İnsanın
toplumsal bir varlık olması, doğuştan itibaren yaşam boyunca onu değerler
geliştirmeye, bunlara dayalı davranışlar sergilemeye yöneltmektedir.
Kültürler,toplumlar, hatta kuşaklar ve hatta aynı ailenin üyeleri arasında
farklılıklar bulunan değerler sisteminin ilk temelleri aile içinde atılır. Daha
sonra okulda sunulan formel eğitimin sunduğu yaşantı zenginlikleriyle ivme
kazanır.
Ahlak;
bireylerin sübjektif (öznel) olarak geliştirdikleri iyi/kötü, doğru/yanlış biçimindeki
yargılarından oluşur. Bu yargılar, yaşam boyunca ailede öncelikle ebeveynlerin
ve diğer aile üyelerinin model olmalarıyla oluşmaya başlar, daha sonra okulda
öğretmenler, arkadaşlarla kurulan iletişim ve edinilen modellerle şekillenir.
İyi/kötü,
doğru/yanlış yargılamalarının dayanağı olan kurallar bütünü olan ahlak sistemi,
ahlaki ilkelerin beslendiği bir kaynaktır. Ahlaki ilkeler, kişiler arası
ilişkileri ve beklentileri
yapılandırmada bireylere dayanak oluşturur. Aynız amanda bireylere yaşam hedef de oluşturur. Bu, doğru kabul edilen kuralları içselleştirme, koruma, o
kurallara uygun yaşama gibi etkinlikleri içerir.
Psikoloji
biliminde ahlak gelişimini açıklama çabaları, üç temel boyutu gündeme
getirmektedir (Yazgan-İnanç, Bilgin ve Kılıç-Atıcı, 2005, s. 287). Bunlar;
bilişsel, davranışsal ve duygusal boyuttur. Bunlardan bilişsel boyut, ahlaki
kurallarla ilgili bilgileri,
eylemlerin doğru veya yanlışlığına ilişkin yargılamaları içerirken, davranışsal
boyut; ahlaki ilkelerin göz önüne alınmasını gerektiren davranışlarla
ilgilidir.
Duygusal boyut
ise suçluluk, kaygı, empati gibi duyguları içerir.
Ahlak gelişimi
sayesinde bireyler toplumsal ilişkilerinde görece ortak paydalara dayanarak
beklentiler oluşturabilmekte, davranışlar geliştirebilmektedirler. Ahlakın
gelişimi, gelişimin Fiziksel, bilişsel alanlarında olduğu gibi, basitten
karmaşığa (gelişmişe) doğru bir seyir izler. Piaget ve daha sonra da Kohlberg,
geliştirmiş oldukları kuramlarla bu değerler sisteminin nasıl şekillendiğini
açıklamışlardır. Bu ünitede sözü edilen bilim insanlarının görüşlerine yer
verilmiştir.
Piaget ve Ahlak
Gelişimi.
Piaget’nin
Bilişsel Gelişim Kuramı’na göre bilişsel gelişim; örgütleme ve uyum sağlama
gibi değişmez işlevler sonucu gelişir. Bu doğrultuda bilişsel gelişim organizmanın
çevresi ile ilişkisi sonucu özümleme ve uyum sağlama süreçleri ile gerçekleşir
(Çileli, 1986,
s.24). Özümleme ile organizma çevreden gelen uyarıcılarımevcut yapılarına göre
içe alır.
Örneğin “ayıp”
gibi bir kavramın hiçbir anlam ifade etmediği okulöncesi çağdaki bir kız çocuğu
olan Pelin’i ele alalım. Pelin’e oturuşu ile ilgili olarak annesinin“ Kızım
nasıl oturuyorsun öyle, ayıp!” gibi bir uyarı gelir, misafirliğe gittiğinde
sunulan çikolata kasesinden çok sayıda almaya kalktığında benzer temalı uyarılar gelmeye devam
eder. Çocuk bu mesajları ve içeriğini anlamlandırmaya çalışırken özümleme
mekanizmasını kullanmaktadır. Bir süre sonra onun için ayıp olan ve olmayan
davranışlar vardır . Bu sırada doğrudan katıldığı veya başkalarının iletişimi
sırasında gözlediği yaşam olayları aracılığıyla, çocuğa çevresinden mesajlar
gelmeye devam
etmektedir. Karşılaştığı yeni uyarıcıların var yapılarla yorumlanmayan yeni
unsurlar içermesi durumunda çocuk bilişsel çelişki yaşayacaktır. Bu çelişkiyi
ortadan kaldırmak için uyum sağlama sürecine başvuracaktır.
