyeşil.
***
Yabancı dillerden geçen ön ek veya edatlar bitişik yazılır: alelhusus, alelâcele, bîçare, bilâistisna, bililtizam, bilvesile, bîvefa, ilelebet, lâdinî, lâkayt, naçar, namağlûp, namevcut, namüsait, namütenahi; devalüasyon, konfederasyon, koordinasyon, Panislâmizm, Panturanizm, Pantürkizm, reorganizasyon, reprodüksiyon, sürrealizm.
Oto, tele, matik ögeleriyle kurulan alıntılar da bitişik yazılır: otobiyografi, otokritik, telekart, telekız, telekonferans, bankamatik.
***
Arapça ve Farsça kelimelerle veya bu dillerin kurallarıyla oluşturulmuş tamlamalar ve kalıplaşmış ibareler; eski metinlerin yayımında, alıntılarda ve bilimsel yayınlarda, bilimsel yöntemlere uyularak yazılabilir: Devlet-i Osmaniye, Kur’ân-ı Kerim, Recaî-zade, sarf-ı Türkî, tahte’ş-şu’ur, Ahd-i atik, ehl-i vukuf, ehven-i şer; dârü'l-aceze, tahte'ş-şu'ur, hamiyyet-perver, hayal-perest, sahip-kıran, Hurşid-name, bî-vefa, lâ-dinî, na-mütenahî, bilâ-vasıta.

-----------------------------------------------
B. Ayrı yazılan birleşik kelimeler
1. Etmek, edilmek, olmak, olunmak, eylemek, kılmak, kılınmak yardımcı fiilleriyle kurulan birleşik fiillerde, isim herhangi bir ses düşmesine veya türemesine uğramazsa bu tür birleşik fiiller ayrı yazılır: alay etmek, alt etmek, arz etmek, arz olunmak, boş olmak, dans etmek, deli olmak, el etmek, gelin olmak, gider olmak, göç etmek, hayret etmek, ilân edilmek, ilân etmek, işaret etmek, kabul etmek, kabul eylemek, kul etmek, kul olmak, namaz kılmak, namaz kılınmak, not etmek, okumuş olmak, oyun etmek, sağır olmak, sağ olmak, soracak olmak, söz etmek, var olmak, yardım etmek, yarış etmek, yok etmek, yok olmak; azat etmek, terk etmek; angaje olmak.
2. Birleşme sırasında kelimelerden hiçbiri anlam değişikliğine uğramamışsa bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır. Bunları şu alt gruplarda toplayabiliriz:
a. Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulan birleşik kelimeler:
ada balığı, ateş balığı, çaça balığı, çupra balığı, dil balığı, dülger balığı, fulya balığı, kedi balığı, kılıç balığı, kırlangıç balığı, köpek balığı, mercan balığı, mersin balığı, mürekkep balığı, ördek balığı, ton balığı, turna balığı, yılan balığı, yunus balığı; acı balık, bıyıklı balık, dikenli balık.
ardıç kuşu, arı kuşu, bayır kuşu, çalı kuşu, dalgıç kuşu, deve kuşu, fırtına kuşu, ishak kuşu, iskele kuşu, kaşıkçı kuşu, muhabbet kuşu, örümcek kuşu, saka kuşu, tarla kuşu, yağmur kuşu; alıcı kuş, boğmaklı kuş, makaralı kuş.
ağustos böceği, ateş böceği, cırcır böceği, gelin böceği, hanım böceği, ipek böceği, kız böceği, uçuç böceği, uğur böceği; ağılı böcek, çalgıcı böcek, makaslı böcek, sümüklü böcek.
at sineği, cız sineği, et sineği, ev sineği, meyve sineği, sığır sineği, sirke sineği, su sineği, uyuz sineği.
