16 Şubat 2011 Çarşamba

HAKİKAT MEVZUBAHİS OLDUĞUNDA GERİYE KALAN HER ŞEY TEFERRUATTAN İBARETTİR!

Korkmaya hakkınız olduğunda korkun.
Çekinmeye hakkınız olduğunda çekinin.
Konuşmaya zorlandığınızda becerebiliyorsanız susun.
Ama ağzınızı açarsanız bir kez, hakikatten başka ses çıkmasın sizden.

Korkmak, çekinmek insanîdir.
Ateşle oynadığının farkında olmak, avamı ürkütür, ip cambazını ipten düşürür.
İp cambazı, ateş yutan, çember yırtan aslan bilir ve unutur.

Bilmek sarsar, bilmek ürkütür, bilmek sorumlu kılar. Bildiğini eliyle, gözüyle, nefesiyle bilen bildiğinde ustadır.
Usta okçu nişan almayı unutur. Attan ata atlayan hesap yapmaz, gözünü dört açar

Hesap yapacaksan attan ata atlarken yapman gereken hesabı yap. Yapılmamışı yaparken, ne yapılırsa yapılsın işlemeyeceğini bilenin ve yere çakılana kadar çare arayanın hesabını yap. Yere çakılmaman atın seni misafir etmeye gönüllü olmasından ve hesaplılığı öncelememenden. Düşe kalka büyüdün. Başka çaren kalmadığında, yere çakılırken, aslan ağzını açtığında, havaya fırladığında düşündüğün yapılabilecek bir şey aramaktan ibaret. Dişin de tırnağın da bunu aramakta. Ya düşüşe razı ol, aslanın ağzına kafanı sok, bazan en doğrusu budur, ya da tecrübe altındaki tecrübeden ol.

Gördüğün yapacağın,. Gördüğün düşündüğün. Gördüğün imkanın.

Sen susanlardan değil konuşanlardan olduğunda sana geveze diyecekler belki, ”konuşmam göz gezdirmekten ibaret ”de. Sustuğunda ”susturduk” da diyecekler, ”pısırık” da, ”tenezzül etmiyor” da. Aynı kişiden, aynı kişilerden hepsini birden duyduğunda de ki, biz gördüğümüzde karar vermiş oluruz. Söylediğimizde yapıyor oluruz.

Kaçınamayacağın bir şey var Ey Talip:

Haklıyı haksız, mazlumu zalim, yalanı doğru yapamazsın. Bunlar zıddına da dönüşür, ama, buna sen karar veremezsin. Bir söylediğin bir söyleyeceğini tutmayacak olduğunda dahi olanı söyleyeceksin. Önce kendine, önce talibi olana.

Önce başkalarına söyleyen ya gevezedir gerçekten, ya da kendinden geçmiş bir kişi. Kendisinde saklayacağı bir şey kalmamıştır, söyler. Dağdan, taştan ayırd edemez de söyler. Düşündüğünü herkesin bildiğini göstermek ister de söyler.

Söyleyeceğin şey zaten herkesin bildiği bir şey. Suskunluğu, konuşmuşluğu abartma!

Kapını çalan hakikat ise, kalacak bir yer arıyorsa, bu kalbin kendi yuvası olduğunu bilir de kapını vurur.

Hakikate sırt döndüğünde, hakikatinin hakikatine sırt döneceksin, bundan büyük yitirilecek hiç bir şey yok!

Kapıyı açamaman son şansı kaçırman da değil. Sana uğrayacak olan, çaresiz olsa bacadan girerdi. Sen kararını vere dur, ben kapıma bekçiler koymaktayım. Kapılarımı sökmekteyim. Kapının önünde yatmaktayım. Sen yolundan çıkmışlarla kendini aynı taşa vurma.

Hakikat mevzubahis olduğunda, başka her şey teferruattan ibarettir.

İster sus, ister konuş, ister ustalarını hatırla: Gördüğün ve işittiğin her şey sana emanet.

Üstünü örtmek ya da aydınlığa kavuşturmak hakikatlilik işi.

Gece gibi karanlık ve şefkatli ol örttüğünde.

Pırıl pırıl güneşli bir gün gibi aydınlat karanlıkta kalanı, herkese ait olanı, söylemen için senin kapını çalanı.

Sırrı olan konuşur. Susan konuşur.

