Makaalâtta Tebrizli Şemsin insanı tanrılaştırabilecek her türlü kavrama; tasavvufun, vahdet-i vücut'un radikalleştirilmesine, hulûl düşüncesine; insanlaşmayı, olgunlaşmayı hedeflemeyen çokbilmişliklere; ayrımcılıklara, düşüncesizliklere, çarpıtmalara bırakın hoşgörü göstermeyi tahammül dahi etmediğini görüyoruz. Derhal karşı çıkar, konunun üzerine gider. Hüküm vermekten, haklıyken ağır yargıda bulunmaktan çekinmez. Tartışma konusunun dışındaki alanlarda ise eleştirdiklerinin haklarını verir, istedikleri yola gitmelerini hakları olarak görür.
Ayrım noktalarını net koyar, her düşünceyi aynı potada eritmez, tasavvufun hakikatle eleştirilmekten bağımsızlaşıp uçmasına izin vermez. Kopup gideni yargıladıktan sonra, ayrım noktalarını vurgulayarak biraradalığın, dostluğun, insanca ilişkilerin devam etmesine özen gösterir.
Burada dikkati çekmek istediğim bir nokta var. Eleştirisinde nettir. Hakikatî bile bile çiğnediğini gördüğü ululanan, büyüklenen kişileri takipçilerinin yanında ayak altına aldığı da olmuştur, örtbas etmeyelim. Ancak ikna olmayanı susturma gibi bir yolu seçmez, ikna ettiğini de, kendisini de her sorundan kurtulmuş görmez. Tartışmanın içerisinde, eleştiriyi ayrıntılı ve ciddi argümanlarla göğüsleyerek, eleştirerek, fikirleri değişik alanlarında takip edip analiz ederek öğretir, düşüncesini canlı tutar.
O dönem ilginçtir. Entellektüel (temellendirici, tartışmaya açık) duruşlar ile düşünceyi işine geldiği gibi götürüyor görünen duruşlar yanyanadır. Aklı başında insanları çıldırtan fikirlerle bunları düzeltip derslerini verenlere ders verecek kadar derin ve temelli fikirler bazan aynı kişilerce geliştirilmektedir.
Tebrizli Şems insanların haklarını vermeye gayret eder. Başkaları için selâm sabah kesmeyi gerektirecek ayrımlar onun için konunun hakikatine sadakatten, hakikatliliğe davetten ibarettir. İnsana, emeğe, düşünceye saygısızlık değildir.
O dönemde ortak nokta insanların hakikatle kendilerini düzeltmeyi reddetmemeleridir. Birisi yanlışlarını gösterdiğinde kabul ederler ve belki de daha sonra bildiklerini okumaya devam ederler. Hakikat iddiasında bulunanı yalncı çıkarmazlar. Genellikle.
Tartışmalarda bir otorite kabul edildiğini kendisi gibi düşünen, düşünmeyen insanların Tebrizli Şemsin tasarımları, önerileri, geleceğe yönelttiği tanımlamalarına kendi projelerinde bildiklerini okusalar da, çatmadıklarını gözlemliyoruz.
Tebrizli Şems ve Mevlânânın Gazalî ile ortak yanları o dönemde ulaşılmış bir konsensusa da işaret ediyor. Bu konsensusun bir diğer ayağının oluşturulmasında Hacı Bektaş-ı Velî'nin insiyatif üslendiğini, yetmiş kişiden oluşan bir meclisin toplandığını Evliya Çelebiden öğreniyoruz. Ev sahibi Koyun Baba'dır. Toplantının sonuçlarını yedi yüz derviş her bir yöne iletir, rivâyetlere göre.
Şemsin rolünün bir konsensusta ifadesini bulan, bulacak düşünceler, temeller sunmaktan ibaret olduğunu düşünmüyoruz. Gelecek bin sene şekillendirilmektedir. Tartışma ortakları bir yasaktan, merkezî otoriteden korkuyla değil büyük bir uzlaşmanın şartlarının oluşmasının sonucu olarak, özlemini duyarak Tebrizli Şems'e dikkat etmekte, kendilerini ve duruşlarını izah etmek için gayret göstermektedirler.
Açık bir diskur söz konusudur, tehdit, korku, baskı söz konusu değildir. Tartışmaya açıklık kendisini her alanda sarsıntıya açma anlamına da gelmez. Temel hassasiyetler üzerinde uzlaşılmıştır, dikkat gösterilmiştir, en azından karşı durulmamıştır.
Zamanla uzlaşma konuları sislenmiş, temellendirici tartışmaların hakikat iddiaslarını buluşturan diskuru kaybedilmiştir. Şemsin itiraz ve farklılıkla birarada yaşama ve tartışarak ayrımlar getirme, uyanık tutma, sohbet veya konuşma diyalektiğinde temel ayrımlar üzerine farkındalıkları aralıksız açık tutma tavrı geçerliliğini yitirmemiştir.