deniz yılanı, katır yılanı, mercan yılanı, ok yılanı, su yılanı; Ankara keçisi, dağ keçisi, Maltız keçisi, yaban keçisi; fındık faresi, firavun faresi, tarla faresi; dağ sıçanı, tarla sıçanı, yer sıçanı; Beç tavuğu, dağ tavuğu, orman tavuğu; ada tavşanı, Amerika tavşanı, Arap tavşanı, yaban tavşanı; kaya örümceği, şeytan örümceği, yer örümceği; bal arısı, eşek arısı, yaban arısı; deniz ördeği, Pekin ördeği, yaban ördeği; Ankara kedisi, Van kedisi; Afrika domuzu, Hint domuzu, yaban domuzu; su aygırı, su sığırı, su samuru, yaban koyunu.
b. Bitki türlerinden birinin adıyla kurulan birleşik kelimeler:
ardıç otu, ayrık otu, beşparmak otu, boğan otu, canavar otu, çörek otu, dalak otu, eğrelti otu, engerek otu, geyik otu, güzelavrat otu, idris otu, kanarya otu, kelebek otu, kene otu, küstüm otu, melek otu, mercan otu, nevruz otu, ökse otu, pisipisi otu, taşkıran otu, yüksük otu; acı ot, sütlü ot.
ateş çiçeği, atlas çiçeği, çadır çiçeği, çuha çiçeği, güzelhatun çiçeği, ıtır çiçeği, ipek çiçeği, kahkaha çiçeği, küpe çiçeği, lâvanta çiçeği, mahmur çiçeği, mum çiçeği, peygamber çiçeği, salon çiçeği, saray çiçeği, telgraf çiçeği, yayla çiçeği, yılan çiçeği, yıldız çiçeği; ölmez çiçek.
ağı ağacı, avize ağacı, ban ağacı, çubuk ağacı, dantel ağacı, iğ ağacı, kâğıt ağacı, lâle ağacı, lâstik ağacı, mantar ağacı, mercan ağacı, öd ağacı, pelesenk ağacı, porsuk ağacı, sakız ağacı, süt ağacı, tespih ağacı; kör ağaç.
altın kökü, boya kökü, eğir kökü, helvacı kökü, meyan kökü; ek kök, saçak kök, yumru kök.
Amerika elması, dağ elması, deve elması, fil elması, kiraz elması, pamuk elması, yer elması; çalı dikeni, demir dikeni, deve dikeni, eşek dikeni, geyik dikeni; Amerika üzümü, ayı üzümü, Bektaşî üzümü, çavuş üzümü, deniz üzümü, köpek üzümü, kuş üzümü, tilki üzümü; Amerika armudu, çakal armudu, dağ armudu, Hint armudu; at kestanesi, Hint kestanesi, kuzu kestanesi; bardak eriği, can eriği, çakal eriği, dağ eriği, gövem eriği, Malta eriği, türbe eriği; çayır mantarı, horoz mantarı, kav mantarı, keçi mantarı, kuzu mantarı, yer mantarı; Hint kamışı, su kamışı, şeker kamışı; dağ nanesi, taş nanesi; ayı gülü, Çin gülü, Japon gülü, yaban gülü; Antep fıstığı, çam fıstığı; çalı fasulyesi, sırık fasulyesi, soya fasulyesi; Amerika bademi, Hint bademi, taş bademi; Afrika menekşesi, Cezayir menekşesi, deniz menekşesi, Frenk menekşesi; Japon sarmaşığı, kuzu sarmaşığı; Hint inciri, kavak inciri; armut kurusu, kayısı kurusu; su sarımsağı, şeker pancarı. kuru fasulye, kuru incir, kuru soğan, kuru üzüm, salkım söğüt.