5 Şubat 2011 Cumartesi

SÖZ HASTALIKLARI

170. Bu hastalıklardan biri, hak sözü, doğru sözü iltizam etmektir. Bu en büyük hastalıklardan biridir. Bunun ilâcı ise, hak sözün, doğru sözün nerede, hangi alanda sarf edileceğini bilmektir. Hiç kuşkusuz gıybet doğrudur, gerçektir; fakat gıybet yasaklanmıştır. Dedikodu da (nemime} doğrudur, gerçektir; fakat o da yasaklanmıştır. Bir adam eşiyle yatakta başbaşa yaptığı şeyleri açıklasa, onları başkalarına anlatsa, onlarda doğru şeylerdir, gerçektir; fakat onları başkalarına anlatmak günah-î kebâir'dendir, yani büyük günahlardan birisidir Ayrıca, birine toplum içinde (mele') doğru, gerçek sözle nasihat etmek de doğrudur; fakat bu şekilde toplum içinde birine nasihat etmek kesinlikle ayıptır. Böyle birşey ancak cahillerden ve garaz sahiplerinden sadır olur. Çünkü nasihattan amaçlanan fayda, bir yararın sağlanması ve arada bir sevgi­nin husule gelmesidir. Eğer nasihatler toplum içinde yapılır­sa, kabul görmez, hatta düşmanlık bile doğurabilir. Allah bu tür davranışı zemmetmiştir, yermiştir. Çünkü bu şekilde toplum içinde açıktan açığa yapılan nasihat, kendisine nasihat edilen kimseyi zor durumda bırakır, onu utandırır ve o konuda yalan söylemek zorunda bırakabilir. Böyle bir davranış büyük bir fesada sebep olabilir. Oysa ki, o nasihati ona yalnız başına olduğu bir zamanda, güzel bir tarzda yapmış olsaydı,

işte o kimsenin kusurunu, ayıbını güzelce izhar etseydi, kendisine nasihat ettiği konuda o işin çirkin ve kaba bir iş olduğunu bilmiyorsa, amacının ona bunu öğretmek olduğunu kibar bir dille ona açıklamış olsaydı, hiç kuşkusuz o kimse kendisine teşekkür ederdi, onu severdi ve hayır duada bulunurdu. Böylece o kimse için sonuç hayırlı olurdu. Dolayısıyla o kimse onun ölçüsü (mizan) içinde olurdu. Demek ki, her hak sözü, her doğru sözü gelişi güzel söylemekle yükümlü değiliz. Buna, ne şeriat ne yasa ne de örf izin verir.

171. Aynı şekilde, bir kimsenin, insanlara nefret edecekle­ri bir tarzda cevap vermesi de böyledir, o cevap doğru bile ol­sa. Çünkü böyle bir davranış kötü tabiat, karaktersizlik, bilgisizlik ve Allah'a karşı hayasızlığa delildir. Çünkü böyle bir kimse kendisinde, Allah'ın razı olmadığı bir ayıbı giderrnekten uzaktır. Eğer o kimse kendi ayıbına bakmakla meşgul ol­aydı, bu tutumu kendisini başkasının ayıbıyla uğraşmaktan alıkoyardı.

172. Arkadaşının ya da dostunun hareketlerini izlemeyi, adetâ onun aldığı nefesleri sayacak kadar herşeyi kaydetmeyi kendisine uğraş edinen bir kimse, bu tutumuyla çok şiddetli bir hastalığa yakalanmış demektir. Çünkü o kimse ken­disini ilgilendirmeyen bir şeyle uğraşıyor. Kendi nefsinden gafil oluyor. Oysa ki kendisi için farkına varmaksızın, herhangi bir gün için, onun sadakati zamanındaki bu tutumu onun ruhunda yer eder, nefsinde birikir. Ona ötedenberi duymuş olduğu muhabbeti, onun bu tutumu kapatır. Fakat, zaman geçip de kendi nefsinde arkadaşı hakkında en ufak bir çirkinlik (kerahet) görünce ya da ondan bir bıkkınlık ve usanç duyunca, ya da onun hakkında kendisinden bir yanılgı sudur edince, o zaman kendisinde birikmiş halde duran onun bütün kusurlarını, kabahatlerini ortaya çıkarır.O çirkinlikler kabahatler kendisinde gizli halde durmaktaydı ve onları kendi nefsinde, tetebbuunda biriktirmişti. Bu durumda, arkadaşını paylama sırasında ona herşeyi sayıp döker ve «Sen falan gün şöyle şöyle demedin mi? Falan gün şunu şunu yapmadın mı?» der. Sonra, içinde biriktirdiği şeyleri teker teker sayıp dökünce, ona şöyle der: «Bütün bunlar dinin azlığına ya da dinin yokluğunu delildir; ben sende bütün bunları görüvordum ve diyordum ki, umulur ki onun bunda bir gerekçesi (vech) vardır. O konuda Şeriatta senin için bir gerekçe yoktur.» Ve bu , doğru sözün ihtilafıdır. Sonra, kötü gördüğü.; gafil olduğu, üzerinde nefeslerini saydığı şeylerin hepsini duyurur. Bu kez arkadaşı ya da dostu ona en büyük düşmanlardan biri olarak görünür. Bütün bunların aslı, kötü huyları, kusurları ve ayıpları için kendi tetebbuundandır, ayrıca kendi nefsinde biriktirmiş olduğu birikimlerindendir. Bu ise kötü tabiata, asıl ve füru'unun alçaklığına bir delildir. Bu tür tutumlar dostlar arasında çok sık görülen şeylerdir. Bu konuda bir şiirde şöyle denilmektedir:


