25 Eylül 2009 Cuma

İrfanı yeniden hatırlama

Sufi Şairin İzinde Şiir ve İrfan'a dair

http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=726

İRFANI YENİDEN HATIRLAMAK

İLHAN METE KOÇ

Mevlana Mesnevisi’nin bir beyitinde, “ Söylenecek bir şey daha kaldı, ama onu sana bensiz olarak Ruhu’l- Kudüs (melek) söylesin!” der. Bu beyitte bizi şaşırtan Mevlana’nın, Ruhu’l- Kudüs’ün, peygamberlerden başkasına geldiğini söylemesidir. O halde, burada ki melek kavramı bizim anladığımızdan çok ötede bir manadadır. Bu manayı çözmeye çalışan merhum Şefik Can, Mevlana’nın melekten kastının, “Allah’ın, kulunun gönlüne bahşettiği ilham damlaları olduğunu ” söyler. Mevlana böylece, Allah’ın kulunun gönlüne bahşettiği ilahi damlaları, Ruhu’l Kudüs’ün peygamberlere getirdiği söze denk tutmuş, yüceltmiştir. O halde ilham nedir? İlham’dan sebeplenmenin yolu nedir? İlham’ın kaynağı neresidir?

Bilindiği üzere İslam filozofları, bilginin kaynağını ve elde edilmesinin vasıtasını nass, akıl ve ilham olarak üçe ayırmışlardır. Ancak biz burada ilhamı basit bir bilgi kaynağı olarak ele alamayız. Nass yoluyla bilgi almak için, kişinin kaynakları araştırması ve muhakeme yeteneğiyle hareket etmesi yeterlidir. Akıl ile bilgi elde etmekte sanıldığı gibi zor değildir. Çünkü kişi, sistematik bir düşünce ve bilgi donanımını kullanarak bilgiler elde edebilir. Ancak ilham için bunları söyleyemeyiz. İlham, insan zihnine saplanan anlık bir esinti gibi gözükse bile, durum bu yanılgıdan çok farklıdır. İlham, her şeyden önce aşk halkalarından oluşan uzun bir tefekkür zincirinin meyvesidir. İlhamı aşk doğurur; tefekkür besler. Nitekim Yunus, “Aşk, imamdır; gönül ise cemaat” diyerek aşkı, gönlün kendisine uyduğu bir önder olarak ele alır. Yunus’un bu beyitini ilham konusuna vurursak, bu benzetme çok daha mânidar olur. Çünkü ilhamın olabilmesi için, kendisini besleyecek olan tefekkürle dolu, zengin ve derin bir gönül ile bu gönüle rehber olacak bir aşka ihtiyaç vardır.

Yukarıda anlatılmaya çalışılan ilham, tefekkür ve aşk bileşimi, bizi unutulmaya yüz tutmuş bir kelimeye götürür: İrfân… Günümüz sözlüklerinde “bilme, anlama, seziş” gibi kelimelerle anlatılmaya çalışılan irfânın, çok farklı anlamlara geldiğini Prof. Dr. Bilal Kemikli’nin yeni kitabı “Şiir ve İrfân” dan öğreniyoruz. “Sufi- Aşk ve Ölüm”, “Şehir- Hayat ve Derviş”, “Mesnevi Mektupları” gibi değerli kitaplara imza atan Kemikli, günümüzde irfân kelimesinden en fazla bahseden yazarlarımızın başında gelir. Nitekim literatürde bulunan irfânî bakış, irfânî bilgi, irfânî muhit gibi birçok tabirin yanına “irfânî ölüm” kavramını da ekleyen yazarımızdır. Dikkat edilecek olursa, Kemikli için irfân kelimesi o denli önemlidir ki birçok kitabında bilhassa “irfân” kelimesini kullanırken, son eserinde bu kavramı kitabının adına taşımıştır.

