Tek Adam 2. Cilt
KOCATEPE'DE
Ay hilal şeklindeydi. Hilalin önünde bir yıldız parlıyordu. Saat 22'de birlikler, yerlerini almışlardı"). Kesin sonuç,
Afyon'un güneyinde, Kalecik, Belen ve Tınaç tepelerin bulunduğu
12 kilometrelik kesimde alınacaktı. Fakat bütün birlikler kendi cephelerinde taarruza
katılacaklardı.
Garp cephesi umumi
karargahında bu harekete iştirak eden bir kurmay binbaşı, o sabahı şöyle
anlatıyor:
26 Ağustos 1922 sabahı
saat üçte hayvanlarla ordgâhtan Kocatepe gözetleme mevkiine yollandığımız zaman
herkesin kalbinde kutsal bir heyecan vardı. Kocatepe'de hafif sabah sisler'
arasında düşmana, pek yakın bir akıbeti ifade eden azametli bir varlık
görünüyordu." Gün ağarırken saat 4.30'da topçunun tanzim ateşi başladı.
5.30'a kadar devam etti. Bundan sonra tahrip ateşi açıldı. Karanlıkta ilerleyen
avcı hatları 4-5 yüz metreye kadar Yunan mevzilerine yanaştılar. Saat 5.30'da
IV. Kolordunun 5. Tümeni Kalecik Sivrisi ile, bunun batısındaki düşman
mevzilerine girdi. Saat 6.30'da Tınaz tepe alındı. Belen tepede işler iyi
gitmiyordu. Bir aralık bazı mevzilerde çekilmeler oldu. Fakat süvari kolordusu,
bütün tekerlekli vasıtalarını bırakarak Ahır dağının dar patika yollarından
düşmanın gerisine Sincanlı ovasına akmaya başladı. Saat 7'de neticeler çok ümit
vericiydi. Fakat 23. Tümen hareketinde gecikmişti. Hattâ saat 7'de Tümen
Kumandanı, Başkumandan tarafından telefona çağrılarak biraz tenkit edildi.
Mustafa Kemal'in Kocatepe'deki meşhur fotoğrafının, Başkumandan bu konuşma için
telefona giderken çekildiği anlaşılmaktadır. Fakat saat 9'da Belentepe de
zaptedildi. Bunun üzerine Başkumandan Kocatepe'den, Ankara'da Büyük Millet
Meclisine, vekâletlere ve diğer cephelere şu telgraf' çekti: "Bugün 26
Ağustos 1338 (1922), saat ondan itibaren tekmil cephede taarruzu başlanmıştır.
Muvaffakiyet Allahtandır. " Belen tepeye taarruz eden 23. Tümen
birliklerinden bir kısmı, bu tepenin eteklerinde, topçumuzun ateşiyle yanmaya
başlayan çalılıklar arasından geçmek zorunda kaldılar. Bu yangın sahası 400
metre kadar derinlik teşkil ediyordu. Birlikler bu ateş ve duman sahasına
çekinmeden atıldılar. Hattâ bir kısım askerler bu ateşin içinde, bu harekete
bizzat
karışan Tümen Kurmay Başkanı Fahri Belen'in (General) naklettiğine göre,
yanarak şehit oldular... 26 Ağustos günü önemli neticeler alınmış, fakat düşman
cephesi yarılamamıştı. O gün akşama kadar Afyon güneyindeki önemli bazı mevkiler,
1310 rakımlı Ekrem Tepe, Çiğil Tepe, Toklu Sivrisi müstesna olmak üzere ele
geçirilmişti. Topçu ateşinin sevk ve idaresi mükemmeldi. Süvari kolordusu
düşmanın arkasına düşerek İzmir yolunu ve bir süvari tümeni de Eskişehir yolunu
kesmişlerdi. Gece düşmanın karşı hücumları ile geçti. 27 Ağustos'ta yeniden
çarpışma başladı. Öğleden sonra 2'de ilk hedefleri teşkil eden bütün düşman
mevzileri alındı. Düşman arkaya, Sincanlı ovasına atıldı. VIII. Tümen Afyon'a
girdi. Düşmanın Sincanlı ovasının batısındaki tepelerde tutunmasına da meydan
verilmedi. Fakat arada, bir tümen kumandanının intiharı üzücü bir tesir
yarattı: 57. Tümen Kumandanı Albay Reşat Bey, bütün mevkiler ele geçirildiği
halde Çiğli tepeyi elde edememesini bir haysiyet meselesi yaparak intihar etti.
