27 Temmuz 2010 Salı

Hafız-ı Şirazi

ÜZÜLME



"Kaybolan Yusuf döner gelir Kenan'a;

Üzülme.

Bir gün döner hüzünler kulübesi gül bahçesine;

Üzülme.





Ey gamlı gönül;

İyileşirsin nasıl olsa.

Getirme aklına kötü şeyler.

Bu perişan başın da gelir hale yola,

Üzülme.





Ey güzel sesli bülbül;

devam edersen çimen tahtında kalmaya,

yine başına çiçekten güneşlik takarsın;

Üzülme.





Şu kısa ömrümüzde felek

dönmezse bir iki gün muradımızca,

gerçekleşmezse arzularımız,

devam etmez ya bu hep böyle;

üzülme.



Umutsuzluğa kapılırım deme!

Gayb âleminin sırlarını bilmiyorsun çünkü.

Perde arkasında,

nice gizli oyunlar var.

Üzülme.



Hey gönül;

söküp götürse de yokluk seli varlığımızı,

Üzülme.

Nuh gibi kaptanın var;

Üzülme.







Batarsa deve dikenleri her yanına

Giderken Kâbe yolunda

Üzülme.







Olsa da konak yerleri tehlikeli,

Olsa da menzilin uzak,

bitmeyen yol yok,

Üzülme.







Bir yanda dosttan ayrılığın acısı,

Bir yanda rakîbin rahatsız edişleri.

Biliyor bunların tümünü

halleri değiştiren Tanrı.

Üzülme.





Ey Hâfız,

Düşmüyorsa dilinden dua, Kur'ân,

Çekilmişken fakr köşesine, halvete,

gerçekleşecek arzuların;

Üzülme,

üzülme,

üzülme.





NE OLDU?



Kimsede dostluk ve arkadaşlık göremiyorum.

Dostlara ne oldu?

Ne zaman bitti sevgi?

Dostlara ne oldu?

Âbıhayat karardı.

Ayağı uğurlu Hızır nerede?

Yitirdi rengini gül;

bahar rüzgarlarına ne oldu?

Kimse demiyor,

dostluğun da var bir hakkı hukuku.

Ne geldi haktanırların başına?

Dostlara ne oldu?

Dostların şehriydi bu diyar,

sevgililerin toprağı.

Sevgi nasıl bitti?

Şehriyarlara ne oldu?

Yıllar var ki;

Mürüvvet madeninde lâl çıkmaz.

Güneşin parlamasına,

Rüzgarın, yağmurun gayretine ne oldu?

Başarı ve yücelik topunu ortaya atmışlar.

Yok meydana çıkan kimse.

Peki,

atlılara ne oldu?



Yüz binlerce çiçek açmış ama

duyulmuyor kuş sesi.

Bülbüllerin başına ne geldi?

Hezârân'a ne oldu?

Zühre güzel bir saz çalmıyor.

Udu mu yandı yoksa?

Kimsede sarhoşluk zevki yok.

Mey içenlere ne oldu?

Hâfız,

ilahî sırları kimse bilemez;

sus,

konuşma.

Kime soracaksın :

Feleğin dönüşüne ne oldu?



NERDE?



Seher yeli,

yarin yurdu nerde?

Aşk katili,

ayyar,

ay yüzlü dilberin yurdu nerde?

Gece karanlık,

Önümde güven vadisinin yolu.

Nerde Tûr ateşi?

Görüşme vaatleri nerde?

Kim geldiyse dünyaya

bir haraplık izi var üstünde.

Söyleyin bana:

harabatta,

aklı başında,

biri

nerde?

Beşaret ehli olan

bilir işareti.

Söylenecek neler var neler

de

sır mahremi nerde?

Her zerrenin bin türlü hesabı var seninle.

Biz nerdeyiz,

kınayıcı,

aylak herif nerde!

Sorun bir kıvrım kıvrım saçlarına

Gamlı,

başı dönmüş,

müptela

gönlüm nerde?

Divaneye döndü aklım

Mis gibi kokan

zincir zincir saçlar nerde?

Gönül terketti bizi,

çekildi bir köşeye.

Sevgilimin kaşı nerde?

Saki hazır,

mutrib hazır,

mey hazır

amma

Yarsiz olmaz eğlence;

yar nerde?

Hafız;

kırılıverme felek çimenliğinde

hazan rüzgarıyla öyle.

Makul bir şey düşün sen de;

Dikensiz

gül

nerde?



VAR


Güzel değildir o ki

uzun saçı,

ince beli var.

Kul ol o parlak yüze ki

ayrı bir havası var.

Hurinin,

perinin hoş tarzı var

amma

Güzellik

ve

letafet dedin mi,

filanda var.

Bak gözbebeğime ey güleç gül,

anla beni.

