8 Ekim 2009 Perşembe

İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe - Risaleler 1

İmam-ı Âzam'ın


Oğlu Hammad'a Öğüdü

Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm

İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe, oğlu Hammad'a şöyle dedi:

Oğlum Allah seni olgunlaştırsın ve desteklesin; sana birtakım öğütler verece­ğim. Eğer bunları tutar ve yolunca gidersen, ümit ederim, Allah'ın izni ile dünya ve âhiret saadetine ulaşırsın.
Bu öğütlerin birincisi: Bedeninin her uzvunu Allah korkusu ile kötülüklerden korumak ve Allah'a kulluk maksadı ile O'nun emirlerini yerine getirmek suretiyle takva yolunu tutmaktır.
İkincisi: Bilinmesine ihtiyacın olan şeylere karşı cahil kalma.
Üçüncüsü: Din ve dünya işlerinde kendisine muhtaç olduğun adamlardan başkasıyla düşüp kalkma.
Dördüncüsü: Nefsine âdil ol, zaruret olmadıkça ona insaf etme.
Beşincisi: Müslim ve gayr-i müslim kimseye düşmanlık etme.
Altıncısı: Allah'ın verdiği mala ve mevkie kani ol.
Yedincisi: İnsanlardan müstağni kalmak için elinde olanı iyi idare et.
Sekizincisi: İnsanların gözünü üzerine çekme.
Dokuzuncusu: Lüzumsuz işlere dalmaktan kendini koru.
Onuncusu: İnsanlarla buluşunca işe selâm ile başla, tatlı tatlı konuş. Hayır ehline sevgi ile, şer' ehline müdârâ ile [dost gibi davranarak] muamele et.
On birincisi: Allah'a zikri, Peygamber'e salâtı artır.
On ikincisi: Büyük istiğfar ile meşgul ol. İstiğfar Peygamber'in şu duasıdır:
"Allahümme ente Rabbi lâ ilâhe illa ente halakteni ve ene abduke ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tu euzubike min şerri ma sana'te ebûu leke bini'metike aleyye ve ebûu bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfiru'z-zunûbe illâ ente."

**Tercümesi: "İlâhi, Rabbim sensin, senden başka ilâh yok. Beni yarattın, ben de senin kulunum ve gücüm yettiği kadar sana olan ahdim ve va'dimde dururum. Yarattıklarının şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetlerle de, günahlarımla da sana gelirim. Beni bağışla. Günahları senden başka kimse bağışlamaz."
Bu duayı akşam okuyup da o gece ölecek olursan veya sabahleyin okuyup da gündüz ölecek olursan Cennete girersin.
Ebû'd-Derdâ Hazretleri'ne, "Evin yandı" denildiği zaman; "Benim evim yan­maz." dedi. "Zira ben Resûllullah'tan şu kelimeleri işittim. Bunları sabahleyin oku­yan akşama kadar musibetten emîn olur. Akşamleyin okuyana da sabah oluncaya kadar musibet gelmez."
"Allahümme ente Rabbî lâ ilâhe illa ente aleyke tevekkeltü ve ente rabbü'l -arşi'l-azim. Mâşâallahu kâne ve mâ lem yeşe' lem yekun, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l-aliyyi'l-azîm. İ'lem ennellâhe alâ külli şey'in kadîr ve ennellâhe kad ehâta bi külli şey'in ilmen. Allahümme inni eûzubike min şerri nefsî ve min şerri külli zi şerrin ve min şerri külli dâbbetin. Ente âhizun binâsiyetiha. İnne rabbî ala sırâtın müstakîm."

