28 Aralık 2007 Cuma

Kediler

Evvel Zaman İçinde
Kalbur Zaman İçinde
Çok Uzak Değil
Yakın Bir Ülkede
Sevimli Uslu Küçücük Gözlü
Küçük Kediler Yaşarmış

Yemekleri Ortak
Yatakları Birmiş
Sevinçleri Hepsininmiş
Duman Renkli Açık Kahverengi
Küçük Kediler Yaşarmış

Yakın Ülkenin Yanında
Dönemeci Dönerken
Rüzgarların Sağında
Ormanların Solunda
Sesli Hırslı Kocaman Gözlü
Büyük Kediler Varmış

Sabahları Okumakla
Akşamları Düşünmekle
Gündüzleri Konuşmakla
Geceleri Çalışmakla
Yorgun Gözleri
Şişmiş Elleri
Büyük Kediler Varmış

Siz Kardeşler
Hangi Kedileri Seversiniz
Hangi Kediler Gibi
Yaşamak İstersiniz
Sevimli Uslu Sesli Hırslı
Hangi Kedilerdensiniz

Bülent Ortaçgil

16 Aralık 2007 Pazar

Yorum Bilgisi Notları

Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler adlı kitaptan notlar

Retorik, der Gadamer, "eski gelenekler arasında, bilimin yalnızca ısbatlanarak test edilen şeyi doğru kabul etme iddiasına karşı muhtemel olanı ve sıradan aklı ikna eden şeyi savunan biricik doğruluk iddiası savunucusu gelenek olmuştur."(1976a,s.26) Retorik aynı zamanda, söylenen şeyin anlaşılmasına bir mesafe unsuru koyar ve değerlendirici anlamayı süregelen konuşmanın seyrine tabi tutar. Retorik, saf bilme ve anlamayı içeren tartışmanın olamayacağını söyler. Gadamer'in retoriğe hermeneutiğin paradigması olarak atıfta bulunması, yoruma dayalı anlamanın teorik bilgiden farklı olduğunu göstermek içindir. Sözün gelişi, tarihsel geleneğimizin bilgisi temelde, argümanları etkileşim durumu konteksinde anlama tarzımıza çok benzer. Dolayısıyla retorik ve Rönesans'tan bu yana hümanist gelenek, herhangi bir kişinin hümaniter disiplinleri bilimsel yöntem idealinin sınırlıyacı rolünden kurtarmak amacıyla kullanabileceği iki tarihsel ana akımdır.

Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler adlı kitabından - Hüsamettin Aslan sh.75


sh.25 den
---------

Yorumcunun (öznenin) kendisiyle nesneyi, yazarın özgün yaratıcı aktivitesini yeniden üretecek tarzda kavrayacağı üçlü bir süreç olarak tesbit etmek için Dilthey zihinsel nesnelleştirmeler ve anlamlı form - zihinin nesnelleşmesi olarak anlamlı form- görüşüne döner. ( Betti yorumu )

sh.26 Dipnotta - E.D.Hirsh
----------------------------

Youmcunun asli görevi kendisini yazarın "mantığında" tutumlarında, kültürel verilerinde, kısacası yazarın dünyasında yeniden üretmektir. Doğrulama süreci her ne kadar büyük ölçüde zor ve karmaşık ise de, nihai doğrulayıcı ilke çok basittir- konuşan öznenin muhayyilede yeniden inşası.
Yorumu, geçerli olması için yorumlanan nesnenin kesin anlamı yeniden üretilmelidir ve Hirsh e göre bu kesinlik şartını karşılayacak biricik anlam yazarın kastettiği anlamdır.

sh.85

Birinden hermeneutik tecrübeye sahip biri olarak sözederken Gadamer gerçekten de 'öğrenmeyi öğrenmiş olan.' kendikendini incelemeye ve tarihsel durumun incelenmesine adamış kişiyi düşünür. İncelenecek hakikatlerin pratik bir yanı vardır. Onların, hayatımızın sevk ve idaresiyle ilgilidir. Gadamerin dikkatle sürdürülen diyolog örneğini, hermeneutik tecrübenin ne olduğunu en iyi açıklayan şey olarak tercih etmesinin nedeni budur.