Fakat son nefesini verirken, onun askerleri Çiğli tepeyi almış bulunuyorlardı!...
28 Ağustos'ta düşman, İzmir istikametine çekilebilmek için çırpınmaya başladı.
Ama çevirme hareketi gelişiyordu. O gün Döğer ve Altıntaş zapt edildi. Kuzey
kanatta I. Kolordu büyük başarılar kaydetti. Önündeki düşman kuvvetlerini
parçalayarak bir kısmını kuzeye attı. Diğer kısmını çevirme çemberi içine
sürdü. Bu yarma ve parçalama, taarruz planının asıl konularından biriydi.
Süvari kolordusu, düşman gerilerine dehşet saçıyordu... Afyon'un işgalinden bir
süre sonra, cephe karargahı Afyon'a nakledildi. 26-27 Ağustos günlerinde
düşmanın Afyon güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda olan
müstahkem hatları tamamen düşürülmüştü. Eldeki belgelere göre ve 26-29 Ağustos
günleri arasında Yunanlılar bazı karşı hücumlara girişmiş ve hatta kısmen
başarılar kazanmış olmakla beraber, asıl kuvvetleriyle teşebbüsü kaybetmiş durumdaydılar.
Buna göre her şey, iki taraf Başkumandanlıldarının, bilhâssa 29. günü ve gecesi
verecekleri kararlara bağlı kalıyordu. Gene bu vesikalara göre Yunan
Başkumandanlığı daha 28. günü için, genel bir karşı taarruz emri vermiş ve
kaybedilen dayanakların geri alınmasını istemişti. Fakat sonradan yeni bir emir
bu karşı taarruzun ancak 29 Ağustos'ta yapılmasını bildirmiştir. Halbuki 29
Ağustos'ta düşman, hareket serbestisini pek büyük ölçüde kaybetmişti.
29 Ağustos böylece
devamlı muharebelerle geçti. Vaziyet her an biraz daha Türk kuvvetleri lehine
inkişaf ediyordu. Düşmanın kuzey kanadı, yani Eskişehir cephesi de bozulmuştu.
Merkezdeki asıl kuvvetlerinin etrafındaki çember gittikçe kapanıyordu. 29
Ağustos akşamı düşmanın iki kolordusu, Türk kuvvetleri tarafından yakalanmış,
çevrilmiş bir haldeydi. Fakat sonuç belli değildi. Bu harekâtta kendisine büyük
görevler düşen IV. Kolordumuz, karşısındaki General Trikopis'in bu kolorduya
karşı bütün kuvvetlerini kullanması dolayısıyla bazı zikzaklarla oyalanmak
zorunda kalmıştı. Fakat bu arada General Trikopis de, geride ve bir an önce
tutması lazım gelen Dumlupınar'a ulaşamayarak, o da kendi akıbetini
hazırlamıştı. Dumlupınar mevziieri, Yunan Generali Frangos'un kuvvetleri
elindeydi. Bu kuvvetlere karşı I. Kolordumuz taarruz edecekti. IV. Kolordunun,
bazı bocalamalara rağmen, General Trikopis kuvvetlerini bir gün müddetle
karşısında mıhlamış ve bunların Dumlupınar hattındaki diğer Yunan kuvvetleriyle
işbirliği yapmalarına mani olmuş bulunmasının büyük değeri bilâssa 30 Ağustos
savaşlarında anlaşılmıştır.
• * *
DUMLUPINAR:
BAŞKUMANDANL1K MEYDAN MUHAREBESİ
30 Ağustos'taki netice
harplerine ve Dumlupınar büyük meydan muharebesine yol açan 29 Ağustos gecesi
durumunu, Başkumandan Gazi Mustafa Kemal, hem de tam bu savaşların geçtiği
Dumlupınar'da, 30 Ağustos 1924'te şöyle anlatmıştır: "29-30 Ağustos gecesi,
sabaha karşı Garp Cephesi Harekat Şubesi Müdürü Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu)
bermutat o saata kadar muhtelif karargahlardan ve her taraftan gelen raporlara
göre, harita üzerinde tespit ve işaret ettiği vaziyeti umumiyeyi Cephe
Kumandanı İsmet Paşaya göstermiş ve o da, derhal Paşaya göster emri ile Tevfik
Beyi yanıma göndermişti. Afyonkarahisar belediye dairesinde, bana tahsis edilen
odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin gösterdiği haritaya baktım.