Tercümesi: "İlâhî, Rabbim sensin, senden başka ilâh yok. Sana güvenirim. Büyük arşın Rabbi sensin. Allah ne dilerse o olur. Binaenaleyh dilemediği şey olmaz. Kuvvet ve kudret Yüce ve Büyük Allah'ındır. Biliniz ki, Allah her şeye kudretlidir. Allah'ın ilmi her şeyi kaplar. İlâhî, ben nefsimin şerrin­den, her şirretin ve her hayvanın şerrinden sana sığınırım. Hepsinin nahiyesinden tutacak sensin. Muhakkak Rabbim doğru yolun sahibidir."
On üçüncüsü: Her gün Kur'an okumaya devam eder, sevabını Peygamber'e, anana, babana, hocalarına ve diğer Müslümanlara hediye edersin.
On dördüncüsü: Düşmanlarından ziyade dostlarından sakınırsın, zira insan­larda fesat çoğaldı; düşmanın, dostundan faydalanır (veyahut düşmanın dostun­dan faydalıdır).
On beşincisi: Sırrını, paranı, yolunu, gidişini gizlemendir.
On altıncısı: İyi komşuluk etmen ve komşunun eziyetine sabretmendir.
On yedincisi: Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat mezhebine tutunup, cehâlet ve dalâlet erbabından kaçınmandır.
On sekizincisi: Bütün işlerinde niyetini hâlis kılman ve her hâlde helâl yemeye çalışmandır.
On dokuzuncusu: Şu beş hadîs-i şerif ile amel etmendir: Bu hadîsleri ben, beş yüz bin hadîs içinden derledim:
a) Ameller, niyetlere göredir. Her kişi, niyet ettiği şeyi elde eder, ilâh.
b) Kişinin Müslümanlığındaki güzellik, kendisine fayda vermeyen şeyleri terk etmesidir.
c) Hiçbiriniz kendi nefsi için sevdiği şeyi, din kardeşi için sevmedikçe mümin olamaz.
d) Helâl de belli, haram da bellidir. Bunların arasında birtakım şüpheli olanlar vardır ki, bunları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden sakınanlar dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli işlere girenler, harama girmiş olurlar. Bir koru kenarında sürüsünü güden çobanın korunan yere girmesinden şüphe edildiği gibi, hakikaten her melîkin bir korusu vardır. Allah’ın korusu ise, haram kıldığı şeylerdir. Hakikaten insanın cesedinde bir et parçası vardır, eğer o düzgün ise bütün ceset düzgün olur, bozuk ise bütün ceset bozuktur. İşte kalp budur.

e) Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emîn olduğu kimsedir.
Yirmincisi : İnsanın, sıhhat hâlinde iken havf (korku) ile recâ (ümit, dileme) arasında bulunması, ölüm yaklaşınca da Allah’a güvenin artması ve sağlam ve temiz bir kalp sahibi olan ümidinin sarsılmaz olmasıdır.
Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir.


İMAM-I ÂZAM'IN AKAİDİ
"FIKH-I EKBER"


Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adı ile başlarım.
Eserin sahibi: İmam Ebû Hanîfe Nûman ibn-i Sabit.
Rivayet: Nusayr bin Yahya'nın İmam Mukatil'den naklen İmam-ı Âzam'ın talebesinden İsâm bin Yusuf ve oğlu Hammad rivayetleriyle.
İmâm-ı Âzam diyor ki:

Bu eser, Allah'ın birliği temel inancına (tevhid) ve inanılması doğru olan ger­çeklere (itikada) dairdir.

Her mükellefin, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resûllerine, öldükten sonra kabirlerden ölülerin diriltilip kaldırılacaklarına,206 kadere, mukadder olan hayrın da, şerrin de Allah'tan olduğuna, hesap sorulacağına, sevap ve günahın ölçüle­ceğine, Cennete ve Tamuya inandım, bunların hepsi haktır, demesi vaciptir.

Allah teâlâ birdir. Birliği, sayılan sayı bakımından değil, kendine eş, akran ol­mamak bakımındandır. Doğmamış, doğurmamış ve kendisine hiçbir şey eş olma­mıştır. Yarattığı şeylerden hiçbirine benzemez. Yaratılanlardan hiçbir şey de O'na benzemez, başlangıcı olmayan ezelden, sonu gelmeyen ebede zatî ve fiilî sıfatları ve isimleri ile daimdir.

Zatının sıfatları: Hayat, kudret, ilim, kelâm, semi', basar ve iradedir.

Fiilî sıfatları: Yaratmak, rızk vermek, inşa, ibdâ', sun' ve diğer fiil sıfatlarıdır.