Örneğimize
devam edersek, ablasının annesine sormadan, annesinin yeni bluzunu giydiğini,
annesinin bunu kınayan-ayıplayan tavrını gözleyen ufak kardeş, ablasının
gecikmeli olarak da sergilediği bazı davranışlarla (annesinden özür dileyerek)
onaylandığını fark eder. Bu, onun kafasını karıştıran bir durumdur: Çocuğa göre
o davranış “ayıpsa” yapılmamalıydı. Ama sonra bazı davranışlar sergilendiğinde,
ayıp olan-yanlış olan davranış telafi de edilebiliyor. Gözlemleriyle elde
ettiği bu bilgileri var olan bilgilerle birleştirerek, daha önceden kazanmış
olduğu bazı bilgileri değişime uğratma süreci Piaget’nin kuramında uyum sağlama
kavramını yansıtmaktadır. Uyum sağlama, organizmanın özümlediği yeni bilgiler
doğrultusunda mevcut yapılarını değiştirmesidir. Organizma bu süreçleri tekrar
yaşayarak gittikçe daha üstün yapılara ulaşmaktadır. Bu yapılar gelişim boyunca
niteliksel değişmeleri gösterirler.
Örneğimize
tekrar dönersek, akranlarıyla iletişimde herhangi bir sorun gözlenmeyen Pelin,
gittikleri bir dost ziyaretinde tavrıyla canını sıkan akranı Melis’e ağır bir
oyuncakla vurur, ama bu eylemi sırasında da “Özür dilerim, özür dilerim!”
demektedir.
Bu davranışı
Pelin’in arkadaşıyla oynarken onaylanan ve onaylanmayan davranışlar listesini
değiştirme çabasını yansıtmaktadır. Pelin bu davranışın devamında aldığı geri
bildirimlerle, ya yeni bilişsel çelişkiler yaşayacak, ya da sergilediği son
davranışının devamını getirecektir.
Piaget çocukların ahlaki yargılamalarının, zekalarında ve bilişsel gelişimlerindeki ivmeye paralel olarak biçim ve boyut değiştirdiğini ileri sürmektedir. Çocuklar iki yaş civarına kadar tek başına oynayarak, devinimsel etkinliklerde bulunurlar (Çileli, 1986). İki ve yedi yaşlar arasında, benmerkezci düşünceni egemen olduğu gözlenir. Bu yaşlarda çocuklar, kuralların anlamını sorgulamadan, kısıtlayıcı ahlak kurallarını algıladıkları ahlaki gerçekçiliğin olduğu bir dönemdedirler. Yaklaşık yedi ile on yaşlar arasında, ahlaki yargılamalarında gelişme olur ve henüz başlangıç düzeyinde iş birliği gözlenir. Örneğin çocuklar oyunlar oynarken, kurallara işlevini ve anlamını hala tam olarak anlayamadan uyarlar, ancak eskisine oranla kurallar konusunda daha esnektirler. Benmerkezli düşüncenin azalmasına paralel olarak, ahlaki gelişim devam etmektedir. On yaş civarından itibaren, olasıbütün şekilleri deneyerek kuralları düzenlemeyi denemek isterler. Bu yaşlarda, kuralların karşılıklı anlaşma ile düzenlenebileceğinin ayrımındadır.
Piaget’ye Göre
Ahlaki Gelişim Dönemleri.
Piaget,
Bilişsel Gelişim Kuramı’nın yanı sıra, ahlak gelişimi konusundaki görüşleriyle
bilim dünyasına önemli katkılar getiren bir bilim adamıdır. Piaget, farklı
yapısal özellikler gösteren dört temel bilişsel gelişim dönemi belirtmiştir.
Piaget bu dönemlerde bebeklikten
yetişkinliğe kadar, kazanılmış reflekslerden nasıl psikolojik yapılar
oluştuğunu ve davranışsal şemalara dönüştüğünü ve yaşamın ikinci yılında
tasarımlama sonucu nasıl zihin örüntülere dönüştüğünü, bu zihinsel örüntülerin
ise çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yetişkin düşüncesini belirleyen zihin
yapılarına dönüştüğünü dört ana dönem içinde ortaya koymuştur (Çileli, 1986,
s.25).
Bu dönemlerin
sırası ile;
1.
Duyusal-Devinim Dönemi (doğum, iki yaş arası)
2. İşlem-Öncesi
Dönemi (iki-yedi yaş arası)
3. Somut
İşlemler Dönemi (yedi-on bir yaş arası)
4. Soyut
İşlemler Dönemi (on bir yaş ve ötesi) olduğunu hatırlayalım.
Piaget,
geliştirdiği Ahlak Kuramı’nda da ahlaki yargıların bilişsel gelişime paralel olarak
geliştiği görüşünün ileri sürer (Windmiller, 1973). Bu ahlaki dönemler; “Dışa Bağlı Dönem” ve “Özerk Dönem”dir (Gander
& Gardiner, 1995).