Bilal Kemikli, irfânı, tefekkür ederek kavramak, idrak etmek ve anlamak olarak ifade ederken, onu sadece kuru bir bilgi olarak ele almaz. İrfânın, bilginin yanında hikmeti de içerdiğine dikkat çekip, onu kutsalla şu şekilde ilişkilendirir: “ İrfân, hayata dair soruları hikmet nazarıyla cevaplamaktır. Dolayısıyla irfânî bilgi, en önemli kaynağı ilham ve tefekkür olan bir tanıma sürecini ifade eder. Mamafih bu bilginin ana çatısını, hads, sezgi ve tecrübe ile elde edilen bilgi oluşturmaktadır. O yüzden sûfîler, irfân kelimesiyle, ilm-i ledün ve ilm-i RabbânÎ gibi isimlerle anılan tevhid ilmini kastetmektedirler. Şu halde irfân kelimesiyle ifade edilen bilginin kaynağı kutsalla ilişkilidir.” Yazarın yukarıdaki irfân anlayışı bizi bir başka kavrama götürmektedir: Mârifet… Mârifetin, Tasavvufta ki anlamı bilgidir. Mârifet, bu anlamıyla, ele adığımız irfânın eş anlamlısıdır. Mârifetten hareket edersek, Kemikli’nin irfân anlayışını daha iyi anlayabilmekteyiz: “ Sufi gelenekte mârifet, ruhani halleri yaşayarak, mânevî ve ilâhî hakikatleri tadarak elde ettikleri irfânî bilgidir.”

Bu bilgilerden sonra kendimize şu soruları yöneltebiliriz. Acaba, bu kutsaldan gelen bilgi, sadece bu bilgiye mazhar olan zevatı mı ilgilendirmektedir? Diğer bir deyişle, irfânî bilgi, sadece damladığı gönülde mi lâlezarlar, gülistanlar oluşturmuştur? Yoksa bu ilâhî esinti, biricik gönülde hapsolup kalmamıştır da gülün, lalenin kokusunu diğer dimağlara da yetiştirmiş midir? Kemikli’nin, irfânı, hikmeti de içerisine alan yegâne bir bilgi olarak düşündüğünü zikretmiştik. Hikmetin nihayeti nimettir. Bu sebeple irfân, Allah’ın bir hikmeti olarak, kişinin gönlünden hayata aksetmiş ve tüm topluluklara bir nimet olmuştur. Bu akis, kimi zaman musikiye yansıyarak bir makam olmuş, kulakları doyurmuştur; kimi zaman hat sanatına yansıyarak eşsiz bir vav olmuş, gözleri doyurmuştur; kimi zaman bir mimari alana yansıyarak bir çeşme olmuş, güzelliğiyle susuzları doyurmuştur. En önemlisi ise şiire yansıyarak Mesnevi olmuş, Hüsn ü Aşk olmuş, biçare gönülleri doyurmuştur. Bu bağlamda, irfânın hayata yansımasına sessiz kalamayan Kemikli, son kitabına, “Sufi Şairin İzinde Şiir ve İrfan” adını vermiştir.

Günümüzde, bir zamanların o dev şairlerinin, edebiyat dünyasından el etek çekmesinin nedenleri araştırıladursun; hatta “şiir öldü” gibi âcizane sözler tekrarlanadursun, Bilal Kemikli, yeni kitabında, irfân ile şiir arasındaki bağıntıyı hatırlatırken aslında bir taraftan da bize çözüm yolu sunmaktadır. Yazarımız, “ Şiir, ilâhî ilham esintileri ve Sübhânî feyz havalarını eseridir. Esasen dili cennetin anahtarı olan Şairlerin içlerindeki denizlerden düşünce kabarcıkları ile kenara çıkan irfân cevherleri ile mârifet ve mânâ incileri, ilâhî sır ve vâridât hazinelerinde toplanarak şiir halini alırlar. Dolayısıyla şair, ezeli yaratıcının övücüsü, en güzel halk edicinin sırlarını methedici ve keşfedicidir.” diyerek tartışmalardan uzak, bize şiirin membaını gösterir. Kemikli böylece, şiiri ulu bir kaynağa dayandırmış olur.

