22 Mayıs 2011 Pazar

" Ama ister bir kitapta, konuşmada, mektupta ya da her ne olursa olsun, diğer kişinin bana söylediği şeyin genellikle benim kanaatim değil onun kanaati olduğu varsayılır; bu zorunlu olarak onunla paylaşmaksızın dikkate almam gereken şeydir. Ancak bu önkabül anlamamı kolaylaştıran bir şey değil, zorlaştıran bir şeydir; çünkü, benim kendi ön-anlamamı belirleyen ön-anlamlar, bütünüyle ilgi dışı kalabilir. Eğer onlar yanlış anlamalar doğurursa, bir metni yanlış anlamaların onlarla çelişen anlamalar olup olmadıklarını nasıl kavrayabilirim? Bir metin daha baştan yanlış anlamardan nasıl korunabilir"8

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Gün içinde fırsat buldukça yazılacak….

(Not: Bursevî Şerhi okunmadan S.Y. yazısından yola çıkarak….)

“Bu eserler, müelliflerinin manevi tecrübeleri olduğundan, bizim onları sözgelimi modern anlatılar gibi ‘okuyup’ anlamamız ve istifade etmemiz hayli güç. ………….Kaldı ki, eserleri ‘müşahade’lerinden ibaret olduğu, hatta binlerce müşanedatından biri olduğu için, filmi gerçekleştirecekleri aşılması güç manialar beklemektedir.”

Alıntısında temel sorun Mesnevi’nin “müşahade”leri anlatan “manevi tecrübe”lerden ibaret görülmesidir.

Burda bir temel sorunla tekrar yüzleşmiş oluyoruz. Tasavvuf bir “manevi tecrübe” aktarımı mı yoksa “insan olmak” üzere, “insan yetiştirmeyi” önceleyen bir meslek mi?

Tasavvufun içinde manevi tecrübe yok mu ya da manevi tecrübe ile insan olgunlaşır itirazlarına verilecek cevap işin pratiğinde ortaya çıkıyor.

Manevî tecrübeyi öne çeken, ona baskın bir rol biçenler uygulamada uzleti, sırları, kendine dönüklüğü bir metod olarak kullanıyorlar. İnsanla fazla muhatap olmayı sevmeyince, ondan bir şey öğrenmekde bir yerde mümkün olmuyor. Bilenler ve bilmeyenler diye bir büyük ayrım çıkarken, asırlar üzerinden damıtılarak bugün taşınan mevlevi zerafetine ise problem çözmek, örnek olmak, bir şeyleri paylaşmak, doğruyu göstermekten ziyade, zor durumlarda nezaketle başından savmak görevi düşüyor.

Bursevî şerhinden verilen alıntılar, şerhin harf semboliğine ne kadar yatkın olduğuna işaret ediyor. Bursevi Şerhi, bu haliyle, hurufiliğe zemin hazırlar bir derinlikte; kabalistik eleştirilerine maruz kalınan geleneğin yazıya geçmiş ilk hali muhtemelen. Ondan evvel var mıydı bilmiyoruz ya da kastı bu değilken bu konuya gereğinden fazla önemi mi verdi onu da bilmiyoruz.

“Mesnevî”yi dikkatli bir okumada harfler üzerinden bir şeyler anlatan satırlara da rastlamak mümkündür. Fakat bu Mesnevinin içinde ne kadardır diye bakıldığında çok fazla değildir. Mesnevinin geri kalanında verdiği mesaja bakmak lazım. Bir çok yerinde okuyana direk olarak verilen mesajların niteliğine bakmalı. “Mesnevî” deki remizler ise hikayelerdeki karakterler üzerinde somut şeyler üzerinedir. Örneğin, padişah bazan insanı temsil eder, bazen yaratıcıyı, bazen şeyhi; gene nefis belli hayvanlar ve onların tabiatları ile temsil edilir. Hatta bir hikayenin içinde, hikaye ilerledikçe, (birinci cilteki “bedevi ve karısı” gibi) bir sembole farklı anlamlar yüklendiği de olur. Mesnevi de kullanılan sembolik dil gündelik hayatın düzenlenmesi üzerine olan hikayelerdir çoğu kez.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Mesnevî Şerif'ten

Aşağıdaki Bölüm ilginç geldi. Allah'ı anmayı , zikir değil sanki, ahde
vefa olarak almış; "An" maktan önce ve sonra kullanarak. Bölümün
sonunda "çalışmak" var. Bu çalışmak amel olabilir mi?. Meryem
kıssasında ve arkasından gelende ise sebat üzerinde durmuş.

"Tanrı ahdine vefa edersen Tanrı da kereminden senin ahdini korur.
Sense Tanrı'ya vefa etmekten gözünü yummuşsun. "Beni anın da sizi
anayım" ayetini duymadın mı ki?
"Ahdıma vefa edin" ahdına kulak ver de sevgiliden "Ahdınıza vefa
edeyim" vaidi gelsin.
Ey hüzün sahibi, bizim ahdımız ve borç vermemiz nedir? yere kuru tohum
ekmek gibi.



1185. Ondan ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir.
Bu, ancak bunun aslını yokluk aleminden veren sensin, bundan bana
lazım diye bir işarette bulunmaktan ibarettir.
Yedim tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan
et demektir.
Şu halde ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen tohum eker.
Tohumun yoksa Tanrı, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki
görenler, ne hoş çalışmış da ne güzel fidana sahip olmuş derler. "

1190. Meryem gibi hani. Derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dert yüzünden
sanat sahibi Tanrı, o kuru hurma ağacını yeşertti.
Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakardı. Tanrı bu yüzden o istemeden onun
yüzlerce muradını vefa etti.
Vefakar olan topluluk, bu vefayı bütün aleme yaymışlardır.
Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile
onlara kul, köle kesilmiştir.
Bu, inkar edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir
Tanrı ikramıdır.

1195. Onlar, öyle gizli ikram ve ihsanlara nail olmuşlardır ki, ne
akla, hayale gelir, ne de söze sığar.
Zaten iş, ebedi olan, kesilmeyen, tükenmesine imkan bulunmayan ikram
ve ihsandır.

5. cilt - V.İzbudak Ç.