28 Nisan 2009 Salı

Divan-ı Kebirden Şeçmeler

390. Peygamberlerden söz ediyor ama,

onda peygamberlerden bir huy var mı; sen ona bak!

Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ulün

(c. II, 700)



• O güzel yüzlü hocanın acaba nesi var? O, insanlık vazîfesini, kulluk vazîfesini geregi gibi yapıyor mu? Onun gönül aynası sanıldıgı gibi tozsuz mudur? Temiz midir?

Onunla konus, onu anlamaya çalıs! Bak bakalım onda ölümsüzlük sarabından nasıl bir koku var! Varsa eger vakit geçirmeden ondan manevî bir koku al!

• Onun gül bahçesinin içine gir, bak bakalım, o bahçede nergislerden lalelerden ne var?

• O, her ne kadar, peygamberlerden söz ediyorsa da, onlann mu'cizelerinden bahsediyorsa da, onda peygamberlerin huyundan bir huy var mı? Sen ona bak, lafına bakma! Söylediklerini yasıyor mu; onu anlamaya çalıs!
• Salavat verip duruyor, tesbih çekiyor ama, onda Hz. Mustafa (s.a.v.)'in safvetinden, rüh ne var?



Divan-ı Kebir den Seçmeler -Şefik Can - Cild I

14 Nisan 2009 Salı

Organ Nakli, Kan Nakli

Esasen kişinin vicdanına bakarak çözebileceği mesele ama bu konuda vicdanı susumuş kişiler için arşivlendi
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/kurul/karar.asp?id=3&sorgu=1

T.C.
BAŞBAKANLIK
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI




Organ Nakli
3/3/1980




Hacettepe Üniversitesi Tıp. Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Mehmet Haberal'ın ölmüş kimselerden alınacak organ ve dokuların, tedavileri ancak bu yoldan yapılabilecek hastalara nakli konusunda, Başkanlık Makamından havale olunan dilekçesi Kurulumuzca incelendi.


Yapılan müzakere sonunda :


Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, organ ve doku nakli konusunda sarih bir hüküm bulunmamaktadır. İlk müçtehit ve fakihler de, kendi devirlerinde böyle bir mesele söz konusu olmadığı için, bu ameliyyenin hükmünü geniş şekilde açıklamamışlardır. Ancak dinimizde, Kitap ve Sünnet'in delaletlerinden çıkarılmış umumî hükümler ve kaideler de vardır. Kitap ve Sünnet'te açık hükmü bulunmayan ve her devirde karşılaşılan yeni yeni meselelerin hükümleri, İslâm fakihleri tarafından bu umumî kaideler ile hükmü bilinen benzer meselelere kıyas edilerek çıkarılmış, hiçbir mesele cevapsız bırakılmamıştır. Organ ve doku nakli konusunda hükmünü tayinde de aynı yola baş vurulması uygun olacaktır.


Bilindiği üzere, insan mükerrem bir varlıktır. Mahlukatı içinde Allah onu mümtaz kılmıştır. Bu itibarla normal durumlarda ölü ve diri kimselerden alınan parça ve organlardan faydalanılması, insanın hürmet ve kerametine aykırı görüldüğünden, İslam fakihlerince caiz görülmemiştir. Ancak, zaruret durumunda, zaruretin mahiyet ve miktarına göre bu hüküm değişmektedir.


Nitekim dinimiz, bir kısım fiil ve davranışları yasak kılmış, Kitap ve Sünnet bunları tespit etmiştir. Sözgelimi murdar hayvan (meyte), kan, domuz eti, şarap... vb. şeylerin yenilip içilmesi, alınıp satılması, ilaç olarak kullanılması haram kılınmıştır. Ancak zaruret halinde bunlardan zaruret miktarında (ölmeyecek kadar) yenilip içilmesinin (el-Bakara, 173; el-Maide, 3; el-En'am, 119) meşru olduğu beyan buyrulmuştur.


Söz konusu ayet-i celilelerden, İslâm fakihleri, zaruretlerin bir ölçüde dinen yasaklanmış şeyleri mübah kıldığı ve zaruret halinde sadece ayet-i kerimelerde beyan edilen yasakların değil, zaruret halinin giderilmesi için yapılması zorunlu ve başka bir çare olmayan bütün yasakların zaruret miktarınca işlenmesinin caiz ve mübah olduğu sonucuna varmışlardır.