UYARI: Çiçek dışında anlamlar taşıyan baklaçiçeği (renk), narçiçeği (renk), suçiçeği (hastalık); ot dışında anlamlar taşıyan ağızotu (barut), sıçanotu (arsenik); ses düşmesine uğramış olan çöreotu ve yaygın bir şekilde gelenekleşmiş olan semizotu, dereotu bitişik yazılır.
c. Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler:
alçı taşı, bakır taşı, bileği taşı, cehennem taşı, çakmak taşı, damla taşı, değirmen taşı, Eskişehir taşı, göz taşı, Hacıbektaş taşı, inci taşı, kireç taşı, lüle taşı, musalla taşı, Necef taşı, Oltu taşı, ponza taşı, raspa taşı, satranç taşı, sünger taşı, yılan taşı, yıldız taşı; buzul taş, damla taş, dikili taş, kayağan taş, pamuk taş, sesli taş, yaprak taş.
Arap sabunu, banyo sabunu, el sabunu, tıraş sabunu, yüz sabunu; el değirmeni, kahve değirmeni, su değirmeni, yel değirmeni; kahve dolabı, su dolabı; çalışma odası, oturma odası, yatak odası, yemek odası; cep saati, duvar saati, kol saati, masa saati; duvar takvimi, masa takvimi; çalışma masası, yemek masası; itfaiye aracı, kurtarma aracı; masa örtüsü, yatak örtüsü; el kitabı, Frenk gömleği, İngiliz anahtarı, İngiliz sicimi; alt geçit, tüp geçit, üst geçit, çekme demir, çekme kat, dolma kalem, dönme dolap, kesme kaya, toplu iğne, vurma çalgılar, vurma sazlar, yapma çiçek, yarma kereste.afyon ruhu, katran ruhu, lokman ruhu, nane ruhu, nışadır ruhu, tuz ruhu.
ç. Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler: Arnavut kaldırımı; çevre yolu, deniz yolu, hava yolu, kara yolu, keçi yolu, seğirdim yolu, sıçan yolu; köprü yol.
d. Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulan birleşik kelimeler: açık oturum, açık öğretim, ana dili, ay tutulması, baş ağrısı, baş belâsı, baş dönmesi, çıkış yolu, çözüm yolu, dil birliği, din birliği, güç birliği, güneş tutulması, ırk birliği, iş birliği, iş bölümü, madde başı, masa başı, sofra başı, ses uyumu, yer çekimi.
e. Bilim ve bilgi sözleriyle kurulan birleşik kelimeler: anlam bilimi, dil bilimi, edebiyat bilimi, gök bilimi, halk bilimi, iş bilimi, ruh bilimi, toplum bilimi, toprak bilimi, yer bilimi; dil bilgisi, halk bilgisi, ses bilgisi, şekil bilgisi.
f. Yuvar ve küre sözleriyle kurulan birleşik kelimeler: alt hava yuvarı, göz yuvarı, hava yuvarı, ısı yuvarı, ışık yuvarı, iyon yuvarı, renk yuvarı, su yuvarı, taş yuvarı, yer yuvarı; ağır küre, düzlem küre, hava küre, ışık küre, renk küre, su küre, taş küre, yarı küre, yarım küre.
g. Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler: bohça böreği, fincan böreği, kol böreği, muska böreği, puf böreği, sac böreği, sigara böreği, su böreği, talaş böreği, Tatar böreği, yufka böreği; badem yağı, balık yağı, çiçek yağı, kuyruk yağı, kekik yağı, susam yağı; arpa suyu, maden suyu, meyve suyu, portakal suyu, vişne suyu; çayır peyniri, Çerkez peyniri, dil peyniri, kaşar peyniri, tulum peyniri, beyaz peynir; Adana kebabı, çömlek kebabı, fırın kebabı, Manisa kebabı, Oltu kebabı, tas kebabı, Urfa kebabı; İnegöl köftesi, İzmir köftesi; düğün çorbası, ezogelin çorbası, işkembe çorbası, mantar çorbası, mercimek çorbası, pirinç çorbası, sebze çorbası, yayla çorbası, yoğurt çorbası; irmik helvası, kâğıt helvası, keten helvası, koz helvası, susam helvası, tahin helvası, un helvası; acı badem kurabiyesi, Cenevre kurabiyesi, un kurabiyesi; Kemalpaşa tatlısı, peynir tatlısı, yoğurt tatlısı; Çerkez tavuğu, badem şekeri, balık yumurtası, koç yumurtası.
burgu makarna, çubuk makarna, fiyonk makarna, şerit makarna, yüksük makarna; çaylı kek, havuçlu kek, kakaolu kek, sade kek, tuzlu kek, üzümlü kek; bulgurlu köfte, çiğ köfte, içli köfte, mercimekli köfte; dolma biber, kesme şeker, süzme yoğurt, yarma şeftali, kuru yemiş.
