11 Ağustos 2009 Salı

Nasıl Semazen Olunur?

http://mesneviyiokumak.blogspot.com/2009/08/nasl-semazen-olunur.html

"Nasıl İnsan Olunur?" diye bir soru sorsam, nasıl cevap verirsiniz?

Cevap çok, ama hiç birisi, tüm gelecekler için bir insan olma tekniği vermez.

İnsan da düşe kalka insan olur. Cevabını alsa da, bulsa da, arasa da, aramasa da.

Oluştan, olgunlaşmadan kopmuş bir semazenlik, gösteri semazenliği olur diye düşünmemizde büyük sakıncalar yok. Ancak, hakikatlilikle yapılmış her şey bizi gerçekliğimizin hakikatine pişirir de, bunu unutmadan.

Önce hayatı, hayatımızı, insanı, insanlığımızı ciddiye almamız, bildiklerimizi ezberden çıkarıp, yanılsamasızlığın yanılabilirliğine taşımamız lazım. Yani, ezberi, tekrarı bırakıp ezberlediğimiz şeylerin hakikatine yönelmemiz lazım. Olmak, oluşmak, birlikte oluş içinde.

"Yeni şey söylemek lazım" eskinin, bilinenin, kuralların, ilkelerin, buyrukların unutulması değil. Durduğumuz yere uygulanması, anlaşılması, hayata geçirilmesi ile alakalı.

Semazen oluş, Oluş'tan koparılırsa, Şems'i, Mevlana'yı yakalayan hakikati yakalama, ya da ona yakalanma arayışı kalmaz.

Anlam'a değil, ikonaya yüzümüzü çevirmiş oluruz.

Soru "bir ayrıntı olarak semazenlik" ise, cevap yaklaşık olarak bu, Efendim.

DANGALAK, PATAVATSIZ, BOŞBOĞAZ ARASINDAKİ FARK


Patavatsız hakikatçidir. Hakikatli nasıl ve nerede söyleyeceğine bakarken, kıvranırken, patavatsız aklına ereni, aklına çarpanı söyleyiverir.
Patavatsız söylenmesi gerekeni de, söylenemeyeceği de söyler. Pişmanlık duyabilir, ama pişmanlıkla pişirdiği bir aş yoktur, sorumluluklarına eşik olan pişmanlıkları yoktur.
Patavatsızın ağzından ya da etrafının suskunluğundan, edebinden kaçırdıkları kötü şeyler olmak zorunda değildir. Bilinmesinde fayda olacak olanı da söyleyeblir, bir başkasının başkasının söylemiş olduğunun papağanı da olabilir.

Patavatsız bir başkasının başına açacağı derdi düşünmez. Patavatsız intikam derdinde de değildir. Diliyle aklı arasındaki mesafe kısadır, boşboğazda olduğu gibi.

Patavatsız boşboğazlık yapabilir. Pat diye söyleyebilir, sözün yakacağını, kavuracağını hesaba katmadan.

Boşboğaz her yerde her zaman muhakeme etmeden tekrarlar, etrafını konuşur, şahit olduğunu ifşa eder. Patavatsız muhakeme edebilir ama konuşmanın yerini, yurdunu, tonunu, sağını solunu bilmez, hesaba katmaz, katamaz.

Boşboğaz sesli düşünüleni, dışavurumu, çok anlamlı jestleri telekulak düzeyinde faş eder. Patavatsız yaraları, bereleri, geçmişi, insanı hesaba katamadan muhakemesini deklare eder. Belagattan haberi yoktur. Belagatin hakikatle olan alakasından.

Patavatsız dangalak değildir. Söylediğinde işiten açısından da hakikat payı vardır. Yerinde söylememektedir. Ya da söyleyip hakikati de kurtarmaktadır. Patavatsız kötü bir insan değildir. Özensizdir. Özensizlik karakterine damga vurmuştur belki biraz. Boşboğaz ahlaki gelişiminde patavatsızın gerisindedir. Kabahatlerin üzerindeki örtüyü açarken hakikat kaygısı yoktur, sadece çenesini tutamaz.

Patavatsız yaralamayabilir, masumiyet sınırında kalabilir, bilgisini dümdüz bir hakikat silsilesinden çıkarabildiğinden irkiltebilir.