Seni umut edip akan

ne hoş gözyaşlarım var.

Güzellikte kim geçecekmiş seni?

Güneş orada binmiyor ata,

elinde dizgin mi var?

Kabul ettin ya sen

yüreğe işledi sözlerim.

Evet,

evet,

aşk sözünün de bir işareti var.

Okçuluk sanatında keman kaşın

geride bıraktı her yay tutanı.

Aşk yolunda olmadı gerçekten kimse sırdaş.

Herkesin kendince bir zannı var.

Harabat sakinlerine söz etme kerametten.

Her sözün bir vakti,

her nüktenin bir mekanı var.

Akıllı kuş kurmaz her çimende otağın.

Her baharın ardında bir de hazan var.

Hey iddiacı,

satma esprini Hafız'a.

Kalemimizin de bir dili,

bir beyanı var.



ŞARABIN TERANESİ



Dedi lâl rengi saf şarap kadehe

Dört yerde dört cevherim hep ben

Asmada zümrüdüm, şişede akik

Küpte Süheylim, kadehte güneş

Kim demiş bana haram; içerken beni

Doğumda helalzade, olur haram?



MEYHANE YOLU



Olursam sarhoşluk yüzünden helak,

Sarhoşların töresiyle atın üstüme toprak.

Asma tahtasından yapın tabutumu,

Meyhane yolunda verin toprağa beni.

Meyhane suyuyla gasledin beni,

Sonra bir sarhoşun omzuna koyun beni.

Dökmeyin mezarıma şaraptan başka.

Getirmeyin matemime rebaptan başka.

Ancak şartım var: Ölünce ben

İnlesin mutlak mutrib ile çengzen.

Hey Hafız, kaldırma başını sarhoşluktan,

İstemez çünkü sultan vergiyi haraptan.



EMEL KASRI



Gel haydi,

Emel kasrının temeli çok gevşek.

Şarap getir, şarap;

Ömrün temeli hava üstünde.

Kölesiyim ben onun himmetinin,

ne varsa şu gökkubbe altında,

özgür her şeyden.

Ne diyeyim sana bilmem ki,

Sarhoştum dün gece meyhanede,

bulut gibi;

Bilir misin,

ne müjdeler verdi bana

gayb aleminin meleği?

Ey gökyüzünün sidresinde oturan,

yüce görüşlü,

şahbaz doğan!

Değil senin otağın şu mihnetler ülkesi.

Safir çalıyorlar sana

ta arş şerefesinden.

Bilmem

neler geldi şu tuzakta başına?

Bir öğütüm var sana;

dinle

ve uygula

olur mu?

Öğrendim bu sözü ben tarikat pîrimden.

Çekme dünyanın gamını;

Çıkarma öğütümü aklından

aman.

Bu aşk iksirini öğrendim bir yoldaşımdan.

Oluver razı verilene;

Çözüver alnındaki şu düğümleri;

Açılmadı çünkü seçme kapısı

ne bana

ne sana.

Sözünde durmakmış:

Arama sakın temeli gevşek şu dünyada.

Bilmez misin ki dünyanın

bin damada

gelin olduğunu?

Vefa izi görülmüyor gülün tebessümünde.

İnle benim aşık bülbülüm inle;

zamanıdır feryadın.

Behey şair bozuntusu!

Ne kıskanırsın Hafız'ı?

Kazanmıştır gönülleri;

Allah vergisi sözleri.



GELİR



Kapımdan girerse o kutsal kuş,

geçen ömrüm

şu ihtiyarlıkta geri gelir.

Yağmur misali dökülüyor gözyaşlarım.

Umutluyum yine;

Gözümde kaybolan devlet nuru geri gelir.

Başımın tacıydı ayağının toprağı.

Dilerim Tanrı'dan,

yine başıma konar gelir.

Gideceğim ardından aziz yârânımla.

Dönemezsem ben geri,

nasıl olsa

haberim gelir.

Canımı feda etmezsen sevgilimin kademine

bu can ne işime gelir?

Devlet kösünü çalarım saadet damından

Ne zaman ki görürüm

hilalim sefere çıkmış gelir.

Mani oluyor çengin sesi,

tatlı sabah uykusu.

Bilirim;

Bir duysa seher vakti çektiğim âhı,

mutlak döner gelir.

Hafız,

Hasretim ay yüzlü şahımın yanağına.

Himmet edersen sen,

selametle

kapıdan

girer

gelir.



SORMA



Bir aşk derdi çekmişim ki sorma.

Her ayrılığı tatmışım;

hiç sorma.

Dolaşmışım dünyayı amma

bir dilber seçmişim ki sorma.

Kapısının toprağı olma hevesiyle

ne yaşlar akar gözümden;

sorma.