Konuşmada/diyalogda anlamaya varmak, her iki partnerin de buna hazır olmalarını onlara yabancı ve karşıt olan şeyin tam değerinin farkına varmaya çalışmalrını gerektirtir. Eğer bu, parternelerden herbiri aynı zamanda kendi argümanlarını savunuyor, karşı-argümanları hesaba katıyorken gerçekleşiyor ise, birbirlerinin konumunun keyfi değil, kendidiliğnden karşılıklı tercümeleri dahilinde bir ortak dile ve bir ortak ifadeye/önermeye ulaşmaları mümkündür./(1975,s.348)

Hem tarihsel metinlerin yorumu durumunda hem de Gadamer'in hemen yukarıda tasvir ettiği üzere incelikli bir diyalogun gerçekleştirilmesi durumunda, hakikat iddiaları, incelemeye ilgi pratik bir ilgi ise de, diskursif tarzda gözden geçirilir. Keza her iki durumda da, argümanların uygunluk, yeterlik ve ikna edicilik
kriterleri, konuşmanın/diyologun işleyişi sırasında. "Ufukların kaynaşması sözkonusdur" (1975, s.273)

----

eklektik =“kurulmus olan dizgelerden degisik duşunceleri secip alan ve kendi ogretisinde birlestirerek yeni bir ogreti olusturan.” anlaminda kullanilmaktadir.

sozun bu anlami icin turk dil kurumunca "secmeci" karsiligi onerilmistir

dikotomi : mantıklı bir sınıfın belli bir nitelik tasıyan ve tasımayan 2 alt sınıfa ayrılmasıdır. bu değişkenler ancak birbirine zıt iki değer alabilir.
kavramların kapsamlarını ikiye bölerek yapılan incelemedir. bu incelemede bazı unsurlar dışarda bırakılarak önemli kabul edilen olay ya da olgu incelenir

praksis: yaşamı, (var)oluşu değiştirme/dönüştürme edimlerinin tümüne verilen ad. özellikle hegel felsefesinde çok önemli bir yeri vardır.

dilemma : açıklamasında ikilem diye özetlense de kullanış olarak dilemma, ikilem, çelişki ve paradoks farklı kelimelerdir.

10 Aralık 2007 Pazartesi

Yorumbilgisi

Gadamer’in Hermeneutiği: Hakikat ve Yöntem ’de Gadamer, amacının insan bilimlerinin ne olduğunu keşfetmek olduğunu belirtir. Takdim edilen iki tema , Hakikat ve Yöntem projesi için canalıcı öneme haizdir. İlki; amacının insan bilimlerinin gerçekte ne olduklarını araştırmak olduğu ifadesinde bulunur. Bu arayış Gadamer’i insan bilimlerinin evriminin, “modern bilimin ruhunun” onların gelişimleri üzerindeki etkisinin ve hümanistik mirasın bazı temel unsurları korumaları olgusunun analizine götürür. Kitabın ilk yarısında, Vico, Dilthey ve hümanist geleneğin diğer temsilcileri tarafından tanımlanan temel hümanistik kavramlara değinilir. Ayrıca sanat deneyiminin hakikat bağlamında analizi yer alır. İkinci tema; yapıtın merkezi ilgisini oluşturur.” Anlama” nasıl olanaklıdır. Kitabında insan bilimlerinin keşfi yerine getirilmesi ilk görev olmakla birlikte , o çok daha zor olan “anlama” nın bizatihi kendisinin nasıl mümkün olduğuna yoğunlaşır. Buradan , anlamanın hangi türünün insan bilimlerine uygun olduğu sorusuyla ve dolayısıyla evrensel anlamanın kendisinin ne olduğu sorusuyla ilgilenmeye sürüklenir. Onun bu soruya cevabı, bütün anlamanın hermeneutik olduğu ve bu yüzden , anlamanın doğasıyla ilgili bir analizin “evrensel heremeneutik” in analiziyle örtüştüğüdür.