ğ. Gök cisimleri: Çoban Yıldızı, Kervan Yıldızı, Kutup Yıldızı, kuyruklu yıldız; gök kuşağı, yağmur kuşağı; gök taşı, hava taşı, meteor taşı (krş. Birleşik kelimeler A. 8. ç).
h. Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulan birleşik kelimeler: aç göz, kene göz, patlak göz, petek göz, sulu göz, süzgün göz; atlas kemiği, aşık kemiği, bel kemiği, çekiç kemiği, dirsek kemiği, elmacık kemiği, kol kemiği, örs kemiği; orta parmak, serçe parmak, şahadet parmağı, yüzük parmağı; azı dişi, köpek dişi, süt dişi; kuyruk sokumu, safra kesesi; çatma kaş, takma bacak, takma diş, takma kirpik, takma kol; ekşi surat, kepçe surat; gaga burun, karga burun, kepçe kulak, ağır ayak, çakır pençe, demir yumruk, kuru kafa, kuru kemik.
ı. Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulan birleşik kelimeler: çetin ceviz, çöpsüz üzüm; eski kurt, sarı çıyan, sağmal inek; ağır top, deli balta, eksik etek, eski toprak, eski tüfek, kara maşa, dipsiz testi, sapsız balta, kapı mandalı, sabır taşı.
i. Zamanla ilgili birleşik kelimeler: bağ bozumu, gece yarısı, gün ortası, hafta başı, hafta sonu, ay sonu, yıl sonu.
3. -r /-ar / -er, -maz /-mez ve -an /-en ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır: akar amber, bakar kör, boyar madde, çalar saat, çıkar yol, döner ayna, döner kapı, döner kebap, döner kule, döner sahne, döner sermaye, duyar kat, geçer akçe, güler yüz, koşar adım, uçar kefal, yatar koltuk, yazar kasa, yeter sayı, yutar hücre, yüzer havuz, yüzer top; çıkmaz sokak, geçmez akçe, görünmez kaza, ölmez çiçek, tükenmez kalem; akan yıldız, değişen yıldız, doyuran buhar, uçan daire, uçan kale, uçan top (krş. Birleşik kelimeler A. 11).
4. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamlaması yapısındaki renk adları ayrı yazılır: bakır rengi, bal rengi, çivit rengi, duman rengi, fes rengi, gurup rengi, gül rengi, gümüş rengi, kiremit rengi, kurşun rengi, kül rengi, menekşe rengi, portakal rengi, saman rengi, şarap rengi, şarap tortusu rengi, ten rengi; ateş kırmızısı, bakla kırı, boncuk mavisi, Çingene pembesi, çivit mavisi, demir kırı, granit grisi, gece mavisi, kestane dorusu, küf yeşili, lâvanta mavisi, limon sarısı, maden mavisi, okyanus mavisi, safra yeşili, sıçan kırı, süt kırı, turna kırı
5. Rengin tonunu belirtmek üzere renkten önce kullanılan sıfatlar ayrı yazılır: açık mavi, açık yeşil, kara sarı, kirli sarı, konur al, koyu mavi, koyu yeşil.
6. Sıfatı sonda olan birleşik kelimeler (isnat grupları) ayrı yazılır: ayak yalın, baş açık; başı açık, cebi delik, eli sıkı, gözü açık, kulağı delik.