Allah bütün sıfatları ve isimleri ile başlangıcı olmayan ezelde ve sonu gelmeyen ebedde hep beraber olup O'na sonradan bir isim veya bir sıfat hâdis olmuş değildir. O ilmi ile âlimdir, ilim ezelî sıfatıdır. Kudreti ile kadirdir, kudret ezelî sıfatıdır. Kelâmı ile mütekellimdir, kelâm ezelî sıfatıdır. Yaratması ile yaratıcıdır yaratma ezelî sıfatıdır. Fiili ile fâildir, fiil ezelî sıfatıdır. Fail Allah'tır, mef'ul mahlûktur. Fakat Allah'ın fiili mahlûk değildir. Allah'ın ezelî sıfatları sonradan olmuş, yaratılmış şeyler değillerdir. Bir kimse, "Bunlar sonradan olmuş sonradan yaratılmıştır." derse yahut bu sıfatların ezelî olduğundan şüphe eder veya hüküm vermekten geri durursa, Allah'a küfretmiş olur.

Kur'an mushaflarda yazılan, zihinlerde ezber edilen ve ağızlarda okunan ve Peygamber(s.a.s.)'e indirilmiş olan Allah'ın kelâmıdır. Kur'an'ı bizim okumamız mahlûk, yazmamız mahlûk, anlayıp anlatmamız mahlûktur; Kur'an ise mahlûk değildir. Allah'ın Kur'an'da Hz. Musa'dan ve diğer peygamberlerden, Firavun’dan ve şeytandan hikâye yolu ile söylediği sözlerin hepsi, onlardan ihbar olarak Allah kelâmıdır. Allah kelâmı gayr-ı mahlûk, Musa'nın ve mahlûklardan diğerlerinin ke­lâmları ise mahlûktur, Kur'an Allah'ın kelâmıdır, onların kelâmı değildir.

Musa aleyhisselâm Allah'ın kelâmını işitti. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de, "Allah Musa'ya söz söyledi." buyrulmuştur. Fakat Allah Musa'ya kelâm etmemiş iken zaten mütekellim idi. Keza Allah halkı yaratmamış iken de ezelde hâlik idi.Şu hâl de, Allah'ın Musa'ya kelâm etmesi, ona kendinin ezelde sıfatı olan kelâm ile söylemesidir.

Allah'ın bütün sıfatları, mahlûkların sıfatlarının hilâfınadır. O bilir, bizim bilmemiz gibi değil; kadirdir, bizim kudretimiz gibi değil; görür, bizim görmemiz gibi değil; söz söyler, bizim sözümüz gibi değil; işitir bizim işitmemiz gibi değil. Biz âletlerle ve harflerle söz söyleriz. Allah harfsiz ve vasıtasız söz söyler. Harfler mah­luktur. Allah sözü ise mahlûk değildir.

Allah bir şeydir, fakat eşya gibi değil. "Şey"in mânâsı, varlığının cisim, cevher ve araz olmaksızın sabit olmasıdır. O'nun hududu da yoktur. O'na (zıt) karşı koyacak da yoktur. O'na ortak olacak eş de yoktur. Kendisine akran olacak benzeri de yoktur.

O'nun yed'i ve vechi (eli, yüzü) ve nefsi vardır. Allah'ın Kur'an'da zikrettiği vech, yed ve nefsten her biri, onun keyfiyetsiz sıfatıdır. Allah'ın yed'inden maksat, kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu, kader ve Itizâl ehlinin sözü olup Allah'ın sıfatını iptal etmektir. Ve lâkin Allah'ın yed'i, Allah'ın bilâkeyf bir sıfatıdır. Gazabı ve rızâsı da, Allah'ın sıfatlarından keyfiyetsiz iki sıfatıdır, denilir.

Allah teâlâ eşyayı (bir şeyden değil, evvelden sabit bir şey veya maddeden olmayarak) şeysiz yarattı.207 Allah, eşyayı olmadan evvel ezelde biliyordu. Zira eş­yayı takdir ve kaza eden O'dur. O'nun dilemesi, bilmesi, hükmü, takdiri ve levh-i mahfuz'da yazısı olmadıkça, dünyada ve âhirette hiçbir şey olamaz. Lâkin Allah'ın yazısı vasıf ile olup hüküm ile değildir. İmdi, kaza, kader, meşiyyet Allah'ın ezelde keyfiyetsiz sıfatlarıdır.

Allah yok olanı, yokluk hâlinde yok olarak bilir. Ve vücuda getirdiği zaman onun nasıl olacağını da bilir. Allah var olanı da varlık hâlinde var olarak bilir ve onun "fena" [yok] olmasının nasıl olacağını da bilir. Allah ayakta duran bir kimse­yi ayakta durmakta iken, ayakta bilir. Oturduğu zaman ilmi teğayyür etmeksizin veya kendisine yeni bir ilim gelmiş olmaksızın oturanı, oturur bilir, bu hâllerdeki değişiklik mahlûklarda hadis olur.