Haritada gördüğüm şey şu idi ki, ordularımız düşmanın mühim kuvvetlerini,
kuzeyden, güneyden ve batıdan çevirmeye müsait bir vaziyet almış
bulunuyorlardı. Şu halde tasavvur ettiğimiz ve azami neticeyi temin edeceğini
ümit ettiğimiz vaziyet tahakkuk ediyordu. "Derhal Fevzi ve İsmet Paşaları
çağırınız, dedim. üçümüz toplandık Vaziyeti bir defa daha mütalaa ettik ve
katiyetle hükmettik ki, Türk'ün hakiki kurtuluş güneşi, 30 Ağustos sabahı
ufuktan, bütün şaşaasıyle doğacaktır. Bu karara göre ordulara, saat 6.30'da
yeni bir emir ve talimat yazıldı. Fakat durum o kadar mühim, o kadar sürat ve
şiddet talep ediyordu ki, bu yazılı emirle yetinmek ihtiyata uygun olmazdı.
Onun için Fevzi Paşa hazretlerinden Altıntaş ve güneyinden süvari kolordumuzun
yanına bizzat giderek, tasavvurlarımıza göre hareketi tanzim buyurmalarını rica
ettim. IV. Kolordu ile de, hedef tuttuğunuz düşman kısmı küllisini (büyük
kuvvetlerini) güneyden takip eden L Ordu karargahlarına bizzat ben gidecektim. İsmet
Paşanın karargahta kalıp, umumi vaziyeti idare etmesini münasip gördüm."
29 Ağustos'ta güneyden
Dumlupınar istikametine yürüyen General Trikopis'in kuvvetlerinin (beş tümen)
akşama kadar IV. Kolordumuz tarafından meşgul edildiği daha önce belirtilmişti.
Bu durumdan, gece yürüyüşü ile kurtulmak kararına varan Trikopis ve kuvvetlerinin,
güneş battıktan sonra da 23. Tümen tarafından yolları kesilmişti. Dumlupınar
kuvvetli mevzilerini tutan General Frangos kuvvetleri ise, 1. Kolordu
tarafından 10 kilometre batıya atıldı. Trikopis belki Gediz istikametine
çekilebilirdi ama o istikamet de toplum, tekerlekli ve motorlu vasıtaların
hareketine elverişli olmayan patika yollardan başka geçit vermiyordu. I. Ordu,
I. Kolordusu ile General Frangos'un terk ettiği Dumlupınar mevzilerini işgal
etti. Garp Cephesi Kumandanlığı II. Ordunun bazı birlikleri ile kuzeyden (VI.
Kolordu ve 61. Tümen) I. Ordunun bazı birlikleri ile de (takviyeli V. Kolordu)
güneyden General Trikopis grubunu kuşatmak istiyordu. Bu sırada süvari
kolordusu, arkadaki Kızıltaş vadisini kapatacaktı. Doğudan yetişmesi gereken
bazı birliklerin zaruri gecikmeleri ile bu muharebe bütün şiddetiyle ancak
öğleden sonra gelişebilmiştir. Düşünmeli ki o gün II. Ordu birlikleri, tam 20
kilometrelik bir yürüyüş yaptıktan sonra ancak saat ikide cepheye varmış ve
olağanüstü yorgunluğuna rağmen derhal ateş hattına girmiştir. I. Ordunun,
kuvveti beş tümene çıkarılan IV. Kolordusu o sırada güneyden harekete geçmiş
bulunuyordu. 10 kilometrelik bir cephe üzerinde hareketteydi. Netice
savaşlarının öğleden sonraya kal ması ve hatta gece devam etmesinin doğurduğu
bazı durumlara rağmen, çemberden süzülebilen bazı düşman kolları daha geride,
Kızıltaş deresini daha önce tutmuş ve kapamış olan Süvari Kolordusunun ağına
düşüyorlardı. O gün bu kesin muharebeyi, Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin
Paşa (Altay) ağır bir sıtma nöbetine tutulduğu için ata binememekle beraber
araba üzerinde takip etmiş ve harekette aksaklık olmamıştır. Doğudan ve çok
uzaktan gelen bazı tümenlerin mecburi gecikmeleri sebebi ile, çembere alınan
düşmanın arkasında gene de bir kilometrelik yer açık kalmıştı. Başkumandan bu
muharebeyi Zafer Tepe'den II. Tümen karargâhından takip ediyordu (Dumlupınar