Düşmanından bir kez sakın,

Dostundan bin kez sakın!

Çünkü dostluğunuz bozulursa şayet bir gün,

Sana nasıl zarar vereceğini çok iyi bilir dostun!


İşte, bütün bunlar bir vebaldir. Bu sözler doğru bile olsa söyleyen üzerine tekrar döner gelir.

173. Söz hastalıklarından biri de, insanların hallerini ve ne yaptıklarını sorup sual etmektir. Falan niçin geldi? Falar niçin gitti? gibi kendini ilgilendirmeyen şeyleri sormaktır. Ayrıca kendisinin evde olmadığı bir esnada, insanın ailesinin neler yaptığını araştırıp sorması, soruşturmasıdır. Bunun ilacı Allah'ın Resulü sallallahü aleyhi ve sellem'i davranışında taklit etmektir. Hz. Peygamber savaş dönüşünde, ailesini yanına geceleyin gelmemiştir. Geceleyin ansızın, haber vermeden ailelerinin yanına girmesinler diye, sahabelerini bundan sakındırmıştır, olur ya hoşlanmayacakları çirkin bir durumm görebilirler. Gizli şeylerin örtülü, saklı kalması için bir yere girerken izin istemek de bu babdandır. Çünkü o, herkesin anlatmak istemediği bir şeyleri (hünât) olduğunu biliyordu. İnsan, yaptığı şeyler iyilik bile olsa, yaptığı herşeyin tamamının başkası tarafından bilinmesini istemez. Eğer bu soru soran kimse onunla ilgili bilgileri sormaya devam etse, soru sorulan kişiyi, istemediği şeyleri söylemeye veya yalana mecbur eder. Eğer konuşmazsa, devamlı soru soran kimse üzerinde bir diken etkisi bırakır. «Eğer onun benden gizlemiş olduğu şeyler konusunda, onun yerinde ben olsaydım, bunu ona sormazdım» der. Böylece ona beslemiş olduğu sevginin samimiyetinden bir şeyler eksilir. Eğer onun için kendi nefsinde bir töhmet hasıl olsa, o töhmet onu böyle bir fiile, böyle bir davranışa götürürdü. Ne şer'an ne aklen ne de görgü kurallarına göre bu, onun için uygun değildir. Bu, nadiren vuku bulan bir durumdur. Bu, ancak kalbi pis, dini zayıf, kötü ahlâklı kimselerde görülür. Nitekim, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: «Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi, onun müslümanlığının güzeliğindendir» (Tirmizî, Zühd, 11; A. İ. Hanbel, 1/201)