Gadamer heremeneutik’i; “sonluluğunu/sınırlılığın ı ve tarihselliğini oluşturan ve bu yüzden dünyayla tecrübesinin tamamını içeren Orada –varlık’ın hareket halindeki temel varlığı” olarak tanımlar. Bu yüzden hermeneutik inceleme Varlık incelemesi ve nihai noktada dil incelemesidir; çünkü anlaşılabilen varlık dildir. Ona göre insan bilimlerinde anlamanın dil ortamında incelenmesi gerekmektedir. Anlamanın dilselliği Gadamer’in yaklaşımının anahtarıdır. Hakikat ve Yöntem’de insan bilimlerinin doğasını keşfetmek amacıyla yola koyulan Gadamer şu kapsayıcı sorunlar dizisinin tartışmasına girişir; estetik deneyimin doğası, oyunun rolü, insan bilimlerinin ve ontolojinin tarihi. Dil Gadamer’in tartıştığı bütün konuları gölgede bırakır. Onda dil sorunu ontoloji sorununun yerini alır. Sanat, oyun ve insan bilimlerinin doğası. Eserin ilk iki bölümünün konusu sanat deneyiminin incelenmesidir. Gadamer’in amacı insan bilimleriyle ilgili bir kavrayışın 19.yy. ın yönteme dar ilgisinde ve doğa bilimleriyle ilişkisinde değil , “kesintiye uğramamış bulunan retorik ve hümanist kültürde” yattığını göstermektedir.Ancak bu gelenek kesintiye uğradığından söz konusu geleneği yeniden ele geçirmek gerekir. Gadamer’in sanat tecrübesinin analizinde öncelikli amacı, bu tecrübede bulunan anlama tarzının , insan bilimlerindeki anlama tarzına doğa bilimlerinkinden daha yakın olduğunu göstermektir. Sanat deneyiminin iki karakteristik anlama tarzı; Estetik deneyimde anlama daima, anlaşılan başka bir ilişkide gerçekleşen kendini –anlamadır. Ve estetik deneyim daima, onu yaşayanları kendi hayat kontekslerinin(bağlamının) dışına çıkararak varoluşlarının bütünüyle yeniden ilişkiye sokar. Gadamer, bu iki özelliği belirledikten sonra , estetik deneyimin bir oyun türü olduğunu iddia ederek , dar anlamıyla estetikten oyun analizine döner. Oyun analizi, araştırmakta olduğu “anlama” kipinin üç ilave özelliğini gözler önüne serer: *Oyun daima öznesizdir. Yani oyunun onu oynayanların bilincinden bağımsız kendine ait bir özü vardır. *Oyun daima kendi – kendini temsili içerir *Oyun daima, şimdiki olana katılmayı gerektiren bir katılımcı seyirciyi içine alır. Gadamer, sanat oyununun özünün temsil ya da yeniden üretim olduğunu ve bunun aynı zamanda herhangi bir türden okumanın da özü olduğunu öne sürdüğünde apaçık hale gelir.