Tepesi). Gazi Mustafa Kemal o gün gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
"Efendiler, tıpkı
bugün gibi, 1338 senesi (1922) Ağustos'unun 30. gü nü, saat 14'te, şimdi hep
beraber bulunduğumuz bu tepeye (Zafer Tepesi) gelmiştim. Bu üzerinde
bulunduğumuz sırtta, kahraman II. Fırkamız, şu karşıki tepelerde muharebeye
mecbur edilen düşman aslî kuvvetlerine taarruz için yayılarak ilerliyordu. Şu
gördüğümüz Çal köyü alevler içindeydi. Düşman kuvvetlerini tamamıyle sarmak ve
düşmanın inatla savunduğu tepelere süngü hücumları ile girerek kati netice
almak lâzımdı. II. Fırkanın kahraman Kumandanı Derviş Bey (Paşa) bizzat ileriye
atılarak bütün kuvvetiyle düşman mevzilerine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı
Kemalettin Sami Paşa, güneyden ve batıdan saldırttığı bütün fırkalarına yeniden
yeniye, hareketlerini hızlandırmak ve şiddetlendirmek için emirler
gönderiyordu. II. Ordunun 16. ve 61. Tümenleri de sarma çemberini
daraltıyorlardı. Süvari Kolordumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek
üzere olduğu haberini bana bir süvari zabiti getirdi.
"Arkadaşlar, saatlar
ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şuydu: Düşman Başkumandanının, şu
karşıki tepede, son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim..... Bütün düşman
mevzilerinde büyük bir heyecan vardı. Artık toplarının ve mitralyözlerinin
ateşlerinde, sanki öldürücü hassa kalmamıştı.
"Bu ovanın
kuzeyinden ve güneyinden birbirlerini takip eden avcı hatlarımızın, guruba
yaklaşan güneşin son şualarıyle parlayan süngüleri her an daha ileride
görülüyordu. Düşman mevzilerini saran bir daire üstünde mevzi almış olan
bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevzilerini, içinde
barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça, ateşli,
kanlı, ölümlü bir kıyametin kopmak üzere bulunduğu bütün ruhlarda
hissolunuyordu..."
**
Daha güneş batmadan II.
Fırka Çal köyünün güney tepelerini zapt etti. Batıya doğru çemberi daha da
daraltmaya başladı. 5. Tümen saat 19'da Küçük Adatepe'yi zapt etti. XI. ve V.
Tümenler düşmanı cephe- den sıkıştırıyorlardı. Düşman, Büyük Adatepe'ye doğru
yığınlar halinde kaçıyordu. Fakat bu yığınlar da kuzeyden 61. ve güneyden IV.
Kolordu 16. Tümenler tarafından kavranıyordu. Bu iki tümen arasındaki bir kilometrelik
açıklık kapatılamadığı için buradan General Trikopis 8.000 kadar kuvvetini o
gün için kaçırabildi. Ama düşmanın büyük kısmı Adatepelerde imha edildi.
Muvakkaten çemberden kaçan düşmanların içinde General Trikopis de vardı.
Trikopis hatıratında
şunları yazmıştır:
"Erzak bitmiş
bulunuyordu. Piyade cephanesi noksanı hissediliyordu. 9. Tümenin cephanesi
tamamen bitmişti. Hiçbir tümen ve kolordunun telsiz telgrafları işlemiyordu.”
Bu arada Trikopis,
Dumlupınar sırtlarından atılan General Frangos grubu ile de bağlantısının
kaybolduğunu, hatta o grubun nerede olduğunu dahi bilmediklerini kaydeder.
Trikopis'e verilen vazife artık “İzmir'e kadar ve adım adım müdafaa ederek
çekilmek”ti.
Nihayet Trikopis, Banaz
istikametinde gerilemeye karar verir. Fakat derhal topçu ve piyade hücumlarına
uğrar. Muharebeyi kabule mecbur olur. Trikopis'e göre:
"Uzun yürüyüş
derinliği vücuda getiren ordu ve kolorduya bağlı birliklerde düşman (yani
Türkler) müthiş tahribat yapıyordu.”