Tebrizli Şemsin yeni bir bin yılın temellendirilmesinde emekleri büyüktür. Ekzantrik bir seyyah değildir! Moğol istilalarıyla Cumhuriyet arasındaki dönemi belirleyen tavrın, duruşun, projenin temellendiricilerindendir.
...
Mevlânanın "avam" konusundaki tavrını hatırlayalım. Çalışanları, meslek sahiplerini, halktan insanları faziletli insanlar olarak görmeyen, avam ilan eden anlayış karşısında sinirlendiğini, bu düşüncelerin sahiplerine hakaret ettiğini Eflâkiden okuyoruz. Menkıbelerde abartma olabileceği düşünülebilir. Ancak, hem sözlü gelenek hem de eserleri bu tavrını destekliyor. Gazalî ile beraber iktidar sahiplerine eleştirel, mazlumları sahiplenici bir tavrı var.
Hayat kadınlarını, mahkûmları, itilmiş kakılmışları selamlayışları, her çiğliği mesele etmeyişi, eleştiriye açık oluşu her daim öfkesiz ve diplomatik kılmıyor Mevlânâyı. Bir adı zaten Celâl'dir, celâl'liğinin hakkını vermeye de çalışmıştır.
...
Affedebilmek, insanların farklarını, yanlışlarının olabileceğini, hayatların ve fikirlerin ömür/ömürler boyu şekilleneceklerini kabul etmek ile topluma öneriler, toplumun geleceğine öneriler olarak fikirlerin, yargıların, hakikat iddialarının arkasında duruş arasında bir çelişki, zıtlık yok.
...
"Katılmıyorum, bunu kasd etmedim, buradan bu çıkarılamaz" gibi iddialar her daim tartışma gerekmese de tartışmaya açık duruşun ifadesidir. İnsan, söylediğinin arkasında duruyorsa tartışabilir. Hakikatle kendisini düzeltiş iddiasızlık değildir. İddianın temellerinin sarsılması, daha farklı bir düşüncenin geçerliliğinin söz konusu olması gerekir.
Mevlananın yaşadığı dönemde ona birisi "Düşünce Senin ve Gazalinin yüzünden yok oldu!" dese "yanlışın var!" dermesi daha büyük olasılık. Susması, gülümsemesi, hatta konunun tartışılamayacağı birisi ise "haklısın!" demesi de küçümseme işi olmazdı. Nasreddin Hocanın sen de haklısın hikayesindeki gibi.
Tartışmaya açık durma eşitleme, eşit görme işi. İnsanın canının istemesi, zaman bulması bulmaması işi değil, bir sorumluluk işi.
Geçiştirme tartışmanın hayırlı olmaması ile alâkalı. Karşı tarafın haklılığının ifadesi değil.
"Sen de haklısın!" meselesi uzlaşmazlıktan hikmet çıkarma, perspektif açma işi. tartışmanın kendisi değil.
...
Refi Cevat Ulunay'ın 18 Aralık'ı cüzdan boşaltma olarak görüşe tepkisi çok ağırdı. O o tepkiyi verene kadar konuya aynı zamanda hem gülümsemiş, hem de üzülmüştür birileri. O tepki verilmese, "verilsin!" ya da "niye verilmedi!" demezlerdi. Verilince de "yanlış oldu!" demezler. Haklı olmak, eleştirinin hakkani olması her zaman konuşma tepki verme anlamına gelmez.
İnsan kendisini öldürmeye kalkışmış kişiyi affeder, hatta dost edinir, ancak, öbür dünyanın dili şu dil, bu dil, zaman ve mekan reel olarak mevcut diyene tepki gösterebilir. Birisi adaleti karşılıklılık ve intikam olmadan çıkartma işi, insanın değişmesini isteme, değişecek olanı ezmeme, insanlığı başa kakmama işi; diğeri hakikat üzerine iddia. Hakikat üzerine, insan hakkı hatta bir kedinin, kuşun hakkı üzerine suskun kalmama ayrı bir konu.
...
Günümüzde mevlevî olduğu düşünülenlerin hakikat konusunda yanlışa tavizkar olacaklarını düşünmüyorum, ifadenin kibar bir yolunu aramalarını ise bir kaçış, hakikati satış olarak düşünemiyorum. Her konuda fikir sahibi olmak zorunda değiller. Kendi yanlışları doğruları bir birine karşımış da olabilir bazan. Tasnif derdinde olabilir, herkesi dinleyebilirler. Ancak yanlış bir iddiaya doğru da dememek durumunda hissederler kendilerini ayırt edebildikleri ölçüde. Hakikat için yanlış ifadede bulunmak korkunç bir şey değildir. Yanılabileceğini hesaba kattıktan sonra, insanları ezip geçmedikten, insanların doğrusuna zulüm etmedikten sonra. Eğriye zulüm zaten olmaz. Eğriyi savunan da eğri veya eğri olmaya mahkum görülmez. Bazan susmak, tecrübesizliğin yanlışlarından kaçınmaktır, insanların anlayışına zarar vermekten kaçınıştır. Yeterince tecrübe zaten yoktur, tartışmaya tereddüt de bir çeşit hoşgörüdür bazan.