Piaget çocukların, kuralları gerçek şekillerine göre algıladığı ahlaki gerçekçiliğin ahlaki yargılarda oynadığı rolü görebilmek için, örnek olaylardan yararlanmıştır. Bunun için çocukların yaşamında da tanıdık oldukları sakarlık temasınıkullanmıştır. Öyküde iki farklı nedenle oluşan sakarlığı işleyerek, çocukların ahlaki düşünme biçimlerini ve gelişim düzeylerini ölçme yolunu seçmiştir. Bu öykülerin birinde iyi niyetli bir davranış büyük maddi zararlarla sonuçlanırken, diğerinde kötü niyetli bir davranış daha az maddi zararla sonuçlanmaktadır (Çileli, 1986). Örneklerin kullanımına geçmeden önce, kuramda belirtilen dönemleri açıklayalım:
Dışa Bağlı
Dönem, yaşamın ilk yıllarından yaklaşık 10 yaş civarına
kadar sürer.
Bu ahlaki
dönem, Bilişsel Gelişim Kuramı açısından büyük ölçüde işlem öncesi ve kısmen de
somut işlemler dönemine özgü bilişsel yeterlikleri kapsar. Bu dönemdeki
çocukların, olayları, durumları, gözlenebilir Fiziksel ölçütleri olan somut
sonuçlarına göre değerlendirdikleri gözlenir. Eylemin ortaya çıkmasısürecinin
başındaki amacı dikkate almaz kararlarını, ortaya çıkan Fiziksel sonucun
büyüklüğüne ve ciddiyetine dayalı olarak verirler (Berk, 2000).
Okulöncesi ve
ilköğretimin ilk yıllarındaki çocukların oyunlarınıgözlediğimizde, dışa bağlı
döneme özgü ahlaki yargılamaları rahatlıkla gözleyebiliriz. Bu dönemde çocuklar
oyunun kurallarına eleştirel bir bakış getirmeksizin uyarlar. Nedenini
sorduğumuzda, kuralların uymak için oluşturulduğunu belirtirler. Bir sonraki döneme göre
daha ilkel ve tek boyutlu ahlaki yargılarda bulunurlar. Ahlaki yargılar
oluşturmalarında ulaşmış oldukları bilişsel olgunluk düzeyi belirleyicidir.
Benmerkezlilikten çıktıkça, sınırlı düzeyde sınışama ve sıralama yapmaya ve
empatik becerilerini geliştirmeye doğru ilerledikçe ahlaki yargıları da
karmaşıklaşır.
Piaget’nin
denemeleri, öyküde hangi çocuğun daha suçlu olduğu sorusuna, dinleyen
çocukların yaşlarına bağlı olarak ortak özellikler gösteren cevaplar
verdiklerini yansıtmıştır. Altı ile on yaş arasındaki çocuklar daha çok maddi
zarar üzerinde odaklaşmakta, sadece nesnel sorumluluğu dikkate
almaktadırlar. Bu yaş grubundaki
çocuklar, yargılarında kanuna uyulmasını dikkate almaktadırlar. Bu özellikler
genelde yedi yaş civarında en belirgin şekilde gözlenmekte, on yaştan sonra
çocukların sakarlıkla ilgili yargılarında nesnel sorumluluğun izlerine
rastlanmadığı belirtilmektedir
(Çileli, 1986).
Özerk Dönem ahlak gelişiminde dışa bağlı dönemden sonraki dönemdir. Piaget’ye göre bu
dönemde, ahlaki yargılar Fiziksel bir sonucun ortaya çıkmasından önceki niyet
dikkate alınarak oluşturulur. Yani salt sonuç değil, eylemin temelindeki düşünce üzerinde
odaklaşılır. Böylesi bir değerlendirmeyi yapabilmek için birey olayın
başlangıcına düşünsel anlamda geri dönüp, sürecin başlangıcısırasında o
davranışa yönelen kişinin duygu ve düşüncelerini anlayabilecek bilişsel
olgunluğa gelmiş
olmalı yani tersine çevrilebilme yeteneğine kavuşmuşolmalıdır. Hipotetik
düşünce geliştirebilmesi, görecelilik kavramlaştırmasına, ulaşabilmesi,
bilişsel yapılarının giderek karmaşıklaşması bireyin çok boyutlu,
kapsamlı,esnek ve bir o kadar da tutarlı
ahlaki yargılarda bulunmalarına ortam yaratır.
Bu dönemde
ahlaki yargılamaların öznel sorumluluk dikkate alınarak yapıldığı
görülür. Öznel sorumluluk akranlarla iş birliği içinde gerçekleştirilen
etkinlikler sonucu oluşur. Bu düzeyden ahlaki yargılarda bulunabilmesi, kişinin
empatik bakış açısı geliştirmiş olmasını gerektirir.