O sırada Trikopis,
Dumlupınar şimalinde Albay Plastıras (müstak- bel diktatör) kuvvetlerinin
bulunduğunu haber aldığını, fakat yukarıda saydığı sebeplerle güneye, Banaz
istikametine çekilmeye karar verdiğini yazar. Fakat az sonra, onları Banaz
istikametine götürecek yol da Türkler tarafından kesilmiştir. Panik başlamak
üzereydi. Türk topçusu çok ağır zayiat verdiriyordu. Kendi kuvvetlerinin ise
cephanesi tükenmiş gibiydi. İşte ondan sonra ve tam akşam üzeri Trikopis'in
hatıralarında anlattığı gibi:
"Derin bir vadide
büyük bir karışıklık meydana gelmiş ve başlayan panik, bütün birliklere sirayet
etmişti."
Hulâsa Trikopis,
kendisini boyuna muharebelere mecbur eden Türk kuvvetlerinden yakasını
kurtaramamıştı. Eğer daha önce ve Türk süvarisinin daha el çabukluğu yaparak
kapattığı Kızıltaş boğazını tutarak dayanabilseydi, vaziyetini kurtarabileceği,
askerî yazarlar tarafından belirtilir. Fakat buna muvaffak olamamıştı.
Türklerin özellikle 29 Ağustos'tan beri mecbur ettiği iki günlü muharebelerde
vakit, cephane, malzeme ve insan kaybetmişti. Çünkü zaten Kızıltaş vadisi
önceden, çok daha gerilerden Türk süvarileri tarafından tutulmuştu. Trikopis'in
o sıralardaki kuvvetinin, kendi raporunda bildirdiğine göre 15.000, Türk
kurmayına göre 10-25.000 olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki Trikopis'in son demde
kaçırdığını bildiğimiz 8.000 kişilik kuvveti de, bir taraftan süvarilerimizin
Gediz yolunu kesmeleri, diğer taraftan I. Kolordumuzun Uşak istikametinde
ilerlemesi sonucunda zaten kurtulamamıştır.
**
Başkumandanlık
Muharebesi, Gazi'nin Afyonkarahisar belediyesin deki karargâhında ve sabaha
karşı kendisine getirilen haritalarda gör düğü vaziyet üzerine, kendisiyle
İsmet ve Fevzi Paşaların müşterek incelemelerinden sonra verdiği emir ve alınan
tertiplerle 30 Ağustos 1922 günü ancak saat 14'te başlayabilmişti. İşin asıl
mucizesi, o sabah, o bölgede bulunmayan büyük kuvvetleri, aynı gün ve bazen çok
uzun, yorucu yürüyüşlerden sonra muharebe meydanına toplayabilmesidir. Çünkü bu
emirler verilirken asıl büyük muharebenin cereyan edeceği taraflarda ancak ve
yalnız 23. Tümen bulunuyordu. Gerçi düşmanın bir çember içine girmekte olduğu
seziliyordu. Ama 30 Ağustos Başkumandanlık Muharebesi, münhasıran o gece sabaha
karşı elde edilen bilgilere göre ve hemen aynı gün için tertiplenmiştir. Şu
halde Başkumandanlık Muharebesi, ondan önce ve bu neticeyi hazırlayan, gayet
iyi hazırlanan stratejik hareketlerin, 30 Ağustos'ta sabaha karşı beliren
duruma göre, derhal ve tam yerinde verilen bir kararın şiddet ve süratle
tatbikinin bir eseridir. O sırada oralarda bulunan 25. Tümenin mevcudiyeti ise
bu planın daha sabahtan başlayan işgal muharebeleri ile tatbikinde kesin bir
rol oynamıştır. İşte bu şartlar içinde, 8. Piyade ve 3. Süvari Tümeninin aynı
günde ve en kısa bir zamanda aynı sahaya toplanabilmeleri sırasında
gösterdikleri, eşi az görülmüş manzara ve yürüyüş kabiliyeti ve bu arada
Başkumandan ve Erkânıharbiye Reisinin (Fevzi Paşa) ileri kumanda mevkilerinde
yer almaları, Garp Cephesi Kumandanlığının işleyişindeki intizam, bu zaferin
sağlanmasındaki diğer etkili şartları teşkil ederler.