174. Söz hastalıklarından biri de insanın yaptığı iyiliği başa kakmasıdır. İyilik yaptığı şahsa iyiliğini başa kakma suretiyle söylemesidir. İyiliği başa kakma ise, bir eziyettir. Bunun ilacı şudur: Bu kötü durum insanın başına gelince, nimetleri veren Allah bunun karşılığını boşa çıkarır. Hiç kuşkusuz Allah Telala bu tür bir ameli iptal eder. Nitekim şöyle buyur­maktadır: «Ey iman edenler! Malını gösteriş için infak eden gerçekte Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimseler gibi, başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle yaptığınız hayırlarınızı iptal etmeyin, boşa çıkarmayın» (Kur'an, Bakara, 2/264). İyiliği başa kakmaktan daha büyük bir eziyet var mıdır? Çünkü bu nefsî (ruhî) bir eziyettir. Bunun ilacı ise, insanın elinde bulunan imkanların, Allah'ın ilminde ne ise o şekilde kendisine bir nimet ola­rak verildiğini ve bu iyiliklerin, bu nimetlerin ancak bir ema­net olarak kendi elinde bulunduğunu, onların gerçek sahibini henüz tanımadığını idrak etmektedir. O nimetleri, işin aslında Allah'ın belirlediği kimselere vermek suretiyle elinden çıkardığı zaman, işte ancak o zaman, o emanetin gerçek sahibini tanımış olur. Emaneti ehline teslim etmiş olduğu içir Allah'a şükreder. Kim bu görüşle, bu düşünceyle iyilik yaparsa, ondan asla eziyet doğmaz.

175. Söz hastalıklarından biri de aynı şekilde şudur: Bir insan kendi nefsinde tasarladığı bir işten dolayı çocuklarından; bazısına bir iyilik yapar ve aynı iyiliği diğer çocuklarına yapmaz. Birisi gelip de kendisine, iyilik yapmadığı çocuklarının, huzurunda, «Niçin aynı iyiliği bu çocuklara da yapmadın?” der. İşte, bu tür bir söz gerçekten fuzûli bir kelâmdır, lüzumsuz bir sözdür. Bu sözü, çocuğunun yanında söylemesi çok yersiz bir davranıştır, çünkü bu çocuğun nefsinde babasına karşı bir düşmanlık doğurur. Böyle bir davranış ancak cahil bir kimseden vaki olur. Çok lüzumsuz sözler sarfetmek şeytani sözler sarfetmektir. Böyle davranışlar vaki olduktan sonra, onların bir ilacı da yoktur; fakat vaki olmadan önce olursa, o zaman bunun ilacı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in sözündedir. O şöyle buyurmaktadır: «Kendini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi, kişinin İslâm'ının güzeliğindendir» (Tirmizî).

176. Aynı şekilde, söz hastalıklarından biri de bir insanın «Ben doğruyu söylerim; bunu duyan kimseye zor gelecekmiş, buna hiç aldırmam, beni hiç ırgalamaz» demesidir. Peki fuzûli kelâma bakması ve lüzumsuz sözlerin alanlarıyla (mevatın) ilgilenmesi ona zor gelmez mi? «Ben falana doğruyu söyledim; bunu duymak ona zor geldi» der. Kendi nefsini temize çıkarır ve başkasını yaralar ve incitir; ayrıca Allah'ın şu sözünü unutur: «Onların kendi aralarında gizli gizli konuşmalarının (necvâhüm) çoğunda hayır yoktur» (Kur'an, Nisa, 4/114) Bu ayet bu hastalığın ilacıdır. Bunun da yerleri vardır, ayrıca özel bir sıfatı vardır. Bu ise, bir kimseye gizlice sadaka vermesini bildiren sözler söylemektir, açıktan, herkesin içinde sadaka vermeyi değil. Çünkü açıktan sadaka vermek de o kimsenin farkına varmadığı bir hastalıktır, çünkü o zaman o sadakayı Allah'tan başkası için veriyor duruma düşer. «Onların , konuşmalarının çoğunda hayır yoktur, ancak sadaka vermeyi emreden kimseninki müstesna» (Kur'an, Nisa, 4/114). Evet, bu ayet bir ilaçtır. Daha sonra, Allah «ya da iyiliği emreden kimsenin sözü müstesna» (Kur'an, Nisa, 4/114) diye buyurdu. İyiliği emreden sözün de nerede, nasıl sarfedileceğini Allah bildirmiştir. Bu sözü söyleyen kişi, onu dinleyen hakkında bir fayda hasıl olmasını umar. Bunun anlamı budur, ya da iyiliği emreden söz (maruf) budur. Öyleyse, kim böyle yapmazsa, o kimse ilim sahibi olduğunu iddia etse bile cahildir. Daha sonra Allah "ya da insanların arasını düzeltmeyi isteyen kimsenin sözü müstesna" diye buyurmaktadır. Bu tarz bir konuşma yapan kimsee bilir ki, Allah'ın muradı insanlar arasında sevginin ve saygının oluşmasıdır. O kimse bu uğurda çalışır, gayret eder. Eğer konuşan kimse sözü yerinde kullanmazsa, o zaman ça­tışmaya, kızgınlığa, nefrete ve tepkiye neden olur. Bütün bunlardan sonra, Allah bu ayetin sonunda, konuşmayı yapan, sözü söyleyen kimse hakkında şöyle buyurmaktadır:

