13 Temmuz 1996 / CINUÇEN TANRIKORUR
AKSİYON'un 8. sayısındaki "Müziğimiz teksesli mi?II" başlıklı yazımızın altına bir not düşmüş,
okuyucularımızın müzikle ilgili merak ettikleri konuları köşemize yazabileceklerini, bizim de elimizden geldiğince cevaplamaya çalışacağımızı belirtmiştik. Şu ana kadar elimize böyle bir mektubun ulaşmamış olması, okuyucularımızın, yazmayı düşündükleri halde yoğun işleri arasında fırsat bulamamış olmalarına bağlıyor ve genel müzik kültürümüzle ilgili, çoğunluğun ilgisini çekeceğini umduğumuz bazı temel konulara ışık tutmak istiyoruz. Türk musikisi denir denmez çoğunluğun aklına ilk gelen merak konusu makamların ne olduğu ve birbirlerinden nasıl ayırt edilebildikleridir. Tanzimattan bu yana, kendi kültürlerinin yabancısı olan aydınlarımızın ağzında musikimizin adı "alaturka" veya "şark musikısi" olduğu için (merhum Arel'in "Türk musikisi" sözünü yerleştirme konusundaki gayretleri yanlışı düzeltrneğe maalesef yetmemiştir), gazete bulmacalarındaki "şark müziğinde bir makam" veya "alaturkada bir makam" (Rast) tekerlerneleri, bulmacacılık tarihimizle yaşıt olarak sürüp gitmiştir. Ama Rast'ın, Mahur'un, Nihavend'in makam olduğu er-geç bulunur da, makam nedir, o pek bilinmez. Sözlük veya ansiklopedilerse, konunun bilmeyenlerce anlaşılmaması için adeta gizli bir dayanışma içindedirler. Tıpkı Nasreddin Hocamızın (k.s.) bir Cuma vaazında "Eh, madem bilmiyorsunuz, size anlatacak birşeyim yok", ertesi Cuma cemaatin "Biliyoruz" demesine karşılık "Madem biliyorsunuz, ne diye anlatayım?" deyip camiden çıkıp gitme şakasında olduğu gibi!.. Okul müzik kitaplarımızda da kendi müziğimiz zaten olmadığı (azıcık olsa da, şartlanmış öğret menler öğretmediği) için, konu mesleki sır olma özelliğini daha uzun yıllar koruyacağa benzer.
Arapça "kaame-yekuumu" (ayakta durmak) fiil kö~ünden gelen "makam"(*) kelimesi, Islam'ın ilk yıllarında Kur'an-ı Kerlm'i ayakta okuyanların bulunduğu yüksekçe yeri gösterirdi. Kelime sonradan, dilimizde bugünkü ilk manası olan, "yüksek dereceli resmi görev, bu görevin icra edildiği mevki" anlamını kazandı. Eski toplum düzenimizde yüksek mevki sahipleri posta oturdukları için, yetki çekişmeleri "post kavgası" şeklinde deyimlendirildi ve "makam hırsı" ile yakın anlamda kullanıldı. Bizim "makam"ımızın (musikideki makamın) kavgası yapılacak bir post veya mevki ile ilgisi yok çok şükür. "Belli giriş, gelişme ve bitiş kurallarına göre kullanılan müzik dizileri"ne Uygurlar "kök" veya "küg" şekjinde 0kunabilen bir isim vermişlerdi. Işte makam, şu tırnak içinde verdiğimiz ve aşağıda biraz daha açacağımız anlamı ile, ilk defa büyük Azeri-Türk bilgini Meragalı Hoca Abdülkadir tarafından, 1418 tarihli Makaasıdü 'l-elkan adlı kitabında kullanılmış ve öylece yerleşmiştir. (**)
Bizim müziğimizde ezgiler (nağmeler/melodiler), Batı müziğindeki gibi geniş ses aralıklarıyla oradan oraya sıçrayan bir gelişigüzellik içinde değil; girişi, gelişmesi ve bitişi belirli olan bir düzen içinde kullanılırlar. Ezginin dolaşımını düzenleyen bu kurallara "seyir" adı verilir. Makamlara kişilik,lezzet ve kokusunu veren, işte bu hayati önemdeki, bestecilerin değiştirerneyeceği seyir kurallarıdır. Makamı, çağdaşnazariyat kitaplarının ve onlardan kopya eden ansiklopedilerin yaptığı gibi, "Bir durakla bir güçlü etrafında toplanmı§. seslerin genel
durumu" diye tarif etmek, bir bilinmeyeni iki bilinmeyen daha katarak anlatmak gibi (Durak ne? Makarnın durduğu yer. Makam ne? Durakla güçlü etrafında toplanmış sesler! Tam bir Hacivat tekerlernesi!) bir pedagoji ucubesidir ki amacı herhalde -yukarıda söylediğimiz gibi- anlatmak değil, mümkün olduğu kadar girift hale getirip anlaşılmamasını sağlamak olsa gerektir. Nitekim makamın ne olduğunu bilen, ama çaresizlikten bu tarifle öğreten meslekten kişiler dahi, tarifteki mantık hatasını görmezlikten gelmek zorundadırlar. Oysa makarnın sırrıseyirdedir; anlamanın yolu da önce seyri anlamaktan geçer. Makamların birbirinden nasıl ayırt edilebileceği konusunu gelecek yazıda inceleyeceğiz.