Dangalak ne söylese yaralar. Boşboğaz boş konuşur, sıkar, yorar, usandırır. Söylediğinin çoğu ariflerin kulağından kaçar.

Patavatsız konuşacak topluluğu kaçırır, dağıtır bazan. Bazan dobradır, muhatabı kulak verirken eşi dostu söyleyeceğinden kaçar, hem de söyleyeceği dillerinin ucundayken.

Dangalak patavatsızlık yapar. Patavatsız dangalaklık yapmaz, boşboğaz gibi ağzından da kaçırmaz, bir kayıt cihazı gibi aktarmaz.

Dangalak boşboğazlık da yapar. Her boşboğaz dangalak değildir. Ama dangalaklığa temayülleri vardır ama beceremez.

Dangalak kendince bir yargı gücüne sahiptir. Boşboğaz daha kendiliğinden konuşur. Dangalak mantık yürütür. Mantığı ezer geçer. Ezip geçiş zalimlikten, zulüm merakından değildir, ama söyledikleri zalimce bir çiğliktedir.

Patavatsızın mantığı aklı fikri dangalak’a nazaran daha incedir. Patavatsız daha düşüncelidir. Dangalak daha keskindir.

Dangalak patavatsızdan daha bilgili, malumatlı olabilir, ama yargı gücü ve ifade yeteneği daha çiğ, kaba ve düşüncesiz, hesapsız kitapsız bir görüntü verir. Görüntü olarak görünen aslında cehaletin ne olduğunu bilemeyişdendir. Bilginin incelen ve incelten hareketi bir olgunlaşma hareketidir, insanlararasılıkta ilerleme sorunudur.

Malumatlıya, okumuşa ”cahil!” dersin, ben okudum, senden fazla okudum, aslında sen cahilsin der. ”Geçti cahil ömrüm, bir mırada ermedim”i duymamıştır, duyamaz.

Dangalak parçalayıcı, paralayıcı; patavatsız söylediğinin yerini, yurdunu kavrayışsız; boşboğaz tıntın, toplumsal dayanışmayı boşaltıcıdır.

Dangalak hep incitir; patavatsız ”fesüp” dedirtir, gerer, gülümsetir, derinleşmeleri katleder; boşboğaz konuşmayı, koklaşmayı herkes için suç aletine çevirir.

Dangalak da patavatsız gibi belagatten anlamaz. Patavatsız belagatin hakikatle alakasını yakalayamaz, dangalak belagatı ”dil kırma” sanar.

”Nasıl söylediğimiz” bir ufuk kaynaştırması sorunudur. ”Ne söylediğimiz”in diyalogsallığının farkında oluşumuzdandır. Bu farkında oluş, akla getirilmemiş bir öğrenmişlik, kavramışlık, terbiye olsa da bazan.

Dangalak en kaba anlamıyla narsisttir. Patavatsız diğerkâm olabilir. Boşboğaz bazan masum bir ilkeldir!

Konuşulduğunda dangalak’a ayna olmak, patavatsız’a başkalarının insanlığını selamlayarak konuşmasını sağlamak, boşboğaza güzel bir gecenin karanlığı gibi örtücü, sarıp sarmalayıcı bir sağırlık ve dilsizliği kavratmak olgun insanların hizmeti, vazifesi, biteviye mücadelesi. Dur sus, yasak, kısıtlama ile değil, olgunluğun, rahmetin, dayanışmanın sofrasını herkese açık tutmak ile.

Olgun insan, attığı taşın cama inişini de takip etmiş insandır. Sofrasında dangalaklığın, patavatsızlığın, boşboğazlığın da yoğrulması, pişmesi bir yolunu bulup insana ulaşabilmesindendir. İnsanı arayan kendisini arayan, kendisini pekiştirmeye çalışan, ne yapacağını bilmese de her daim, neleri nasıl yapmayacağına dair bir kararlılığı olandır.

Ne yapacağımızın listesinden kısa olsa da ne yapmayacağımızın listesi, yine de altından kalkılamayacak bir listedir.

İnsana bakarsın, zamana yayılacak bir muhabbette karşılıklı yoğrulursun.

Arif, ne tuhaf, herkesten öğrenendir. Kendisinden, kedisinden bile.