Gerçi bu arada ve bir
kısım kuvvetlerin uzaklardan gelip ancak akşama doğru muharebeye
yetişebilmeleri yüzünden, Yunanlılar bazı imkânlar sağladılar:
"5. Yunan Tümeninin
bir kısmı ile, 9. Tümen Kumandanı Albay Gordikos müfrezesi, gece de Trikopis
idaresinde 7-8 bin kişilik bir kuvveti arkada 1 kilometre genişliğindeki
gedikten geçirmeye muvaffak olmuşlardı. Fakat Trikopis'le çekilen kuvvetlerin
bir kısmı (4. Tümen Kumandanı Dimaras, 12. Tümen Kumandanı Kalidopulos
idaresindeki 2.000 kişiye yakın kuvvet) 6 Eylül'de ve Trikopis'in yanında kalan
5-6 bin kişilik kuvvet de 2 Eylül'de ele geçirildiler. Bu başarıda Süvari
Kolordusunun kuşatıcılık kudreti ile I. Kolordu ön planda rol oynamışlardır.”
Başkumandanlık
Muharebesinin önemi, bir kilit noktasında ve seri bir kararla bir darbe
hareketinin, bütün Yunan cephesinde son ve kesin neticeyi sağlayan bir
muzafferiyet oluşundadır. Nitekim Dumlupınar muharebesinden sonra Yunan
cephesinde esaslı, sonuçlara etkili bir muharebe olmamıştır. Dumlupınar'dan
sonra düşman ordusunun artakalan kuvvetleri tamamen çözülmüştür. Kısmen
Bursa-Kapıdağ istikametine, kısmen İzmir'e doğru, her türlü manevi kuvvetleri kaybolmuş
ve ancak, tahrip, yangın çıkarma ve cinayetler işleme enstenkleri harekete
getirerek çekilmişlerdir. Menderes cephesindeki kuvvetler de Ege denizi ve
İzmir üzerine yüzgeri ederek, bütün bu kuvvetlerden ve Türk ordusunun amansız
takiplerinden kurtulabilenler perişan bir şe- kilde Türk topraklarından denize
açılabilmişlerdir.
31 Ağustos sabahı düşman,
muharebe meydanını, artık muzaffer ordunun silahlarına terk etmişti.
MUHAREBE MEYDANI
Gazi Mustafa Kemal, 31
Ağustos'ta gördüğü manzarayı şöyle anla- tir;
"Muharebe meydanını
dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna karşılık,
hasım ordusunun uğradığı felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. Sırtların
gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, mahfuz ve örtülü yerler, bırakılmış
toplar, otomobillerle, mamitenahi teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukât
aralarında, yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargahımıza sevkedilen
esir kafileleri ile, hakikaten bir mahşeri andırıyordu.
"Ağustos'un 31.
günü, takriben zevalde (öğle vaktinde) idi ki, Çal köyünde, yıkık bir evin
avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının
döşeme ve oklarına ilişerek, vaziyeti mütalâa ettik. Kazandığımız meydan
muharebesinin, bütün seferi sona erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette
olduğunda ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen kuvvetleri
mahvetmekle beraber, bütün asli ordumuzla İzmir'e yürüyecektik...'
Başkumandan, olayla ve
durum üzerinde işte bu görüş birliğinden sonradır ki, ordusuna son ve meşhur
emrini vermiştir:
"Türkiye Büyük
Millet Meclisi orduları!
"Afyonkarahisar-Dumlupınar
büyük meydan muharebesinde, zalim ve mağrur ordunun aslî unsurlarını,
inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ederek, büyük ve necip milletimizin
fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Türk milleti,
istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanındaki maharet ve fedakârlıklarınızı
yakından takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delâlet etmek
vazifemi mütavaliyen (sırasıyla) ve mütemadiyen (devamlı olarak) yapacağım.
Başkumandanlığa teklifatta bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim.
"Bütün
arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz
önünde tutarak ilerlemesini ve herkesin, akıl kuvvetlerini, celadet ve hamiyet
kaynaklarını, yarışırcasına ibzâle devam eylemesini rica ederim.
"Ordular! Hedefiniz
Akdeniz'dir, ileri!"