Hakikat ve Yöntem’in bir sonraki bölümünde Gadamer, şimdiki teziyle yakından ilgili bir dizi eleştiri hamlesinde bulunur. O, 19.yy. a ait bir çok eserle , çalışmaları insan bilimlerinin kendi kendilerini anlamalarının şekillenmesini etkilemiş bulunan 20.yy. düşünürlerini ele alır. Bu eleştiriler önemlidir ; çünkü bunların her birinde Gadamer, olgucu nesnelciliğin kaba aşırılığından kaçınan düşünürlerden övgüyle söz ettiği halde , bu düşünürlerin her birinin yine de kendi teorisine olguculuğu taklit eden bir objektivizm soktğunu ortaya koyar. Bu düşünürlerden her birini yeri geldiğinde eleştirerek Gadamer, insan bilimlerinin , objektivizmi bütünüyle silip süpürerek ortadan kaldıran ve mutlak/kesin temellere herhangi bir başvuruyu reddeden ana hatlarını sunar. Dilthey ve Husserl bağlamındaki yaklaşımı şudur. Dilthey her ne kadar bilmenin tarihsel ve bilimsel kipleri arasında bir farklılık olduğunu kabul ediyorsa da , buna rağmen, doğa bilimleriyle sosyal bilimler için aynı objektivite/nesnellik iddiasında bulunur. Diltehey’ın düşüncesindeki bu objektivizm, Husserl’in fenomenolojisiyle aşılır . Husserl’in yaşantı/hayat –dünyası kavramı , yaşantı-dünyasını bütün bir bilmenin kaçınılmaz temeli olarak konumlandırdığı için her tür objektivizmin antitezidir. Fakat Husserl’in yaklaşımı da kusurludur. Husserl, önemli bir insan bilimlerini yaşantı- dünyası analizi içinde temellendirme ve yaşantı- dünyasının nesnel bilimden önce geldiğini gösterme hamlesi yaptığı halde, hem Husserl hem Dilthey , spekülatif idealizm ile deneysel konum arasındaki gediği kapatmayı başaramazlar; çünkü tecrübe kavramı her ikisi için de öncelikle epistemolojiktir.

Gadamer için Heidegger şunları öne sürek onları aşar: Anlama Dilthey’daki gibi , ruhun eski çağlarında benimsenen tekedilmiş bir insani tecrübe ideali değildir; üstelik, Husserl’deki gibi , üzerinde kafa yorulmayan hayatın bönlüğü karşısında felsefenin son yöntemsel ideali de değildir; tam tersine o , bu-dünya-içinde- varlık olan Orada – varlık’ın gerçekleşmesinin orijinal formudur. Hermeneutik tecrübenin doğası. Gadamer Heidegger’in öğrencisi olarak onun yaklaşımından yararlanmıştır. Heidegger’in yaklaşımındaki üç ana unsur üzerine odaklanır.
1.Heidegger’in varlığın ufkunun zaman olduğu düşüncesini kullanarak, Husserl’in tranzendantal fenomonelojisinin temel probleminden kaçınır. Husserl’in özne ve nesne tartışması özneyi, bir seyirci , dünyada hiçbir yeri bulunmayan biri olarak dünyanın dışına çıkarır. Heidegger bunu , anlamayı diğer kişiyle iletişim probleminden kurtararak değiştirir. Onun temel ontolojisi sağlam olarak dünyanın kendisi içinde durur. O, insanların varolma tarzlarına ve nesnelerle dünyada karşı karşıya gelinme tarzlarına titiz bir dikkat harcar. Bu öngörü , Gadamer’in “dünyaya atılmışlığın hermeneutiği” diye adlandırdığı şeyin temeli haline gelir. O , Husserl’e karşı , insanın kendi varlığıyla hiçbir tercih edilmiş ilişikinin , bu varlığın dünyaya atılmışlığının ötesine geçemeyeceğini öne sürer. Gadamer daha sonra, Heidegger’in yaklaşımının bu unsurunu , anlamın tarihselliği etiketi altına kendi kuramıyla birleştirir.

2. Heidegger’in çalışmalarının Gadamer’in yararlandığı ikinci unsuru, anlamanın zaten mevcut- yapısı/ön-yapısı kavramıdır. Bu unsur, Gadamer’in hermeneutik’e yaklaşımının köşetaşı durumundaki “önyargı” (prejudice) kavramıdır. Gadamer, bütün bir anlamada önceden varolduğu kabul edilen önyargının keyfi olmadığı iddiasını geliştirmek için Heidegger’in “zaten mevcut-yapı/ön-yapı” anlayışına dayanır. O bunu şöyle dile getirir: Fakat anlama tam gizli gücüne yalnızca, kullandığı ön-anlamlar/zaten mevcut anlamlar keyfi olmadıklarında ulaşır. Bu yüzden, yorumcunun, yalnızca anında emrine amade ön-anlama dayanmak suretiyle metne dolaysızca yaklaşamayacağı, aksine, açıkça içinde ön-anlamların meşruiyetini, yani kaynağını ve geçerliliğini gözden geçireceği tabii ki doğrudur.