O halde, ölmüş kimselerden tedavi maksadıyla organ ve doku alma ve bunları hasta veya yaralı kimselere nakletme konusunda bir hükme ulaşabilmek için;


Zarurete binaen, cesedin kesilmesi, organ ve dokularından bir kısmının alınmasının caiz olup olmadığı,


Hastalığın tedavisinin zaruret sayılıp sayılmayacağı (Haram ile tedavinin hükmü)


Organ ve doku nakli caiz ise hangi şartlarla caiz olduğunun bilinmesi gerekmektedir.


İslam fakihleri, karnında canlı halde bulunan çocuğun kurtarılması için ölü annenin karnının yarılmasına,


Başka yoldan tedavileri mümkün olmayan kimselerin kırılmış kemiklerinin yerine, başka kemiklerin nakline,


Bilinmeyen hastalıkların öğrenilmesi ve hayatta bulunmaları sebebiyle ölülere nisbetle daha çok şayan-ı ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağlanabilmesi için, yakınlarının rızası alınmak suretiyle, ölüler üzerinde otopsi yapılmasının caiz olacağına,


Fetva vermişler, canlı bir kimseyi kurtarmak için, ölünün bir parçasını itlaf etmeyi caiz görmüşlerdir. Nitekim, Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu'nun 16.4.1952 tarih ve 211 sayılı kararında, özetle;


"...âmmenin menfaat ve maslahatı göz önünde tutularak, bilinmeyen bir hastalığın bilinir hale gelmesi, hastalığın bilinmemesinden doğacak âmme zararının önlenmesi, hayatta bulunmaları sebebiyle daha şayan-ı ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağlanması gibi maslahat ve şer'î hikmetlerin husule gelmesini temin için, yakınlarının rızası alınarak, ölüler üzerinde otopsi yapmanın caiz olacağı ve bu gibi sebepler dolayısıyle ölüye gösterilmesi gereken hürmet ve tekrimin zevaline katlanmanın, İslamî hükümlerin bir gereği olduğu..." ifade olunmuştur.


İslam fakihleri, açlık ve susuzluk gibi, hastalığı da haramı mübah kılan bir zaruret saymışlar, başka yoldan tedavileri mümkün olmayan hastaların haram ilaç ve maddelerle tedavilerini caiz görmüşlerdir. Günümüzde kan, doku ve organ nakli ve tedavi yolları arasına girmiş bulunmaktadır. O halde, hayatı veya hayatî bir uzvu kurtarmak için başka çare olmadığında, kan, doku ve organ nakli yolu ile de bazı şartlara uyularak, tedavinin caiz olması gerekir. Nitekim, Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulunun 25.10.1960 tarih ve 492 sayılı kararında, "tedavileri için kan nakline zaruret bulunan hasta ve yaralılara başka kimselerden kan naklinin; başka kimselerden alınacak parçaların takılmasıyla görmeleri mümkün olduğu takdirde; hayatında buna izin vermiş olan kimselerin, ölümlerinden sonra gözlerinden alınacak parçaların bu durumdaki kimselere takılmalarının caiz olacağı..." beyan edilmiştir.


Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 19.01.1968 gün ve 3 sayılı gerekçeli kararında ise "yalnız hayatı kurtarmak için değil, bir organı tedavi etmek, hastalığın tedavisini çabuklaştırmak için de kan naklinin caiz olduğu, tıbbi ve hukuki kaidelere riayet edilmek şartıyla kalp naklinin de caiz olacağı..." ifade olunmuştur.


Yurdumuz dışında, çeşitli İslâm Ülkelerinin yetkili kişilerince de aynı yolda fetvalar verildiği bilinmektedir.


Kurulumuzca da aşağıdaki şartlara uyularak yapılacak organ ve doku naklinin caiz olacağı sonucuna varılmıştır.


Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayatî bir uzvunu kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığının, meslekî ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir tabip tarafından tespit edilmesi,


Hastalığın bu yoldan tedavi edilebileceğine tabibin zann-ı galibinin bulunması,


Organ veya dokusu alınan kişinin, bu işlemin yapıldığı esnada ölmüş olması,


Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında (ölmeden önce) buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla, yakınlarının rızasının sağlanması,


Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması,


Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak bu nakle razı olması gerekir.


el-İsra Suresi , 70; et-Tin Suresi, 4


el-Hidaye, el-İnaye ve Feth'ül-Kadir 1/65; Fethu babi'l-İnaye, 1/126; Fetevay-ı Hindiye, 2/390


Cessas, Ahkamü'l-Kur'an, 1/156; İbnü'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an, 1/55; Kurtubi, 2/232 ve 7/73; İbn Hazm, el-Muhalla, 7/426


Fetevay-ı Hindiye, 2/296; el-Va'yü'l-İslami, Sayı 137, Yıl 1396, Kuveyt; Istılahat-ı Fıkhiye, 3/157


Fetevay-ı Hindiye 2/390

12 Nisan 2009 Pazar

Kendine gel benlikten çık, uzak dur

İnsanlara karıl insanlara

İnsalarla bir ol

İnsalarla bir oldunmu bir madensin

Bir ulu deniz

Kendinde kaldın mı

Bir damlasın bir dane

Ama sen canıda bir bil, bedenide

11 Nisan 2009 Cumartesi

EDEBİYATIN SINIRBOYU POZİSYONU

EDEBİYATIN SINIRBOYU POZİSYONU

.....

Ebedi sanat eseri ile diğer metinler arasındaki farklılık hiç de temel bir farklılı değildir. Şiirin dili ile nesrin dili ve yine poetik nesir ile "bilimsel" dil arasında bir farklılık olduğu doğrudur. Bu farklılıklar aynı zamanda ebedi form açısından da değerlendirilebilir. Fakat muhtelif "diller" arasındaki temel farklılık açık şekilde başka bir yerde, bunların her birinin hakikat /doğruluk idiaları arasındaki farklılıkta yatar. Bütün yazılı eserler, dilin içeriklerini anlamlı hale hetrien şey durumunda derin komüniteye/cemaate sahiptirler. Buna göre, bir tarihçi tarafından diyelim, anlaşıldıklarında, bu anlama, sanat olarak tecrübe edilen metinlerin anlaşılmasından pek de farklı değildir. Ve edebiyat kavramının yalnızca edebi sanat eserlerini değil, aynı zamanda yazıya geçirilen herşeyi içine alması tesadüfi bir şey değildir.

Her nasıl olursa olsun, edebiyatın sanat ile bilimin buluştukları yerde ikamet etmesi de tesadüfi değildir. Metnin varlık modu eşsiz ve mukayese edilemez bir şeye sahiptir. O anlamaya özel bir tercüme problemi sunar. Hiçbir şey yazılı söz kadar yabancı ve dolayısyla anlaşılması zor değilidir. Yabancı bir dilin karşı karşıya kalan konuşucularınınyaşadığı zorluk bile bu anlaşma zorluğu ile mukayese edilebilir değildir; çünkü mimik ve jestin dili ile sesin dili daima konuşma sırasında kısmen anlaşılabilir. Yazı ve onun parçası durumundaki şey - edebiyet - çok yabancı bir aracıya/ortama sokulan zihnin (geist) saf izi değildir, fakat aynı şekilde hiçbir şey anlayan zihne (geist) bu ölçüde muhtaç da değildir. Yazının şifresinin çözülerek yorumlanması sırasında bir mucize gerçekleşir: Yabancı ve ölü bir şeyin total şimdiye ve bilinmişliğe dönüşümü. Bu, geçmişten bize ulaşan başka hiçbir şeye benzemez. Geçmiş hayat bakiyesi - geçmişten kalan binalar,aletler, mezar içi kalıntıları - zamanın onları sağa sola savrulan fırtınalarıyla harap durum-dadır; oysa yazılı gelenek bir kez şifresi çözülerek okundu mu, sanki bugüne aitmişçesine bizmle konuşacak ölçüdesaf zihindir (geist). Okuma yazılı şeyi anlama kapasitenin gizli bir sanata, hatta bizi kurtaran ve bağlayan büyüye benzemesinin sebebi budur. Onunla zaman ve mekan aşılmış izlenimi doğurur. Yazıya intikal eden şeyi okuyabilen insanlar geçmişe tanıklık ederek onu saf şimdiye dönüştürürler.

....

Hakikat ve yöntem den- Hans - Georg Gadamer - 229-230