İşte Başkumandanlık
Meydan Muharebesi adı, bu muharebeye verilmiştir, Gazi Mustafa Kemal, kazanılan
zaferi 1 Eylül'de ve Dumlupınar'dan millete de bildirdi:
"Büyük ve asil Türk
Milleti!
"Garp cephesinde, 26
Ağustos 1338 (1922)'den beri başlayan taarruz hareketlerimiz; Afyonkarahisar'ı,
Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan muharebesi halinde, beş gün, beş
gece devam etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının şecaat, şiddet ve
sürati, tevkifatı subhâniyeye vesile-i tecelli oldu (Allah'ın yardımının
görünmesine vesile verdi). Zalim ve mağrur düşman ordusunun aslî unsurları,
akıllara dehşet verecek katiyetle imha edildi. Teşkilât ve teçhizatı gibi
gelenek ve zaferleri ve ismi, yalnız milletimizin şuurundan, ezeli ve ebedi
imanından vücut bulan ordularımızı, fedakârlıklara lâyık olarak size takdim
ediyorum.
"En büyük
kumandanından, en genç neferine kadar ordularımıza hâkim olan fikir, milletin
gösterdiği vazife uğrunda şehit olmaktır.
"Milletimizin
bünyesindeki kudret ve mefkûreyi, üç buçuk sene evvel, çalışma arkadaşlarımla
ifade etmeye başlayarak, dayanılmaz müşkülât içinde devam eden
mücadelelerimizin neticeleri artık meydandadır. Milletin rey ve iradesine
dayanılan her işin neticesi, millet için hayır ve selâmet olduğu sabit
olmuştur.
"Milletimizin istikbali emindir. Ve
vaadolunan nusratı ordularımızını istihsal etmesi muhakkaktır...
Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan
Mustafa Kemal"
O sıralarda Genelkurmay'da çalışan Kurmay Binbaşı
Cevdet Kerim, Başkumandanlık karargâhının bu muharebe sırasındaki görüşünü şöyle
anlatır:
"O gece ve ertesi gün, Dumlupınar pek
heybetli bir Başkumandan karargâhıydı. Bir tarafta mağrurane yatan aziz
yaralılarımız, diğer tarafta düşmanın esir grupları, faziletli bir düşman gibi
değil, yaptıklarından utanan kanlı çete reisleri gibi duran, titrek kumandan ve
subay kafileleri ve Afyon taarruzundan evvel, Afyon'daki baloya davet edilen
kadın alaylarıyle dolmuştu...
Harp sahalarında işini bitirip, daha sonra
Ankara'ya döndüğü zaman Gazi Mustafa Kemal, Dumlupınar meydan muharebesini,
Büyük Millet Meclisi önünde şöyle anlatmıştı:
"Mesele halledildiği zaman gece de basmış
bulunuyordu. Sanki zulmet-i leyl (gecenin karanlığı) pek fecî olan manzarayı
dünyanın gözlerinden saklamak için koşuyordu. Hakikaten arkadaşlar, bu muharebe
meydanın ertesi gün gezdiğim zaman nefsimi teessürden menedemedim. Bir asker
için, herhangi bir asker için bu vaziyet teessürü muciptir. Fakat Allah'ın
Yunanlılara bu vaziyeti mukadder etmiş olmasına göre burada bu vaziyete
girenler asker değildiler. Bunlar herhalde canilerdi, katillerdi."
Dumlupınar'dan sonra Türk birlikleri, her tarafta
çekilen, kaçan Yunanlıların arkasından saldırdılar. Daha Dumlupınar'da savaş
devam ederken, Kütahya-Alayund istikametine, yani kuzeye yönelen birlikler,
oralarda rastladıkları Yunan birliklerini bozdular. Kocaeli grubu da Bursa
istikametinde baskı yapıyordu. II. Ordu, Murat dağı kuzeyinden Manisa genel
istikametinde yürüyordu. Sonra güneyde Uşak, Alaşehir, Salihli umumi
istikametine de yöneldi. Süvari Kolordusu düşmanın her adımda peşindeydi. III.
Süvari Tümeni ve Menderes müfrezeleri daha güneyden Sarayköy'den İzmir umumî
istikametine yönelmişlerdi.