(*) Kelimenin ilk a'sı değil, ikinci a'sı uzundur (makaam, mim-kaf-elifmim). Birçoklarının yaptığı "maakam" şeklindeki telaffuz yanlışını yapmamaya özen gösteriniz.
(**) Batı dillerinde, bir kelimenin o dilde hangi tarihtenberi -hatta ilk defa kim tarafından ve hangi eserde- kullanıldığını gösteren etimoloji (kelime kök bilgisi) sözlükleri vardır. Ama bizim dil bilginlerimiz, yerleşmiş kelimelerin yerine yeni "sözcük"ler uydurma hastalığından baş alamadıkları için, bu tür sözlükler yazmaya vakit bulamamaktadırlar.
Arapça "kaame-yekuumu" (ayakta durmak) fiil kö~ünden gelen "makam"(*) kelimesi, Islam'ın ilk yıllarında Kur'an-ı Kerlm'i ayakta okuyanların bulunduğu yüksekçe yeri gösterirdi. Kelime sonradan, dilimizde bugünkü ilk manası olan, "yüksek dereceli resmi görev, bu görevin icra edildiği mevki" anlamını kazandı. Eski toplum düzenimizde yüksek mevki sahipleri posta oturdukları için, yetki çekişmeleri "post kavgası" şeklinde deyimlendirildi ve "makam hırsı" ile yakın anlamda kullanıldı. Bizim "makam"ımızın (musikideki makamın) kavgası yapılacak bir post veya mevki ile ilgisi yok çok şükür. "Belli giriş, gelişme ve bitiş kurallarına göre kullanılan müzik dizileri"ne Uygurlar "kök" veya "küg" şekjinde 0kunabilen bir isim vermişlerdi. Işte makam, şu tırnak içinde verdiğimiz ve aşağıda biraz daha açacağımız anlamı ile, ilk defa büyük Azeri-Türk bilgini Meragalı Hoca Abdülkadir tarafından, 1418 tarihli Makaasıdü 'l-elkan adlı kitabında kullanılmış ve öylece yerleşmiştir. (**)
Bizim müziğimizde ezgiler (nağmeler/melodiler), Batı müziğindeki gibi geniş ses aralıklarıyla oradan oraya sıçrayan bir gelişigüzellik içinde değil; girişi, gelişmesi ve bitişi belirli olan bir düzen içinde kullanılırlar. Ezginin dolaşımını düzenleyen bu kurallara "seyir" adı verilir. Makamlara kişilik,lezzet ve kokusunu veren, işte bu hayati önemdeki, bestecilerin değiştirerneyeceği seyir kurallarıdır. Makamı, çağdaşnazariyat kitaplarının ve onlardan kopya eden ansiklopedilerin yaptığı gibi, "Bir durakla bir güçlü etrafında toplanmı§. seslerin genel
durumu" diye tarif etmek, bir bilinmeyeni iki bilinmeyen daha katarak anlatmak gibi (Durak ne? Makarnın durduğu yer. Makam ne? Durakla güçlü etrafında toplanmış sesler! Tam bir Hacivat tekerlernesi!) bir pedagoji ucubesidir ki amacı herhalde -yukarıda söylediğimiz gibi- anlatmak değil, mümkün olduğu kadar girift hale getirip anlaşılmamasını sağlamak olsa gerektir. Nitekim makamın ne olduğunu bilen, ama çaresizlikten bu tarifle öğreten meslekten kişiler dahi, tarifteki mantık hatasını görmezlikten gelmek zorundadırlar. Oysa makarnın sırrıseyirdedir; anlamanın yolu da önce seyri anlamaktan geçer. Makamların birbirinden nasıl ayırt edilebileceği konusunu gelecek yazıda inceleyeceğiz.
(*) Kelimenin ilk a'sı değil, ikinci a'sı uzundur (makaam, mim-kaf-elifmim). Birçoklarının yaptığı "maakam" şeklindeki telaffuz yanlışını yapmamaya özen gösteriniz.
(**) Batı dillerinde, bir kelimenin o dilde hangi tarihtenberi -hatta ilk defa kim tarafından ve hangi eserde- kullanıldığını gösteren etimoloji (kelime kök bilgisi) sözlükleri vardır. Ama bizim dil bilginlerimiz, yerleşmiş kelimelerin yerine yeni "sözcük"ler uydurma hastalığından baş alamadıkları için, bu tür sözlükler yazmaya vakit bulamamaktadırlar.