Ahlaki gerçekçilik: Piaget’ye göre kuralların sabit, değişmez olduğu ve uygulanması gerektiğine
inanmadır (Gander ve Gardiner, 1995).
Tersine çevrilmezlik: İşlem öncesi dönemdeki bir çocuğun bir işlemin sürecini zihninde tersine
çevirmekte yani sondan başa doğru süreci zihninde tasarlamakta bilişsel anlamda
yetersizliğidir.
Benmerkezlilik: Çocuğun veya
ergenin kendi bakış açısı ile başka bir bireyinki arasında ayırım yapamamasıdır.
Nesnel sorumluluk: Bir sonucun oluşmasına neden olan faktörlerin gözle görülür, maddi
etkisidir.
Tersine çevrilebilirlik: Pozisyon, şekil, sıra ve benzeri herhangi bir
değişikliğin tersine dönüştürebilirliğini bilmedir (Charles, 2003, s. 4).
Empatik bakış açısı: Bir başka kişinin bakış açısıyla, objektişiğini yitirmeden, geçici bir süre
için, onun dünyasına bakıp, dünyayı onun gözleriyle görebilme becerisidir.
Piaget’nin
kuramına göre düşünme farklılıklarından yararlanılarak, çocukların hangi gelişim
dönemine özgü ahlaki yargılarda bulunduklarınıbelirlemek için sunulan örneğinin bir
uyarlaması aşağıda sunulmuştur.
Duygu babalar
gününde babasına sürpriz yapmak için, babasının çok dağılmış olan çalışma
masasını toplamaya çalışır. Bu sırada babasının çok kısa bir süre önce satın almış
olduğu çok değerli olan bilgisayarını yere düşürür ve alet kullanılmaz hale gelir.
İrem de Duygu ile aynı yaştadır. İrem’in annesi modeli oldukça eskimiş, eski bilgisayarını
kızına vermiştir. İrem eşyalarına pek özen göstermeyen, dikkati dağınık
bir kızdır. Bir gün odasında oyun oynarken çalışma masasına çarpar ve bilgisayarı
yere düşer. Onun da bilgisayarı kullanılmaz hale gelmiştir. Bu iki çocuğu
karşılaştırmaları istenerek, hangisi daha kabahatli diye sorulduğunda, “Dışa Bağlı Dönem”
deki bir çocuk, “Duygu daha kabahatli, çünkü İrem’e göre daha pahalı bir şeyi
kırmış.” biçiminde yanıt verecektir. “Özerk Dönem”özelliklerini gösteren bir
başka çocuk ise, “İrem, Duygu’dan daha kabahatli, çünkü Duygu iyi niyetle
babasına sürpriz hazırlamaya çalışırken, İrem ise yaramazlık yaparken bir şeylerin
kırılmasına neden oldular.” biçiminde yanıt vereceklerdir.
Bilişsel Gelişim Kuramı’na göre, insanların yaşlarına, yaşantızenginliklerine, zekalarına bağlı olarak yukarıda belirtilen dönemlerden birinde olmaları beklenir.
Ancak Piaget, kişilerin büyük ölçüde içinde bulundukları gelişim dönemine özgü özellikleri göstermelerinin yanı sıra, bir üst döneme özgü özelliklerin de Filizlerini pırıltılarını taşıdığını belirtmiştir. Bu durumu özellikle ilk dönemin sonlarına, ikinci dönemin ise başlarındaki yıllara karşılık gelen 7-11 yaşlarda rahatlıkla gözleriz.
Bu yaş
dilimindeki çocuklarda hem sıkça dışa bağlı dönem, hem de sınırlıda olsa özerk dönem
özelliklerini gözleyebiliriz.
Yukarıda
sunulan bilgiler çocuk eğitiminin önemli bir parçasının oluşturan, ahlaki değerlerin
kazandırılması sırasında izlenecek stratejileri belirlemeye yardımcı olmaktadır.
Çocuğun bilişsel gelişimine dayanmadan birtakım bilgi ve kuralların sunulması ve
ondan sadece bunları bilmesi ve uygulanmasının beklenmesinin işlevsel olmayacağı
kolaylıkla tahmin edilebilecektir. Öncelikle, sorgulama, irdeleme ve işlevini
keşfetme fırsatı vermeden kuralların benimsenmesini bekleme, ezberci anlayışın
yansımalarıdır. Çocuktan çarpım tablosunu sayması gibi, saygı içeren davranışları
sıralamasını beklemek ne derece akılcı ve kalıcıdır? Çocuk kendisine sunulan kurallar
ve ilkeleri özerk bir biçimde, işlevini ve yerine getirilmediğinde kendisi
ve diğer insanlar üzerinde yarattığı etkiyi keşfettiği oranda, bu bilgileri kendi değerler
sistemine ekleyebilir, içselleştirip, bütünleştirebilir. Aksi takdirde, bu ilkeler
kural koyucunun veya denetimin olmadığı anlarda aksinin yapılabildiği davranışlar
demeti olmaktan öteye geçmeyecektir.