“İşte kim bunu Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yaparsa, o zaman biz ona büyük bir ecir veririz » (Kur'an, Nisa, 4/114). Bu ancak, nelerin Allah'ı razı edeceğini, nelerin Allah'ı razı etmeyeceğini bilen kimselerin yapacağı bir iştir, ki bu da Allah'ın Kendi Kitabında ve Resulünün dilinde bildirdiği Şeriatın bilinmesiyle mümkündür. Dolayısıyla bir insan konuşmak iste­diği zaman, bu alanda her açıdan Allah'ın razı olacağı bir tarzda konuşup konuşmadığına bakar. Eğer konuşmasında, bir kimse hakkında bir açıdan kötü konuştuğunu görürse, konuşmasının tümü Allah katında gayri makbuldür, yani kabul görmez. Allah o konuşmadan razı olmaz. Çünkü O, parçalanmayı (tecezzi) da bölünmeyi (inkisam) de hoş görmez. Bu galat bir mevzudur, ilacı da söylediğimiz meşru amelleri yapmak ve Allah'ın nelerden razı olacağını iyi bilmektir.

177. Aynı şekilde söz hastalıklarından biri de, geneli kapsamaksızın, devlet adamlarından (sultan) biri ya da bir başkası olabilir, muayyen bir şahıs üzerindeki bir kötülüğü (münker) iyilik olarak sunmaktır. Bunun ilacı, bu konudaki ölçüyü bilmektir ve kendi nefsinde her türlü kötülükten aklanmasıdır, çünkü şeriatın onu o şahıs üzerinde, kendi mezhebinde ve içtihadında bir kötülük olarak gördüğünü bilir, onu değiştirmez ve onu kendi dışındaki kimse nezdinde kötü ve kendi nezdinde mübah olarak değerlendirmez. Sonra, kendi nezdinde kötülük olan kimse, kendi üzerindeki bu kötülüğü değiştiren kimsenin kendi yanında tanınmış biri olup olmadığına bakar, tıpkı Hanefîler nezdinde, hurmadan elde edilen "hurma şarabı" (nebîz) gibi. Nezdinde hurma şarabı haram olan bir hanefî onu içerken ya da onunla abdest alırken bir kimseyi görse, özellikle onun haramlığına inanan bir kimse üzerinde bunu değiştirir ya da o kimse üzerinde bulunan kötülükten sayılır, işte, ölçü budur.

178. Bu söz hastalıklarının ayrıntıları pek çoktur. Söz hastalıklarını ve ilaçlarını iki kategoride toplayabiliriz: Birincisi sükut etmek istediğin zaman konuşman; ve konuşmak istediğin zaman da susmandır; ikincisi ise,- sükut ettiğin zaman eğer Allah'a asi olacaksan, ancak o zaman konuşmandır; eğer böyle bir durum söz konusu değilse, o zaman bir kelâm etmekten kesinlikle sakınmalısın! Konuşmanı beğenip güzel bulduğun ve konuşmayı süsleyip püslediğin zaman konuşmaktan sakın, çünkü o anda konuşmak en büyük hastalıklardan biridir. Susmaktan başka bunun bir ilacı da yoktur; fakat gizli kalmış bir hususu açığa çıkarmak için şahitlik yapan insan, o başka; Ölçü (zabit) budur!


FİİL HASTALIKLARI


179. Fiil hastalıkları, herhangi bir fiili, örneğin namaz gibi bir ibadeti, toplum içinde, yalnız başına eda ettiğinden daha güzel bir şekilde eda etmendir. Hz. Peygamber sallallhu aleyhi ve sellem böyle bir fiil konusunda toplum içinde namazını güzel kılan, fakat yalnız basınayken namazını kötü kılan bir insan hakkında şöyle buyurmaktadır: «Bu bir ciddiyetsizliktir ki o adam Rabbini ciddiye almamıştır, o hareketiyle. » Bu,

en şiddetli, en zor nefsi hastalıklardan biridir. Bunun ilacı ise,’’Acaba o, olanları Allah'ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?»(Kur’an, Alak, 96/14); «Allah sizin gizlinizi de, açığınızı da bilir.» (Kur’an, Enam, 6/3); «Oysa ki, asıl kendisinden korkulmaya layık olan Allah'tır» (Kur'an, Ahzab, 33/37; Tövbe, 9/13) gibi ayet­ler ve haberlerdir. Bunun bir başka ilacı daha vardır, fakat o ilacın terkibi çok zordur; bu, o kimsenin amelini güzelleştirmeye niyetlenmesidir; cahilin bilmediği şeyleri öğrenmesidir; gafilin, gaflet ettiği şeyleri hatırlamasıdır.