3.Heidegger’in yaklaşımının Gadamer’in ilgisini çeken üçüncü unsuru, hermeneutik daire anlayışıdır. Diğer hermeneutik filozoflarının aksine, Gadamer’in hermeneutik daire konusu üzerine yazmaması anlamlıdır. Bunun nedeni, Heidegger’in kavrama getirdiği tanımda bulunabilir. Heidegger, hermeneutik dairenin, metedolojik bir problemi tanımlamadığı için bir dezavantaj/sınırlama olmadığını, başka bir söyleyişle, “fasit” daire/”kısır” döngü olmadığını açıkça ortaya koyar. Yalnızca özne ve nesne karşıtlığına göre dile getirildiğinde, hermeneutik daire “fasit” daire olarak sahneye çıkabilir. Bununla birlikte, Heidegger hermeneutik daireyi, ‘anlamadaki ontolojik yapı unsuru’ olarak tanımlar. Heidegger için olduğu kadar Gadamer için de hermeneutik daire bir “formel/mantıksal daire” değildir, hermeneutik daire anlamayı, geleneğin deviniminin iç oyunu (interpiay) olarak tasvir eder (Gadamer,1975: 261).

Gadamer Heidegger’i izleyerek hermeneutik daireyi ‘çözülmesi’ gereken metodolojik bir problem olarak değil, anlamanın ontolojisinin zaruri ve olumlu bir unsuru olarak tanımladığı için, çalışmalarında bu konuyla ilgili hiçbir kapsayıcı tartışma yoktur. Bunun yerine, ‘geleneğin deviniminin iç oyununu’ ve ondan doğan sonuçları tanımlama girişimi vardır.
http://felsefe-arsivi.blogspot.com/2007/12/hans-georg-gadamer.html

9 Aralık 2007 Pazar

Müslüman ve Para

Mehmet Şevket Eygi

09.12.2007


SAKIN bir kimsenin “sadece” namazına ve orucuna bakarak onun hakkında kıymet hükmü vermeyin. Onun iyi, sağlam, güçlü, güvenilir bir Müslüman olup olmadığını anlamak istiyorsanız, mutlaka ve mutlaka para ve menfaat ile alakalı muamelelerine ve “mâlî” ahlâkına bakınız. Müslüman elbette namaz kılar ve oruç tutar, lakin bunlar onun gerçek ve üstün Müslüman olup olmadığını anlamaya ve bilmeye yetmez. İlle de para, ille de dolar ve euro, ille de menfaat imtihanına ve araştırmasına tâbi tutacaksınız.

Borç aldı, (ödeyecek imkanı olduğu halde) ödemiyor. O kötü bir Müslümandır.

Para ve menfaat onun için din iman haline gelmiştir. Sakın o fâsık ve fâcirin namazı ve orucu seni aldatmasın. Sonra çok zarar ve ziyana uğrarsın.

İyi, ahlâklı, faziletli Müslüman senet verirse günü geldiğinde öder. Çek imzalarsa, o çek karşılıksız çıkmaz. Bırakın senedi sepeti, Müslümanın sözü yazılı senetlerden ve evraktan daha üstündür. O, söz verdi mi, sözünü yerine getirir.

Müslüman kesinlikle haram yemez. Bütün haram kazançlar domuz eti, lâşe gibidir. Hiç Müslüman bunları yer mi?