Aslında
yetişkinler, çocukların ahlaki gelişimlerine katkıda bulunmak için çok özel zaman
dilimleri yaratmak veya düzenlemek zorunda değildir. Çocukların gelişim özellikleri,
hazır oluş düzeyleri göz önüne alınarak, yaşamın akışısırasında pek çok düzenek
kurmak olasıdır. Örneğin okulöncesi çağdaki bir çocuğa çok sayıda masal
anlatılır. Genellikle ondan beklenen, anlatılan masalı anımsaması ve anlatabilmesidir.
Masalla ilgili olarak düşünmesini sağlayıcı bazısorular aracılığıyla çocuğun
bilişsel ve ahlaki gelişimine çok daha bilinçli bir destek sağlanabilir. Örneğin, “Bu
masaldaki çocuk (... davranarak) arkadaşını nasıl etkilemiş? Arkadaşı ondan ne
beklemiş olabilir?
Annesi niye
(... davranışı) yapmasını yasaklamış? O (...) davranışı yapmak yasaklanmasa ne
olurdu? Sen olsan ne yapardın? gibi... İlköğretimin ilk yıllarında
öğretmenlerin kullanabileceği önemli fırsatlar da vardır. Özellikle
okuma-yazmayı öğrenen, hayal dünyası zenginleşen, imgeleme gücü bir önceki
gelişim dönemine göre çok daha zenginleşmiş olan çocuklara okudukları öykü-roman veya
güncel yaşam haberlerini malzeme olarak kullanma fırsatları verilebilir. Bu tür
etkinliklerle çocukların hem bilişsel, hem de ahlaki gelişimlerine katkıda
bulunmak olasıdır. Örneğin çocuktan okuduğu öyküdeki olayları yeniden gözden
geçirmesi istenebilir. Yeni bir öykünün yazarı veya anlatıcısı olarak,
kahramanın başına gelenlerden yola çıkarak, öyküyü nasıl değiştirebileceği,
öyküdeki olayların kimleri nasıl etkilemiş olabileceği, bu durumlarda ne gibi duygular
yaşamış olabilecekleri, daha farklı ne gibi davranışlar sergileyebileceği, farklı şekilde
davranmış olsalar sonuçlarının neler olabileceği konusunda tartışma ortamları
yaratılabilir. Tartışma ortamları; sınıf ortamında tüm öğrencilerle veya
öğrenci sayısı fazla olan sınıflarda, öğrencilerin küçük gruplar halinde
toplanmaları biçiminde
organize edilebilir.
Ergenlik
dönemindeki öğrenciler için ise, içinde yaşanılan kentte/ ülkede/dünyadaki güncel olaylar
gündeme getirilerek, öğrencilerin olaylara bütüncü bir bakış geliştirmeleri,
aynı olayı farklı açılardan görerek değerlendirmeleri için ortam yaratılabilir. Bu tür
tartışmalar için, yabancı dil dersinde öğrenmekte oldukları bir sözcük veya kalıbı,
tarih dersinde geçmişte yaşanmış bir tarihsel olayı, edebiyatta işlenen bir romandaki
bir karakteri araç olarak kullanmak olasıdır.
Hangi gelişim dönemiyle çalışılıyor olunursa olsun, özellikle bu etkinliklerde çocukların/gençlerin birbirlerini yargılamaksızın, sözlerini kesmeden, çok saçma gibi görünen bir fikrin de dinlenilmeye değer olduğu vurgulanarak, ve birbirlerine saygılı davranmalarını sağlayan bir ortama yaratmaları çok önemlidir. Böylesi ortamlar, çocuklara ahlaki gelişim açısından yaşantı zenginliği yarattığı gibi, eleştirel düşünme becerilerini geliştirme açısından bilişsel gelişimlerini hızlandırıcı etki yapabilmekte, akranları karşısında konuşma, görüş farklılıklarını fark etme, görüşünü savunma, ikna etme-edilme gibi deneyimlerle de psiko-sosyal gelişimi olumlu olarak etkileme potansiyeline sahiptir.
Kohlberg ve
Ahlaki Gelişim Kuramı.
Kohlberg Ahlak
Gelişimi Kuramı’nı Piaget’nin Bilişsel Gelişim Kuramı’na dayalı olarak
geliştirmiştir (Windmiller, 1973). Kohlberg, kuramında ahlaki gelişimin
düzeyinin kişilerin
değerlendirmelerinden yola çıkarak yapılabileceğini öne sürmektedir. Bu amaçla,
kişiler karşılaştıkları örnek olaylardaki kişilerin davranışlarını değerlendirmektedirler.