(Online yazıldı, düzeltilmedi)

9 Ağustos 2009 Pazar

Hulul Üzerine

278 Lügatler : ..………..' den nefs-i mütekellimdir. …………'yü te'kid içindir. …………..'in mef’ ûlüdür ve ……………’ye muzafdır.

Mânâ: /91-a/ Ey irşad isteyen sâlik ve tâlib durumunda olan, ben ki, bu hulûlü nefyettim ve ittihad ve tevhid dâvâsında bulundum. Ben seni bu hususta anlayışı kıt ve ilmi az olan perdeli vaziyetteki zâhir ehli gibi gâib bir şeye veya belirsiz bir işe havâle etmiyorum. Kezâ seni, benim gücümü kudretimi ortadan kaldıracak olan imkânsız bir işe de havâle etmiyorum.

Tahkik ehline göre o "muhal iş"ten murad, hulûldür.

[Burada hulûl ve ittihâd küfürdür. Bu vahdettir ama tekrar ile geldi.]

"Hulûl" bir şeyin bir yere inmesine derler ki, zarfiyyet ve mazrûfiyyeti gerektirir. Cenâb-ı Hakk'ın muvahhidlere tecellîsini zâhir ehli ve mütekellimler şöyle zannederler: Sanki Cenâb-ı Hak bunların vücûduna iner, bunla­rın vücûdu ve tasarrufları yok olur, Hak bunların içinden tasarrufta bulunur ve konuşur... Neuzübillah, bu mânâ küfürdür, hulûl ve nüzul bâtıl ve ma'züldür, ittihad da böyledir. Zîrâ "ittihad" mütekellimlere göre iki başka zâtın bir olmasına derler, bu da memnû'dur ve makbul değildir.

Muvahhidlere göre olan "ittihad", farklı iki zâtın bir olması değildir. Aksine bunların birinde ittihad, mümkinin ayrılık vesîlesi (mâ bihi'l-imtiyaz) olan kayıtlanmışlığının kalkmasından, kesret hükümlerinin ve imkân kayıt­larının yok olmasından ibârettir. Gerçekten mâsivâ ve mümkün olan eşyâya ıtlak olunan bu hükümler, kayıtlar ve izâfetler îtibâri bir şeydir. Bu hüküm­lerin ve kayıtların kalkmasıyla ilgili çok güzel bir örnek vardır ki, bunula meşâyiha göre olan iyice anlaşılacaktır. Örnek şu:

Denize bak, deniz hâlinde iken ona "deniz" derler. Rüzgârla dalgalanın­ca o denizin yüzünü değiştiren çok sayıda suya dalga ismini verirler. Halbu­ki aynı denizdir. Güneşin harâretiyle o su havaya çıksa ona "buhar" derler. Havaya yükselen buhar, buhâr-ı arziyye (toprağa âit buhar) ile yoğunlaşınca bulut derler. Damla hâline gelince "yağmur" derler. Havanın soğukluğuyla donarsa "kar" ve "buz" derler. Yere düşüp bir yerde birikince "ırmak" der­ler. Mesâfeler katedip denize ulaşınca taayyünât yok olur ve "deniz" derler.

Arif olan anlar ki bu görünüş ve mertebelerde sârî olan tek hakîkattir ve bu taayyünat ve izâfetler isim ve sıfatlara göredir. Vahdet-i hakîkînin kuvveti bir şeyin taayyününü yok edince, meselâ denizdeki damla gibi, o zaman farklı iki zâtın birleşmesi lâzım gelmez, /91-b/ taayyün kaydı olmaksızın zuhûru lazım gelir. O halde hulûl ve ittihad mümkün değildir ve böyle bir inanç bâtıldır.

[Hulûl ve ittihâd burada imkânsızdır. Çünkü vahdette ikilik dalâletin ta kendisidir..]

Bâzı âyetler ve hadisler vardır ki bunlar sanki hulûl ve ittihad mânâsını hatırlatır, meselâ ……………..” Mü’min kullarının kalbinde”, …………….” Ben yere ve göğe sığmam” ………………..” Kulumun sem’ı ve basarı olurum” vb. gibi. Bunların hepsi zuhûr ve vahdetin kesrete, vücûdun imkâna, küllün cüz’e galebesi ve kesret hükümlerini kaldırmak kabîlindendir. Yoksa hakîkî ittihad değildir.

Osmanlı Tasavvuf Düşüncesi - Makasıd-ı Aliyye fi Şerhi't-Taiyye - İsmail Rusuhi Ankaravi sh.236 - 2007