Dinimiz “Zaruretler mahzurlu/haram şeyleri mübah kılar” kaidesini koymuştur. Açlıktan ölmek durumuna gelmiş bir kimse, yiyecek başka bir şey yoksa, ölmeyecek kadar domuz eti yiyebilir, susuzluktan telef olmayacak miktarda şarap içebilir... Zaruret halinde bile “ölmeyecek kadar” şartı ve sınırı vardır. Peki, hiçbir ihtiyaçları olmadığı halde haram yiyenlere ne demeli...

Bir kimse ile dost mu olmak istiyorsunuz. Ona borç verin. Vadesinde parayı geri getirirse onunla dost olabilirsiniz. Getirmezse, kaçın bucak bucak ondan.

Bir adamın ne mal olduğunu anlamak mı istiyorsunuz? Onunla küçük bir ticaret, özel bir ortaklık yapın. Kısa zamanda içyüzü anlaşılır.

Birine bir emanet verin, bir müddet sonra iadesini isteyin. Bakalım ne olacak? İade ederse ne âlâ, etmezse o bir münafık ve fasıktır.

Müslüman elbette ticaret, sanayi, ziraat, hayvancılık, esnaflık, zanaatkârlık, hizmet yapar. Ama nasıl yapar? Müslümanca yapar.

Devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlayanlar iyi Müslüman değildir.

Haram yiyenler iyi Müslüman değildir.

Saçı bitmedik yetimlerin, fakir halkın hakkını yiyenler âsi, fâsık, fâcir, günahkâr, şaqi, şerir ve rezil kimselerdir.

Dünyayı çok sevenlerde hayır ve yümn (Başucunuzda mufassal bir Türkçe lügat bulunsun...) yoktur. Ed-dünya cifetün ve tâlibüha kilabun... Dünya bir laşedir, taliplileri köpektir.

Müslüman niçin zengin olur? Daha fazla hayır hasenat, daha fazla mâlî ibadet, daha fazla sevap kazanmak için... Nemrud ve Firavun gibi dünya saltanatı sürmek için değil.

Namuslu, şerefli, ahlâklı, faziletli, karakterli Müslüman ihalelere fesat karıştırmaz.

Rüşvet almaz.

Komisyon almaz.

Şaibeli, kara, kirli, necis servetler edinmez.

Benim yaşım ilerledi, çok şeyler gördüm. 1950’lerin başları... Dinî bayramlardan biri yaklaşıyor. Sultanhamamında kumaş ticareti yapan Hacı Beylerden biri, soruyor: “İmam-Hatip mektebinde kaç öğrenci var?..” Binden fazla diyorlar. Hacı Bey: “Hiç gecikmeden orada okuyan her çocuğa en iyi kumaştan ısmarlama birer kat elbise diktirelim...” diyor ve bu sözünü yerine getiriyor.

Müslüman zengin böyle olmalı.

Dünyanın 100 büyük Firması listesinde yer alan İKEA’nın sahibi, dolar milyarderi İsveçli zengin 13 yaşındaki eski bir Volvo ile geziyormuş. Bu adam gerçekten zenginmiş. Serveti onu kudurtmamış, çıldırtmamış, azdırmamış.

Zengin Müslüman bir emanetçi olduğunu bilir ve serveti ile fahr etmez, gururlanıp kibirlenmez.

Müslüman zenginlerin işleri dünyada da zor, ahirette de zor. Ahirette hesap kitap var. Dünyada ise, başlarına tebelleş olup onlardan para sızdırmaya çalışan şahıslar, cemaatler...

Zenginlerin servetlerinin zekatında fakirlerin, miskinlerin, muhtaçların hakları var. Bu zekatlar doğru dürüst, yerli yerinde dağıtılsa ülkemizde bir tek sefil vatandaş kalmaz. Ne yazık ki, birtakım cemaatler zekatlara bile göz dikmişlerdir. Neymiş efendim, hazret-i Hazret böyle istiyormuş. Yahu bu Hazret mutlak müctehid midir, din imamı mıdır? Hangi hakla ve selahiyetle zekatlara göz dikiyor?