Hangi ahlaki düzeyde olduklarını belirleyen şey; doğru veya yanlış yanıtı
bulmak değildir. Kişilerden, bir davranışı doğru veya yanlış olarak değerlendirme
sırasında, gerekçelerini belirtmeleri, neden o davranışı doğru veya yanlış olarak
gördükleri konusundaki değerlendirmeler yapmaları istenmektedir. İşte bu
gerekçeler ve açıklamalar, kişilerin hangi ahlaki dönemde olduğunun işaretleri sayılmaktadır.
Kohlberg’in
geliştirdiği ölçme araçlarında sunulan olaylar öylesine kurgulanmaktadır ki, örnek
olaydaki kişilerle ilgili yorum yapması beklenen kişiler, karar verirken geçici
bir zorlanma yaşamaktadırlar. Kohlberg’in ahlaki ikilem olarak isimlendirdiği
bu araçlar, kişilerin aynı zamanda ahlaki anlamda gelişmeleri için de işlev sahibidir
(Sprinthall, ve Sprinthall, 1990).
Kohlberg’in
kuramına göre ahlaki gelişimin aşamaları-evreleri bütün kültürlerde aynı sırayı
izleyen evrensel özellikler taşır. Ahlak gelişimi de, bilişsel gelişim gibi olgunlaşmayla
yakından ilgilidir. Yaş, bireyin bilişsel anlamda hazır olmasını ve yeterince
olgunlaşmasını belirlemede bir araç olmakla birlikte, tek başına ahlak gelişimini
belirleyen bir unsur değildir. Kohlberg’in kuramında da Piaget’nin kuramı nda olduğu
gibi, zeka değerlendirilen sosyal davranışların arka planında yer alan önemli bir
kavramdır.
Birey, bilişsel
gelişimine paralel olarak üst düzeylere çıktıkça, giderek daha karmaşık, daha
çok boyutlu, yani daha üst düzeyde ahlaki yargılarda bulunur. İlk başlardaki
değerlendirmesi sınırlı veriye ve dar bir bakış açısına dayalı iken, giderek kapsamlı
değerlendirmeler yapabilir hale gelir. İnsanoğlu, yaşamın ilk yıllarında ve okulöncesi
çağda ilkel ve tek bir boyutu dikkate alan ahlaki yargılarda bulunurken, ergenlik
döneminde toplumda baskın olan ahlaki düşünme düzeyine erişir.
Ergenlik çağındaki bir gencin sosyal kuralları anlama biçimi gelişimsel olarak değişebilir ve
genç yetişkinlerin düzeyine erişilebilir. Bu, akranları ile kurduğu etkileşimle ve
gelişmiş rol alma etkinlikleri ile kısmen başarılabilir. Rol alma, ergene diğer insanın
bakış açısını alma, dünyaya onun açısından bakabilmeşansı verir (Çileli, 1986).
Kohlberg, bilişsel
yeterliliğin yükselmesiyle birlikte, bireylerin gittikçe daha karmaşık ve
incelikli ahlaki konuları anlayabildiklerini belirtmektedir. Bireyler ahlaki düşüncenin en
yüksek evresinden tepkileri, bilişsel gelişim açısından soyut işlemler düzeyine eriştiklerinde
sergileyebilirler.
Kohlberg’e Göre
Ahlaki Gelişim Dönemleri.
Kohlberg’in
kuramında ahlak gelişimi, üç büyük düzey ve bunların içinde alt evrelerden oluşmaktadır.
Bu kurama göre kişinin içinde bulunduğu düzey; bir sorunla karşılaştığında
bulduğu çözümle veya sergilediği davranış ile değil de, çözüme varırken veya o
davranışa yönelirken başvurduğu ahlaki akıl yürütme sürecine göre belirlenmektedir
(Worthman, Loftus, & Weaver, 1999).
Ahlaki
ikilemler: İstekler veya
gereksinimlerle, uyulması beklenen
kurallar arasında
çatışmanın
hissedilmesidir.
Örneğin çok yoksul ve
çaresiz olan bir kişinin,
geçmişte çok ciddi çatışmalar
yaşadığı, hatta nefret ettiği
birinin maddi destek
önerisiyle karşılaşması
gibi.
Kohlberg ahlak
gelişimini içeren kuramını, içinde pek çok ülkenin yer aldığı araştırmalara
dayalı olarak geliştirmiştir (Worthman, Loftus, Weaver, 1999). Önceleri kuramda üç
büyük düzey ve bunların içinde ikişer alt evre varken, daha sonraki araştırmalarında
son düzeyin içinde bir alt evre olması biçiminde bir değişiklik yapmıştır.
Kuramda söz edilen düzeyler ve alt evreler Tablo 13.1’de verilmiş (Çileli, 1986;
Gander & Gardiner, 1995) ve açıklamaları aşağıda sunulmuştur:
Kohlberg’in Ahlaki Gelişim Dönemleri
Düzey Evreler.