Bahsi geçen ulu kaynaktan niceleri tarih boyunca kana kana içmiş; hatta içmekle kalmamış, bu deryadan sebeplenerek, adeta kendileri bir derya olmuştur. Kemikli, bu noktada sözü Mevlana’nın Mesnevi’sine getirir. Mesnevi için, unutulmuş bir tabirle “derya-yı marifet” diyerek, bu görüşünü şu şekilde açıklar: “ Mesnevi sadece mâlum-ı îlam kabilinden bir kısım bilgilerin derlenip yeni bir üslupla düzenlendiği bir eser değildir; tefekkür ve tedebbürle ulaşılan hakikatlerin sunulduğu eşsiz bir eserdir.”

Mesnevi, muhakkak, eşsiz bir marifet deryasıdır; ancak Mesnevi gibi nice deryalar vardır. Elimizde bulunan bu son kitabında da Bilal Kemikli, şiir ekseninde, bu deryaların birçok örneğini vermektedir. Kitapta bir taraftan Fatih’in şiirlerindeki inceliklere yol alırken, bir taraftan da iktidarıyla tanınan Kadı Burhanettin’in gönül dünyasına yolculuk yapılmaktadır. Kitap’ta sadece Fatih ve Kadı Burhanettin karşımıza çıkmıyor. Sayfalar ilerledikçe karşımıza Yunus Emre, Hacı Bayram çıkıyor, Mehmet Emin Kerkuki, Ali Behçet Efendi gibi unutulmuş birçok mesnevihan çıkıyor; hatta bir rind şair Şeyh Ahmet Rindi bile çıkıyor. Burada şunu söylemekte fayda vardır ki, irfânî bilgi sadece tekke muhitini ilgilendiren bir kavram değildir. Zaten, Kemikli, kitabında buna vurgu yaparken, bu konuya özellikle Nedim ve Şeyh Ahmet Rindi örneğini vermektedir.

İster bir rindî, ister bir mesnevihan olsun, isterse bir hükümdar, isterse bir şeyh olsun hepsinin ortak bir yönü vardır: Eşyayı, hakkını vererek görmek. Diğer bir ifadeyle, eşyayı gönül gözüyle müşahede etmek. Yazarımız, irfânî bilgiye ulaşmanın, dinlemeden ve müşâhede etmeden geçtiğini söyler. Bu müşahedenin neticesinde şairlerimizin neler ortaya koyduğunu da kitabındaki “Geleneğin İzinde” adlı bölümle bizzat gözler önüne serer.

“Geleneğin İzinde” adlı bölümde yazarımız, ayrı başlıklar halinde özellikle bahar, gül, bülbül, ramazan gibi temalara değinmiştir. Bütün bunları şiir ve irfanın birbiriyle ilişkisi temelinde inceleyen Kemikli, irfân ile beslenen şairin gözünden hayata bakmamızı sağlar. Çünkü gül, sadece bir çiçek adı değildir. İrfânla bakıldığında gül, peygamberi ifade eder; hatta gülün kapalısı vahdeti, açılmışı kesreti ifade eder. Bülbül ise sadece bir kuş değildir. O, irfânî bakışla durmadan “âh” eden bir aşıktır. Bahar, sadece gelip geçici bir mevsimin adı mıdır? Hayır! Bahar, bakabilene İsa’nın nefesi gibidir ki toprağı diriltir…

Netice olarak irfân, sadece bilgi anlamında kullanılan dar manalı bir kelime değildir. İrfân, edebiyatımızın, sanatımızın, mimarimizin daha geniş manayla kültürümüzün bütün şubelerinin üzerine çıktığı bir temeldir. Bu temel, basit bir temel olamaz. Çünkü bu temelin içinde tefekkür vardır; aşk vardır. Aşkın olduğu her yerde ise bir yücelik vardır. Enginlerde gezmektense yücelerde gezmek yeğdir. O halde marifet deryası olan Mesneviyle başladığımız gibi yine onunla bitirelim, “ Nice irfânsız bilginler vardır ki, bilgiyi ezberlemişlerdir; ama o bilgiden yararlanamazlar. Çünkü onlarda aşk yoktur.”



--------------------------------------------------------------------------------


Bilal Kemikli

bkemikli@gmail.com