Dün gece

onun ağzından

ne sözler işittim

ne sözler

ki sorma.

Neden sus işareti yapıp durursun bana?

Öyle bir lâl dudak öpmüşüm ki

sorma.

Sen yokken,

fakirhanemde ne acılar çektim,

hiç sorma.

Aşk yolunda

garip Hafız gibi

öyle bir makama gelmişim ki

sorma.



ZÜHRE'NİN ŞARKISI



Ey sabâ,

lutfedip söyle şu güzel ceylana.

Sen düşürdün bizi çöllere, dağlara.

Ömrü uzun olsun,

şekerci

neden arayıp sormaz

şeken çiğneyen papağanı?

Ey gül,

güzellik gururu mu izin vermedi yoksa

aramazsın arkasını şeyda bülbülün?

Gönül erleri avlanır iyi huyla

lutufla

Yakalanmaz bilge kuş kapanla

tuzakla.

Nedendir bilmem

yok aşinalık havası

servi boylu

kara gözlü

ay yüzlü dilberlerde.

Oturup sevdiğinle, içersen badeyi

Hatırlayıver kısmetsiz muhipleri.

Bulunamaz kusur yarin cemaline şundan başka:

Sevgi ile vefa olmaz güzel yüzde.

Şaşmayın hiç

Hafız'ın sözüyle

raksettirirse İsa'yı

Zühre'nin şarkısı

gökyüzünde.



GÖNÜL MURADI



O Şirazlı güzel verirse muradımı

Bağışlarım siyah benine hem Buhara'yı

hem Semerkand'ı.

Ver saki ölümsüzlük şarabını.

Bulamazsın çünkü Cennette

Gulgeşt-i Musallâ'yı,

Ruknâbâd kenarını.

El’aman şehre fitne salan,

tatlı dilli dilberlerden!

Yağma sofrasına döndü gönlüm;

Gitti ah, gitti elden!

Eksik aşkımızdan müstağnidir yârin cemali.

Boyaya,

bene,

makyaja olur mu güzel yüzün haceti?

Anladım ben günden güne artan güzellikten

- hani Yusuf'da vardı -

İsmet perdesinden çıkarır aşk Züleyha'yı.

Küfür etsen,

yollasan lanet,

dua ederim yine sana.

Yakışır acı sözler zira o tatlı lâl dudaklara.

Kulak ver öğütüme canım benim.

Candan sever mesut gençler

bilge pîrin öğütünü.

Mutribden, meyden söz et;

Arayıp durma evrenin sırrını.

Çözmedi;

çözemez kimse hikmetle bu bilmeceyi.

Eh Hafız;

bir gazel söyledin ki

inciler deldin.

Gel, oku güzel güzel ki,

Saçsın felek şiirine Süreyya incilerini.



DEDİM



Dedim: Çekiyorum gamını;

Dedi: Geçer gider gamın.

Dedim: Ol benim mâhım.

Dedi: Dur bakalım.

Dedim: Müşfiklerden vefa öğren.

Dedi: Pek az görülür güzellerde.

Dedim: Kapatayım bakış yolunu hayaline.

Dedi: Hırsızdır; gelir başka yoldan.

Dedim: Zülüflerinin kokusu gümrah etti alemde beni.

Dedi: Bir bilsen, o da rehber olur sana.

Dedim: Ne güzel bir hava!

Sabah yeliyle geliyor.

Dedi: Serin bir meltem;

Dilber yurdundan geliyor.

Dedim: Öldürdü bizi lal dudakların.

Dedi: Kul olmaya bak;

gözetir o kullarını.

Dedim: Söyleme kimseye, yaklaşıyor vakti.

Dedim: Gördün mü, nasıl geçti işret zamanı!

Dedi: Sus Hafız; bu keder de geçer!



SABIR



Kalk saki;

sunkadehi.

Toprak yağdır kederlerin başına.

Avucuma koy mey kadehini

ki çıkarayım üstümden şu mavi cübbeyi.

Akıl sahiplerince hiç de hoş değil,

ayıptır amma

İstemeyiz biz ne arı,

ne adı.

Ver şu badeyi,

nedir bu gurur,

bu çalım?

Taş yağsın şu itaatsiz nefsin başına!

İnleyen göğsümün ateşi, âhı

yaktı tüm hamervahları.

Görmüyorum kimseyi ne has kişilerden

ne avamdan

şeyda gönlüme sırdaş.

Öyle bir sevgiliyleyim,

rahat yüreğim

ki kalmadı birden gönül huzurum.

Bakmaz bir daha çimenlikteki selviye

Kimin ilişirse gözü gümüş bedenli selviye.

Sabret Hafız gecenin, gündüzün zorluğuna.

Nasıl olsa ereceksin bir gün muradına