I. Gelenek
Öncesi Düzey
1. Evre:
Bağımlı Ahlak
2. Evre:
Bireyselcilik ve Çıkara Dayalı Alışveriş
II. Geleneksel
Düzey
3. Evre:
Karşılıklı Kişiler Arası Beklentiler, Bağlılık ve Kişiler Arası Uyma
4. Evre:
Toplumsal Sistem ve Vicdan
III: Gelenek
Sonrası Düzey
5. Evre:
Toplumsal Sözleşme Yararlılık ve Bireysel Haklar
6. Evre:
Evrensel Ahlak İlkeleri
1. Gelenek
Öncesi Düzey
Kuramın en alt
basamağını oluşturan bu düzey 1. ve 2. evreleri kapsar ve burada bireyin kendi
ihtiyaçları ön plandadır, benmerkezci bakış açısıbaskındır. Çocuğun iyi ve kötü,
doğru ve yanlış kavramlaştırmaları, eylemlerin Fiziksel sonuçlarına göre belirlenir. Bu
düzeyde belli davranışlar için ödül veya ceza, otoritenin gücü belirleyicidir. Bu düzeyde
kapsanan evrelerden;
Birinci evrede eylemin Fiziksel sonuçları, bu eylemin iyiliği veya kötülüğünü tam olarak
belirler. Cezadan kaçınma, otoriteye sorgulamaksızın uyma söz konusudur. Bilişsel
yeterliklerin diğer insanların açısından olaylara bakmaya, olayların, durumların ve
davranışların psikolojik etkilerini yordamaya fırsat verecek kadar gelişmediği bir
evredir (Sprinthall & Sprinthall, 1990).
İkinci evrede ise eylemler eğer kişiyi tatmin ediyorsa, yarar getiriyorsa doğru olarak değerlendirilir. Somut bireyci bir anlayış egemendir. Kişi için doğru olan, kendisinin ve çevresinin gereksinimlerini karşılamaktır. Kişi kendi çıkar ve gereksinimlerini karşılamaya odaklıdır. Başkaları için bir şeyler yapması, ancak denk düzeyde karşılık bulacağı durumlarda söz konusudur. Her kültürde bu evreye özgü ahlaki yargıları yansıtan pek çok atasözü bulmak olasıdır. Örneğin“Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez.” gibi...
Geleneksel
öncesi düzeyin evreleri incelendiğinde, ilk evrede ahlaki yargılama açısından
benmerkezliliğin doğurduğu bir sınırlılık varken, ikinci evrede benmerkezliliğin haŞşemesine
karşılık, bireyin bilinçli olarak kendi açısından olaylara bakma çabası
dikkat çekmektedir.
2. Geleneksel
Düzey.
Bu düzeyde
birey, başkalarını da dikkate alır, kabul edilmişsosyal kurallar ve diğer insanların
beklentilerini karşılama, eylemin var olan Fiziksel sonuçlarına göre ön plandadır.
Bu düzeyde çocuk diğer insanların beklentileri ile tutarlı biçimde davranmakla
kalmaz, diğer insanların kuralları ile bütünleşir, kurallara sahiplenir ve onların
yargılarına saygı duyar. Bu düzey de iki alt evreyi kapsar: Üçüncü ve dördüncü
evreler.
Üçüncü evrede birey bilişsel anlamda daha gelişmiş bir durumdadır. Ahlaki yargılar
oluştururken çevresini de dikkate alır. Özellikle bu evrede anne, baba, evlat, eş, akrabalar
gibi yakın çevrenin beklentilerine karşılık verme, onlar tarafından onaylanma
ihtiyacı ve çabası belirleyicidir. Bireyde “iyi çocuk”,“iyi anne-baba”,
“iyi eş” olma
çabası, ahlaki davranış olarak ortaya çıkar. Birey, neyin iyi veya kötü olduğuna
ilişkin kültürel kalıp yargılara boyun eğebilir. Ancak diğer insanların davranışlarını
niyetlerine göre muhakeme etmeye de başlar (Çileli, 1986).
Dördüncü evrede
toplumsal sistemin korunması, topluma karşı
sorumluluklar ahlaki
yargıları belirler. “doğru” davranış bir kişinin görevini yapması, otoriteye saygı
göstermesi ve sosyal kuralları koruması olarak tanımlanır. Birinci evreyle
karşı laştırıldığında
dördüncü evre yönelimi, oldukça gelişmiş ahlaki yargıları içerir. Birinci evrede
davranışı, ilgili ceza veya ödülün belirlemesi söz konusu iken, dördüncü evrede ahlaki
kurala saygı belirleyici etmendir. Bu düzeyde birey diğer insanların hakları
olduğunu da anlayabilir. Bu düzeyden ahlaki tepki gösterebilmek için empatik
becerilerin gelişmiş olması gerekmektedir (Sprinthall&Sprinthall, 1990).