Bendeniz bir zengine gitsem (gitmem ya) çok hayırlı bir iş veya mutlaka yardım edilmesi gereken bir öğrenci için birkaç bin lira istesem; bu küçük meblağın bir kuruşunun bile zimmetime geçmeyeceğine dair garanti versem, bu isteğim gerçekleşmez. Son yedi- sekiz sene içinde Kosovalı bir genç İmam-Hatip mektebinde, sonra İlahiyat Fakültesinde okudu. Kosova’daki ailesi fakir, burada bir kuruşluk geliri yok. İnanıyor musunuz bu muhtaç gence bir tek burs bulamadım. Sağdan soldan zekat ve yardım toplayıp zaman zaman eline bir miktar para verebildim.

Türkiye’de İslâmî kesimde para kazanmanın yolları yok değil. Mesela bendeniz şöyle bir kitap yazıp yayınlasam: “Efendim ben şimdiye kadar Hazretlerin Hazreti Filan kişi hakkında birtakım tenkitler yapıyordum. Meğerse onu tenkit etmekle çok büyük ve affedilmez bir hata ve günah işliyormuşum. Şimdi bunun farkına vardım, Tevbe ediyorum. Hazretlerin Hazreti çok büyüktür. O hiç yanlış yapmaz. Herkes onu desteklemekle, ona para vermekle mükelleftir. O ne söylerse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir. O masumdur...”

Kitap kısa zamanda birkaç yüz bin nüsha satar, imza günleri tertiplenir. Taraftarlar kuyruğa girerler. Eskiden, tenkit ve uyanlarım yüzünden bana düşman olanlar ellerimi öperler.

Ölürüm de böyle yapmam. Dünyalık elde etmek için kalemimi ve vicdanımı kiralayıp satmam.

Benim çocukluğumda ve gençliğimde bugün olduğu gibi anormal ve akıl almaz bir zenginlik yoktu. Ahir zaman alameti kısa bir müddet içinde dehşetli bir zenginlik oldu.

Müslümanlar bu zenginlik imtihanını kazanabildiler mi?

Şeytanın tuzaklarına düştüler.

Saray yavrusu müzeyyen meskenler.

Lüks mü lüks yazlıklar.

Lüks ve gösterişli dabbeler/binitler.

Lüks giyim kuşam, lüks yeme içme, lüks dekorasyon... Herifler börek ve tatlı alırken bile lüksünü alıyor.

Servetli kişilerin cep telefonları ne kadar lüks...

Kanaatli, iktisatlı, zahidane bir hayat onları utandırıyor.

Serveti olup da yirmi bin liralık bir otoya binen gördünüz mü? Peki, İsveç’in dolar milyarderi mobilya kralı (İstanbul’da da satış yeri var) niçin 13 yıllık eski bir Volvo ile geziyor?

Hindistan’ın Sih dinine mensup sarıklı, sakallı bir başbakanı var. İktidara geçer geçmez, lüks ve zırhlı makam otomobillerini bir kenara koydu ve kendi ülkesinde üretilmiş eksi Moris otomobilleriyle gezmeye başladı. O mu akıllı ve faziletli, bizim lüks ve gösteriş hastaları mı?

Evet, Müslümanlık sadece namaz ve oruçtan ibaret değildir. Namaz ve orucun yanında yüksek ahlâk, yüksek karakter, fazilet ve hikmet de olacaktır.

Sonradan görmeler, ne oldum delileri, türediler İslâm’ı temsil edemez.

Haram yakar.

Kibir ve gurur yakar.

Büyüklük Allah’a mahsustur. Kendilerini dev aynasında görenler büyük değil, küçüktür.

İşimize gelen bir İslâm türetme deliliğini ve beyinsizliğini bırakalım da gerçek İslâm neyse onu öğrenelim, onu yaşayalım, onun hükümlerine uyalım.

Ashabın büyüklerinden, Peygamberimize hizmet etmiş Enes radiyallahu anh âhir ömründe Şam’da yaşarken söyle dermiş: İslâm’dan bir namaz kaldı. O da ism ve resm olarak...