180. Aynı şekilde fiil hastalıklarından biri de, insanlar yüzünden amelin terk edilmesidir. Bu, cemaat nezdinde riyadır. Aslında insanlar nedeniyle bir ameli terketmek, Allah ehli olan üstadlar nezdinde bir riya değil, bir şirktir, Allah'a ortak koşmadır. Bunun ilacı da, «Sizi de, sizin yaptığınız şeyleri de Allah yarattı» (Kur'an, Sâffat, 37/96) ,ayeti ve buna benzer diğer ayetlerdir. Öyleyse bu hususları iyi Öğren, iyi bil!


HAL HASTALIKLARI


181. Hal hastalıklarından biri, bir kimsenin insanlar ara­sında "bu da iyi insanlardandır" diye bilinip şöhrete kavuşması için, iyi insanlarla (salihîn) arkadaşlık yapmasıdır. Oysa ki o, gerçekte kendi şehevî arzularıyla beraber yaşamaktadır. Aslında o, ya bir kadına (cariye) ya da bir delikanlıya (gulâm) aşık olmuştur; bunu onlar bir işitecek olsalar!... Tabii ki toplum (cemaat) bunu bilmez. Ona bir coşku, bir vecd gelir ve kendi içinde saklayıp düşündüğü kimseye duyduğu ilgi nedeniyle, onda bu coşku hali galebe çalar. Oraya buraya gider gelir, durmadan hareket eder, bağırır çağırır; çığlıklar atar; güçlükle nefes alıp verir. Kimi zaman da "Allah! Allah!" ya da “Hüve! Hüve!" diyerek hu çeker. Ayrıca Allah ehlinin işaretleriyle işaretler yapar. Onu bu halde gören toplum da sahih bir vecd, bir coşku ve sahih bir hal sahibi olmasıyla birlikte onun bu halinin ilâhi bir hal olduğuna inanır, fakat bu tür, kimselerde bunu ilacı «Nefsini kirleten, zarar etmiştir» (Kur’an,eş-Şems, 91/10) ayeti ve buna benzer diğer ayetler ve ilahi haberlerdir.

182. Aynı şekilde hal hastalıklarından biri de kendi imkânı dahilinde olmayan giysileri giyinmektir. Bunun ilacı ise, kendi imkânı dahilinde olan, kendine helâl olan giysileri ve benzeri şeyleri giymektir.


İşte, kim bu hastalıkları ve bunların ilaçlarını bilip tanıra ve o ilaçları kendi nefsinde uygularsa, onlardan büyük olçüde yararlanır.

İbn Arabi-Marifet ve Hikmet adlı kitaptan-İz yayıncılık

1 Şubat 2011 Salı

2040. Dogru yol vardır... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur!
Dagınıklık, pusuda toplulugu arar... sen hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör!
Bagdaki cansız mahsulat, köklerinden sürmüs, yetismistir... onlara diriligi vereni anla!
Hiç müjde verecek biri olmasaydı bu zindandakilerin gözleri, hep kapıya dikilir, kalır mıydı?
Irmak olmasaydı yüz binlerce ırmaga batıp ıslanan olur muydu?
2045.Yanını yere koyup yatamıyor, rahatsız oluyorsun... bil ki evde bir yatagın,

3565. Asagı indin de ondan ayrıldın mı Allah, rahmetiyle o agacı degistirir.
Bu asagıya inme, bu tevazu yüzünden Allah gözüne dogru bir görüs kabiliyeti verir.
Dogru görüs kolay ve bedava olsaydı Mustafa Allahdan bu görüsü diler miydi?
Dedi ki: "Yarabbi, yukarıda olsun, asagıda olsun, her cüzü bana oldugu gibi göster!"
Asagıya indikten sonra yine o agaca çık... çünkü artık o agaç, "OL" emriyle degismis yesermistir.

4.cilt Mesnevi