İnsan, kendi sözü fikri için "öyle değil, böyle değil, şöyle!" deme hakkına sahip değildir sadece. Yanlış hükümden de kaçınma, yanlış anlaşılmaya itirazda bulunma hakkına sahiptir. Yanlış anlaşıldığını vurgulama karşı tarafın anlayış kapasitesi ya da bilgisini küçümseme, hakaret de değildir.
Birisinin "şunu dedin"ini tartışmakla mükellef değildir sözü ifade eden, "onu demedim" demekle başlaması mevzuyu çarpıtma değil, mevzunun hakikatine yöneltmektir. "Yanlış anlama"ları düzeltme bir hak da olsa her daim gerekli değildir. Düzeltme talebi söyleyenin omuzuna yıkılacak sorumluluklarla da alakalıdır. İnsan kast ettiğini söyler, söylediğini kast eder ideal bir iletişim toplumunda, ya da bunu kabul ederek bir birimize itirazda bulunabiliriz. Kastetmediğimi söylüyor durumda olmam, iletişimin mümkün olmasının şartlarını, gereklerini savunmamla, iletişimin temel normatif duruşuna dönmekle alakalıdır.
İnsan ne dediğine karar verme, yani bunu açıklığa kavuştırma hakkına sahiptir dedik. Bu bir yükümlülük de değildir. Bu hakkın kullanılıp kullanılmaması "yanlış "anlaşılanın", yanlış anlaşıldığını düşünenin, düşüncesi tartışılanın hakkıdır. Karşı tarafın da yanlış anlaşılmaya, ifadesinin yanlış anlaşılmasını düzeltmeye hakkı vardır.
Toparlarsak: Tartışma ilk elde ele alınan düşüncenin üzerindeki uzlaşmazlığın anlaşmayla sonuçlanmasını değil, karşılıklı iddiaların ne(ler) olduğu üzerinde uzlaşmayı hedefleyebilir (Gadameri hatırlayarak).
"Hayır!" normatif olarak bağlayıcıdır (Haberması hatırlayarak), gerekçelendirilecektir. "Hayır, çünkü"... Onaylamayla değil, onaylamamakla tartışma kabul edilebilir. İlk elde onaylanacak olan, "evet bunu söylüyorum"dur. Karşı tarafın neyi söylediğinde uzlaşmak, konu üzerinde bir çeşit uzlaşma olsa da (buradan nerede ayrışıldığı ortaya çıkmaz, gerekçeler talep ediliyor olabilir, vb.).
....
Yanlışa, yanlış anlaşılmaya hoşgörü karşı tarafı küçümsemeye dönüştüğünde, karşı tarafın kapasitesini ciddiye almamaya dönüştüğünde sorunlu. Her yanlış anlaşılma sorunlu olmayabilir, nsanlar her konuyu tartışma istemeyebilir, zamanları olmayabilir vb. Buna karar verecek olanlar "yanlış anlaşıldıklarını" düşünenlerdir.
Tersi de geçerli olabilir. Yanlış anlaşıldığını sananın karşı tarafı yanlış anlaması da nadiren gerçekleşen bir durum değildir. Kimin yanlış anlaşıldığı üzerinde bir uzlaşmanın da tartışmanın devamı için zorlanması anlamlı değildir. Uzlaşmazlığı körüklememek, yargıları paranteze almak önerilebilse de her daim mümkün değildir.
...
Tartışma kin, öfke intikam, tahakkm işi değildir. tahakküm derdinin olmadığı yerde açık bir tartışma olur. Tahakküm talebi, ihtiyacı ile tahakküm aynı şeyler değidir. İnsanı, tartışmacıyı hatasız olmaya davet etmek insana haksızlıktır. İnsanlar karşılıklı çabalarla pozisyonlarını eşitler, belirlerler.
Öğrenci öğretmen tartışmasında dahi pozisyon belirlemeleri, eşitlik eşiklerinin şekillenmesi gereklidir. Argümentasyonun (tartışmayı belirlemek için) kesilmemesi gibi.
...
Hoşgörü insanın yanılabilirliğini, gaf yapabilirliğini kabulleniş; hatalardan rant sağlamama, davranışları idealize edilmiş davranışlarla kıyaslamama; kimseyi olup bitmiş görmeme, olgunlukla karşılama halidir.
Olgunluğun ifadesi olarak hoşgörü bir tartışmada da kendisini ifade eder: Yanlış anlaşılmayı düşmenlıkla karşılatmaz, puanlamaz, üstünlük kurma ya da aşağıda kalmama derdi taşımaz. Rakibini düşmanlaştırmaz, rakibiyle kendisini incitmez, rakibi tartışma ortaklığına çeker.
"Hoşgörü" karşı tarafın anlayışına tereddütün ifadesi olduğunda, kendi ifadesinin tartışılamazlığını perdelediğinde "hoşgörüsüzlüğü mü hoşgöreceğiz!" der. Sömürgecilerden hoşgörü değil adalet talep etmek bu yüzden gereklidir!