7. Grup vurgusu ilk kelimede olan ikilemeler ayrı yazılır: adım adım, ağır ağır, akın akın, allak bullak, aval aval (bakmak), baka baka, cır cır (ötmek), cik cik (ötmek), çeşit çeşit, derin derin, gide gide, güzel güzel, kara kara, karış karış, konuşa konuşa, kös kös (dinlemek), kucak kucak, şıp şıp (damlamak), şıpır şıpır, tak tak (vurmak), takım takım, tıkır tıkır, uslu uslu, yavaş yavaş (krş. Birleşik kelimeler A. 6).
bata çıka, çoluk çocuk, düşe kalka, eciş bücüş, eğri büğrü, enine boyuna, eski püskü, ev bark, konu komşu, pılı pırtı, salkım saçak, sere serpe, soy sop, süklüm püklüm, yana yakıla, yarım yamalak.
m- ile yapılmış ikilemeler de ayrı yazılır: at mat, çocuk mocuk, dolap molap, kapı mapı, kitap mitap.
İsim hâl ekleri ve iyelik ekiyle yapılan ikilemeler de ayrı yazılır: baş başa, diz dize, el ele, göz göze, iç içe, omuz omuza, yan yana; baştan başa, daldan dala, elden ele, günden güne, içten içe, yıldan yıla; başa baş, bire bir, dişe diş, göze göz, teke tek; ardı ardına, boşu boşuna, darı darına, günü gününe, peşi peşine, ucu ucuna.
8. Yer adlarında kullanılan Batı, Doğu, Güney, Kuzey, Güneybatı, Güneydoğu, Kuzeybatı, Kuzeydoğu, Aşağı, Orta, Yukarı, Küçük, Büyük, Eski, Yeni, İç, Yakın, Uzak kelimeleri ayrı yazılır: Batı Anadolu, Doğu Anadolu, Batı Trakya, Orta Anadolu, Kuzey Amerika, Orta Amerika, Güney Amerika, Orta Asya, Orta Avrupa, Orta Doğu, Yakın Doğu, Uzak Doğu, Güneybatı Anadolu, İç Anadolu, İç Asya, İç Erenköy, İç Aydınlıkevler, Küçük Çekmece, Büyük Çekmece, Aşağı Ayrancı, Yukarı Ayrancı, Küçük Çamlıca, Büyük Çamlıca, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Küçük Melen, Büyük Melen, Eski Kızılelma, Yeni Kızılelma.
9. Köy, mahalle, dağ, tepe, göl, deniz, ırmak, su vb. kelimelerle kurulmuş sıfat tamlaması ve belirtisiz isim tamlaması kalıbındaki yer adlarında birinci kelime tek başına söz konusu yer adını anlatabiliyorsa bu tür yer adlarında köy, mahalle vb. kelimeler ayrı yazılır: Bahçelievler Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi; Alp dağları, Altay dağları, Nemrut dağı; Aral gölü, Balkaş gölü, Léman gölü; Marmara denizi; Sakarya ırmağı, Meriç nehri, Tuna nehri.
Bazı örneklerde birleşiğin ilk sözü bir özel isim, çoğu defa bir şehir adıdır. Bu tür örneklerde ikinci kelime kullanılmadığı takdirde göl, körfez, dağ, boğaz değil, şehir anlaşılır. Bundan dolayı ikinci kelimenin büyük harfle başladığını ilgili bölümde görmüştük. Bu tür birleşik kelimeler de ayrı yazılır: Burdur Gölü, Van Gölü; Çanakkale Boğazı, Gülek Boğazı, İstanbul Boğazı; İskenderun Körfezi, İzmir Körfezi; Ağrı Dağı (krş. Birleşik kelimeler A. 18).
10. Şahıs adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında sondaki unvanlar hariç, şahıs adları ayrı yazılır: Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi; Gazi Mustafa Kemal Bulvarı; Ziya Gökalp Bulvarı; Nene Hatun Caddesi; Fevzi Çakmak Sokağı, Cemal Nadir Sokağı; Mustafa Kemalpaşa (ilçesi), Koca Mustafapaşa; Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi, Sultan Ahmet Camii, Sütçü İmam Üniversitesi (bk. Birleşik kelimeler A. 19).
