20 Nisan 2010 Salı

" Bir de şunu söyliyelim:

Erenlerin aralarında meşrep, daha doğrusu anlayış ve rûhî hâlet bakımından ayrılıklar, aykırılıklar vardır; hattâ bu ayrılık ve aykırılıklar, birbirlerini kınamaya bile varır. Tasavvufu, Vahdet anlayışını aynı sananlar, aldanırlar. Mevlânâ,
şerîattan zerre kadar ayrılmayan bir erendir; onun vahdet anlayışı, her şeyde Allâh’ın kudretini, hikmetini, sun’unu, lûtfunu… görmek, bu görüşe, aşk, cezbe ve sohbet yoluyla ulaşmak esaslarına dayanır. İbni Arabî Muhyiddin (636 H. 1340) ve onun yolunu tutanlar, onun fikirlerini yayan oğulluğu Sadreddin, bilgiye, hattâ ilerde olacak şeyleri bile kavramak, harflerden, sayılardan hükümler çıkarmak iddiâ­sını tazammun eden garib bilgilere, aklın alamayacağı, naklin kabûl edemiyeceği yorumlara önem vermişlerdir. Bu yüzden Ekberiyye mümessilleriyle Mevlânâ'nın arası, biraz da şeker - renktir. Meselâ ilk zamanlarda, rivâyete göre Sadreddin, Mevlânâ'yı pek tutmaz (Manâkıb'ul - Ârifin; Tahsin Yazıcı'nın tashih ve hâşiyeleriyle; T. T. K. mat. Ankara, c. I, 1959. s. 305 -306). Mevlânâ'nın da Sadreddin'e karşı pek teveccühü yoktur. (aynı, s. 417-418). Hattâ onu, kendi adamlarının gerçekliğine nispetle mukallid sayar (aynı, s. 471)- "Fîhi mâ-fîh" te de, bir sohbetinde, Sadreddin'in adamlarının inançlarını şiddetle kınar (Tercememiz; İst. Remzi K, 1959. s. 106- 107. Mevlânâ Celâleddin'e de bk. III. b. s. 232-236).

Hâsılı bu takrize hiçbir yönden inanmamıza imkân yoktur."

14. Baskı İnkilap Kitabevi – Mesnevî Tercemesi ve Şerhi I-II - sh. xxxvıı-xxxvııı sunuş bölümü