Hulâsa, Yunan ordusu artık yoktu. Gerçi
Dumlupınar'dan çekilen General Frangos grubu Murat dağları üzerinde (Hasan Dede
Tepesi'yle Kaplangi Dağı arasında) bir cephe tutmuştu. Demiryolunun kuzeyindeki
Halaçlar Tepesi 7. Tümenle tutulmuştu. Hasan Dede'yi de Plastiras tutuyordu.
Fakat I. Kolordu daha 30 Ağustos akşamı bu mevzilerin karşısına vardı. Derhal
muharebe başladı. Hattâ arada Frangos bir gece hücumunda az çok başarı da
kazandı. 31 Ağustos'ta gün doğarken Kaplangi dağına Türk taarruzu başladı.
Kolordu Kumandanı en ileri saflardaydı. Neticede düşman saat 8.30'da perişan
bir şekilde Uşak istikametine çekildi. Daha güneş batmadan da Türk birlikleri,
hem de 20 kilometrelik bir yürüyüşle Uşak önüne vardılar. Uşak kurtarıldı. 2
Eylül'de Başkumandanlık ve Garp cephesi karargâhı Uşak'a nakledilmişti.
Dumlupınar'dan çekilen Frangos'un emrinde 30.000
piyade, 2.000 süvari ve 68 top bulunuyordu. Bunların 5.000 kişi kaybettikleri
anlaşıldığına göre ve Dumlupınar'dan sıyrılan General Trikopis grubunun da
katılmasıyla gene ortada 35-40 bin kişilik bir düşman kuvveti hareket halinde
demekti. 7.500 kişilik 15. Yunan Tümeni de Gediz'e doğru iniyordu. Kuzey
bölgesinde Afyon-Eskişehir cephelerinden Bursa isti-kametine çekilen 50.000
kadar Yunanlının da henüz ayakta olduğunu düşünmelidir. O günlerdeki durumu
anlatan askerî yazılar ve eldeki vesikalar bunları belirtirler. Düşman
Başkumandanlığı bu kuvvetleri İzmir batısına çekerek orada bir müdafaa cephesi
kurmak çabasında görünüyordu. Gerçi Yunanlıların, son çöküntüden önceki
muharebe safhalarında iyi harp ettiklerinde, iyi idare edildiklerinde, yani
ciddî bir savaş gücü olduğu halde, hemen bütün Türk yazarları müttefiktirler.
Fakat Dumlupınar'dan sonra düşman askerinin maneviyatı çökmüştü. Yunan
ordusunda disiplin kalmamıştı. Ast ve üst münasebetleri tamamen sarsılmıştı.
Hulâsa, asker yığınları can kaygısına düşmüşlerdi.
Başkumandan, o güne ait tarihî nutuklarından bu
ruh halini şu cümlelerle canlandırmıştır:
"Askerimizin, Yunan ordusunun kalp ve
vicdanına verdiği dehşet çok ehemmiyetlidir. Yunan ordusunun vicdanında hasıl
olan bu korku ve haşyet bütün Yunan milletine sirayet etmişti. O kadar ki,
adalarda bulunan Yunanlılar bile, Türk ordusu geliyor diye firara teşebbüs
ediyorlardı.
Bunlar arada deniz
olduğunu unutuyorlardı. Kaçamadığından, kaçamayacağını anladığından, delirenler
vardı”.
Yunan kumandanları
tarafından daha sonra neşredilen anılarda, bu ruh düşkünlüğü, sözbirliğiyle ve
bütün çıplaklığıyla açıklanmaktadır. Meselâ Frangos, Yunan Başkumandanlığına
şunları yazmaktadır:
"Son günlerin sert
mücadeleleri erlerin kuvve-i maneviyesine o derece tesir etti ki, bugün bu
erler kaçarlarken, gayri muntazam ve rütbelilere itaat etmeyen insanlardan
mürekkep bir halitaya benziyor. Vaziyetin bu haliyle, düşmanla her türlü
temastan çekinmelidir."
Diğer bir Yunan kumandanı
da şunları yazar:
"Ricat sırasında
kuvvetlerin gösterdiği manzara, rabıtasızlık, intizamsızlık ve inhilâl
manzarasıydı. Verilen emirler artık infaz edilmiyor ve subaylar tehditlerini
yerine getiremiyorlardı.”
Bu belgeleri, hem de
Yunan kaynaklarından istediğimiz kadar çoğaltabiliriz.