11. Şehirlere sonradan verilmiş olan unvanlar ayrı yazılır: Gazi Antep, Gazi Magosa, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa.
12. Bir kelime birden fazla yerin adı olarak kullanılıyorsa bu yerleri birbirinden ayırmak için başa getirilen kelimeler ayrı yazılır: Anadolu Kavağı, Rumeli Kavağı, Karadeniz (veya Zonguldak) Ereğlisi, Konya Ereğlisi, Marmara Ereğlisi.
13. Ait olduğu dilde ayrı yazılan yabancı yer adları Türkçede de ayrı yazılır: Buenos Aires, Frankfurt am Main, Freiburg im Breisgau, Hyde Park, Korlovy Vary, Mont Blanc, New Orleans, New York, Rio de Janeiro, San Marino, Wiener Neustadt, Titov Veles (krş. Birleşik kelimeler A. 20).
14. Ev, ocak ve yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır: aş evi, bakım evi, doğum evi, düğün evi, gözlem evi, huzur evi, konuk evi, ordu evi, radyo evi, yayın evi; aile ocağı, aş ocağı, sağlık ocağı; öğrenci yurdu, sağlık yurdu, yetiştirme yurdu.
15. Ara, dış, öte, sıra sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: devletler arası, kıt'alar arası, milletler arası, uluslar arası; ahlâk dışı, çağ dışı, din dışı, kanun dışı, olağan dışı, yasa dışı; fizik ötesi, kızıl ötesi, mor ötesi; aklı sıra, ardı sıra, peşi sıra, yanı sıra.
16. Somut olarak yer belirten üst sözüyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: arka üstü, baş üstü, böbrek üstü (bezleri), kıç üstü, sırt üstü, tepe üstü.
Somut olarak yer belirten alt sözüyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler de ayrı yazılır: deri altı, su altı, toprak altı, yer altı (krş. Birleşik kelimeler A. 16).
17. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin başa getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: alt tabaka, alt yapı, alt yazı; üst kat, üst küme, üst yapı; ana arı, ana bilim dalı, ana cadde, ana dil, ana dili, ana düşünce, ana fikir, ana kent, ana şehir, ana vatan, ana yön, ana yurt; ön çalışma, ön denetim, ön lisans, ön seçim, ön söz, ön şart, ön yargı; art damak, art düşünce, art niyet; arka teker; yan cümle, yan etki; karşı devrim, karşı görüş, karşı oy; iç barış, iç deniz, iç kulak, iç savaş, iç tüzük; dış borç, dış gezi, dış hat, dış piyasa; orta dalga, orta elçi, orta kulak, orta oyunu, orta öğrenim; büyük anne, büyük baba, büyük elçi, büyük şehir; küçük dil, küçük hanım, küçük harf, küçük parmak; sağ açık, sağ bek; sol açık, sol bek; peşin fikir, peşin hüküm; bir çenekliler, bir çenetli, bir gözeli, bir hücreli, bir terimli; iki anlamlı, iki canlı, iki cinslikli, iki çenekliler, iki düzlemli, iki eşeyli; tek anlamlı, tek erkçi, tek eşli, tek hücreli, tek renkli, tek sesli; çok anlamlı, çok düzlemli, çok eşli, çok fazlı, çok gözeli, çok hücreli; çift ayaklılar, çift dişliler, çift kanatlılar
18. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır: on dört, elli iki, yüz altmış dört, kırk bir, üç yüz kırk yedi, bin dokuz yüz doksan altı (krş. Birleşik kelimeler A. 22).
19. Nota, oyun, tabanca vb. kavramları niteleyen sayılar da ayrı yazılır: on altılık, otuz ikilik; altmış altı, elli bir; yedi altmış beşlik, otuz sekizlik, kırk beşlik.