O, halkı küfürden ve imandan sâlim olarak yaratmış, sonra onlarla hitaplaşarak onlara emir ve nehiyler vermiştir. Bunun üzerine kendi ameli ile, inkârı ve inadı ile kâfir olan, Allah'ın onu zillete ve başarısızlığa uğratması ile kâfir olmuş­tur. Kendi ameli ile, ikrarı ve tasdiki ile iman eden de, Allah'ın ona başarı vermesi ile ve yardım etmesi ile mümin olmuştur.

Allah Âdem'in zürriyetini, onun neslinden çıkarıp hepsini akıl sahibi kılmış, onlarla hitaplaşarak onlara emir ve nehiyler vermiş; onlar da Allah'ın rubûbiyyetini ikrar etmişlerdir. Onların bu ikrarı imandır ki, hepsi bu yaradılış üzere ana­dan doğarlar. Bundan sonra kâfir olan, ikrarını tebdil ve tağyir etmiş,208 iman ve tasdik eden de ikrarında durmuş ve devam etmiş olur. Bu suretle Allah, halktan hiç kimseye, küfür veya iman üzerine, cebretmemiş ve hiçbir kimseyi mümin . veya kâfir olarak yaratmamış ve lâkin her iki tarafı kabiliyetli şahıslar olarak yaratmıştır.

Şu hâlde iman ve küfür insanın kendi fiilidir. Allah, kâfir olanı küfür hâlinde iken kâfir bilir; bundan sonra mümin olursa onu mümin hâlinde iken mümin bilir ve bundan Allah'ın ilminde ve sıfatında asla değişiklik husule gelmez.

İnsanların hareket olsun, sükûn olsun, bütün fiilleri hakikatte kendi kesb­leridir. Bunların hâliki ise, Allah'tır. Bütün fiiller Allah'ın dilemesi, bilmesi, kazası ve kaderi iledir. Vacib olan bütün ibadetler Allah'ın emri, muhabbeti, rızâsı, ilmi, meşiyyeti, kazası ve takdiri iledir. Bütün günahlar ise ilmi, kazası, takdiri, meşiyyeti iledir; muhabbeti, rızâsı ve emri ile değildir.

Bütün peygamberler (aleyhimüssalât) büyük ve küçük günahlardan, küfürden ve kötülüklerden münezzehtirler. Bazen kendilerinden sürçme ve hatalar olmuştur. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ise, Allah'ın peygamberi, kulu, elçisi ve seçilmişidir. Putlara asla ibadet etmemiş, bir an bile Allah'a şirk koşmamıştır Küçük ve büyük bir günah dahi asla irtikâp etmemiştir.

--

206 “Ve’l-ba’sü ba’del-mevt” cümlesinden önce “ve’l-yevmi’l-âhiri” nüshası da vardır. Bazı nüshalarda ise metin Allah’a, ahret gününe, meleklerine diye devam eder. Aliyyü’l- Kârî, sahih olan nüsha “ve’l-yevmi’l-ahiri ve ve’l-ba’sü ba’delmevt”tir. Dediği hâlde, diğer nüshalar, metni bizim tercümede aldığımız gibi almıştır.

207 İmam-ı Âzam, bu kitabın biraz yukarısında "şey"i, cisim, cevher ve araz olmayan sabit mânâsına almıştı. Bu, yokluk ile varlık üstünde bir şeydir; tasavvur edilen mefhumât-ı külliyeye benzer bir şey veya hiçbir kayda bağlı olmayan mutlak varlık gibi bir şeydir. Şimdi ise Allah eşyayı şeysiz yarattı deniliyor ki, bu, ademden vücuda geldi demektir. Bu fikir, eşyanın hakikatleri sabittir akîdesi ile bağdaşmaz. Bkz: Şerh-i Akaid.

208 Yukarıda, Allah halkı küfürden ve imandan sâlim olarak yarattı, denilmiştir ki, bu fıkra ile diğerini te'lif güçtür.

İslâm Akaid Sisteminde Gelişmeler – Prof.Dr. Yusuf Ziya YÖRÜKÂN 201-208