20. İçinde bulunduğumuz gün ve dönemin dışında belli bir tarihi gösteren bu gün kelimesiyle şu gün, o gün, ertesi gün, geçen gün, her gün, öbür gün kelimeleri ayrı yazılır.
21. Kanunda bitişik yazılanlar dışında kuruluş adları ayrı yazılır: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Devlet Malzeme Ofisi, Emekli Sandığı, Atatürk Orman Çiftliği (krş. Birleşik kelimeler A. 31).
22. Herhangi bir sözündeki bir kelimesi gelenekleşmiş olarak ayrı yazılır.
* * *
Birleşik kelimelerin dışında kalan atasözleri ve deyimler ayrı yazılır: Akıl yaşta değil baştadır; akıntıya kürek çekmek, çam devirmek, çanak tutmak, gönlünden geçirmek, göz atmak, kulak asmak, kulak vermek, çantada keklik, devede kulak, kepçe kuyruk, yağlı kuyruk, yüz görümlüğü.

----------------------------------------------
ALINTI KELİMELERİN YAZILIŞI
Dilimize mal olmuş yabancı kökenli kelimeler, Türkçe’de söylendiği gibi yazılır: inci, kent, kamu, duvar, merdiven, çamaşır, pencere, kitap, memleket, ceviz, iskele, banka, sigorta, hidrojen, operasyon, futbol, portakal, sandalye, elektrik, otomobil, parlâmenter, parlâmento, şarjör.
Ancak şu örneklerde söyleniş çoğunlukla değiştiği hâlde, yazılış korunmaktadır: arozöz, beysbol, blender, briyantin, çikolata, entelektüel, firkateyn, fosseptik, ıskonto, kampus, master, mikser, mokasen, mönü, pound, şanjman, trotuvar.
Yabancı kökenli kelimelerin yazılışlarıyla ilgili bazı noktalar aşağıda ayrıca gösterilmiştir:
1. İki ünsüzle biten birtakım Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin söylenişinde ünsüzler arasında bir ünlü türemiştir. Bu ünlü yazılışta da söyleyişte de belirtilir: bahis (< Arapça bahs), emir (< Arapça emr), fikir (< Arapça fikr), hüküm (< Arapça hükm), ilim (< Arapça ilm), keşif
(< Arapça keşf), nakil (< Arapça nakl), nutuk (< Arapça nutk), ömür
(< Arapça ömr), sabır (< Arapça sabr), şahıs (< Arapça şahs), şehir
(< Farsça şehr 'kent'), zehir (< Farsça zehr).
Bu kelimeler ünlüyle başlayan bir ek veya etmek, edilmek, olmak, olunmak, eylemek yardımcı fiillerini aldıkları zaman türemiş olan ünlü, söylenişte de yazılışta da düşer: bahse, emri, fikre, hükmün, nutku, ömrün, şahsı, şehre; keşfolunmak, nakletmek, şükretmek, seyredilmek, zehretmek, zikreylemek (bk. Birleşik kelimeler A. 2).
2. İki ünsüzle başlayan batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konmadan yazılır: francala, gram, gramer, gramofon, grup, kral, kredi, kritik, plân, pratik, problem, profesör, program, proje, propaganda, protein, prova, psikoloji, slogan, snop, spiker, spor, staj, stil, stüdyo, trafik, tren, triptik.
Ancak bu tür birkaç alıntıda, söz başında veya iki ünsüz arasında bir ünlü türemiştir. Bu ünlü söylenişte de yazılışta da gösterilir: iskarpin, iskele, iskelet, istasyon, istatistik, kulüp.
3. İçinde yan yana iki veya daha fazla ünsüz bulunan batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konmadan yazılır: alafranga, apartman, biyografi, elektrik, gangster, kilogram, orkestra, paragraf, program, telgraf.
4. İki ünsüzle biten batı kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konmadan yazılır: aks, film, form, lüks, modern, natürmort, risk, seks, slayt, teyp.
5. Batı kökenli alıntıların içindeki ve sonundaki g ünsüzleri olduğu gibi korunur: biyografi, diyagram, dogma, magma, monografi, paragraf, program; arkeolog, demagog, diyalog, filolog, jeolog, katalog, monolog, psikolog, Türkolog, ürolog.
Ancak coğrafya, fotoğraf ve topoğraf kelimelerinde g 'ler, ğ 'ye döner.
* * *
Aşağıdaki durumlarda batı kökenli kelimeler, özgün imlâları ile yazılırlar:
1. Ödünçlemeler (Dilimize mal olmamış yabancı kelimeler): by-pass (İngilizce), center (İngilizce), centrum (Lâtince), check-up (İngilizce), fuel oil (İngilizce), pizza (İtalyanca), ravioli (İtalyanca), spaghetti (İtalyanca).
2. Bilim, sanat ve uzmanlık dallarında kullanılan bazı terimler: cuprum, deseptyl, quercus, terminus technicus.
3. Lâtin yazı sistemini kullanan dillerden alınma deyim ve sözler: Veni, vidi, vici;
------------------------------------------
YABANCI ÖZEL ADLARIN YAZILIŞI

Arapça ve Farsça adların yazılışı
1. Arap ve Fars kökenli bazı kişi adları hem Türkler hem de Araplar ve Farslar tarafından kullanılmaktadır. Bu tür adlar Türkler tarafından kullanıldığı zaman Türkçe söylenişlerine göre yazılırlar:
Ahmet, Bedrettin, Fuat, Mehmet, Necmettin, Nizamettin, Ömer, Rıza, Saadettin.

2. Arapça ve Farsça yer adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır:
Cezayir, Fas, Filistin, Mısır, Suudî Arabistan; Bağdat, Cidde, Erdebil, Halep, İsfahan, Şiraz, Tebriz, Trablusgarp
--------------------------------------------

Lâtin yazı sistemini kullanan dillerdeki adların yazılışı
1. Lâtin yazı sistemini kullanan dillerdeki özel adlar özgün imlâlarıyla yazılır: Beethoven, Cervantes, Chopin, Byron, Rousseau, Shakespeare, Bologna, Buenos Aires, New York,Rio de Janerio,
Yabancı özel adlardan türetilmiş akım adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır: Dekartçılık, Epikürcülük, Kalvenci, Kalvencilik, Kalvenizm, Kartezyenizm, Lüterci, Lütercilik, Marksçılık, Marksist, Marksizm.

2. Batı kökenli kişi ve yer adlarının bir bölümü eskiden beri dilimizde Türkçe biçimiyle yerleşmiştir. Bu gibi özel adlar Türkçe söylenişlerine göre yazılır: Napolyon, Şarlken, Şarl (Demirbaş Şarl); Marsilya, Münih, Selânik, Hollânda.
-------------------------------------------------
TÜRK DEVLET VE TOPLULUKLARINDAKİ ÖZEL ADLARIN YAZILIŞI

1. Türk devlet ve topluluklarındaki özel adlar ünlüler bakımından Türkiye Türkçesi’ndeki söyleyişe göre yazılır: Azerbaycan, Özbekistan;Semerkant, Bakû, Bişkek; Samed Vurgun, Nebi Hazri, İslâm Kerimov, Abdürrauf Fıtrat

2. Ünsüzlerin yazılışında, ilgili Türk topluluğundaki kullanıma uyulur: Saparmurad Niyazov, Gasım Gasımzade, Cusupov, Joldasbekov, Kaydarov, Ğabdulla.
Öteden beri Türkiye'de tanınmış olan şahsiyetlerin adları ülkemizde yaygınlaşmış imlâları ile yazılabilir: Abdullah Tukay, Cengiz Aytmatov.
Türkiye Türkçesi alfabesinde bulunmayan x “h” ile, w “v” ile, ñ “n” ile gösterilir: Bahtiyar (Baxtiyar) Vahabzade, Muhtar Avezov (Muxtar Awezov), Baykonur (Baykoñur).