Geleneksel
düzeyin 3. ve 4. evreleri arasındaki önemli fark; 3. evrede bireyin tanıdığı,
bildiği insanları ve onların değerlerini referans alırken, 4. evrede tanımadığı ama aynı
toplumu oluşturduğunu bildiği kişileri dikkate almasıdır. Bu aşamaya kadar olan
evreleri dikkate aldığımızda, evrelerin giderek büyüyen halkalar gibi, bilişsel
anlamda da daha gelişmişliği yansıttığını söyleyebiliriz. Kohlberg, Piaget’nin her bireyin
soyut işlemler dönemine çıkamayacağı bilgisine paralel olarak, Kohlberg de
insanların büyük bir kısmının geleneksel düzeyden ahlaki yargılarda bulunduklarını,
gelenek sonrası düzeye çok sınırlı sayıda insanın çıkabildiğine dikkat çekmektedir
(Charles, 2003).
3. Gelenek
Sonrası Düzey.
Bu düzeyde
ahlaki değerler ve ilkeler adil standartlar veya haklara dayalı olarak tanımlanır.
Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Kuramı’nın en üst aşaması olan bu düzeyde toplumsal olarak
kabul edilmiş bir çok ölçütteki uyuşmazlık ve çelişki fark edilebilir. Bu evrede ahlak
ve ahlaki davranış; otoritelerden, otoriteye boyun eğmekten veya yasalara
uymaktan farklı bir biçimde ve çok daha karmaşık biçimde tanımlanır. Birey
yasaların ve işlevlerinin farkındadır ancak, yasaların akılcı temellere
dayanmasını ve değişen
sosyal durumlara uyma özelliğini de arar. Temel anahtar kavramlar;
adalet, insan hakları, yaşamın kutsallığı gibi evrensel ilkelerdir. Ahlak gelişiminin bu
aşamasında bireyler, yasaların veya yakın çevrelerinin kendilerinden beklentileri
yönünde değil de, kendi mantıkları ve vicdanları doğrultusunda hareket ederler
(Worthmanet ve diğ., 1999). Ölçütleri ne ödül, ne de cezadır. Ölçütleri insan yaşamının
kutsallığı, onur, özgürlük gibi evrensel erdemlerdir. Bu düzeyden tepki verirken
bireyler, yasal dayanakları arama çabasına girmedikleri gibi, kimi zaman
çeliştiğinde, evrensel değerleri koruma pahasına, yasalara aykırı da davranabilmektedirler.
Kohlberg’in
Ahlak Gelişimi Kuramı’nı anlamayı kolaylaştırmak için bir örnek geliştirelim ve
bu örneği her bir gelişim düzeyi için irdeleyelim: Sekiz yaşındaki Bircan,
ilköğretim üçüncü sınıf öğrencisidir. Bayram tatilinde akrabalarının kendisine verdikleri
bayram harçlıklarını harcamayıp, T.C. Mehmetçik Vakfına bağışlamıştır. Sizce
Bircan, Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Kuramı’na göre hangi düzeydedir? Eğer,
duraklamaksızın, başka bir bilgi araştırmaksızın, “En üst düzey, gelenek
sonrası, 6. evre!”
diyorsanız yanıtınız yanlış olacaktır!
Bu ünitenin
başında, Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Kuramı’yla ilgili olarak, düzey belirlenirken
kişilerin, gerekçelerinin, neden o davranışı doğru veya yanlış olarak gördükleri
konusundaki değerlendirmelerinin dikkate alındığı vurgulanmıştı. Bu bilgiye dayalı
olarak, Bircan’a neden böyle bir harekette bulunduğunu soralım. Verdiği
yanıtlara göre ahlaki yargının düzeyinin nasıl değiştiği görülecektir:
Bircan: “Ne yapayım, öğretmenim benden böyle davranmamı istedi, yapmasaydım, kimbilir nasıl bir cezayla kaşılaşacaktım.”diyorsa gelenek öncesi düzey, 1.evreye özgü bir tepki geliştirmiş olmaktadır.
Bircan: “Böyle
davranırsam, çok daha fazla para ile ödüllendirileceğimi düşündüm.” diyorsa gelenek
öncesi düzey, 2. evreye özgü bir tepki geliştirmiş olmaktadır.
Bircan: “Böyle
davranarak, anne babamın benimle gurur duyacağını düşündüm.” diyorsa
geleneksel düzey, 3. evreye özgü bir tepki geliştirmiş olmaktadır.
Bircan: “O
insanlar bizim için canlarını verdiler, biz de bu ülkenin geleceği için, şehitlerimizin
ailelerine destek olmalıyız.”diyorsa geleneksel düzey, 4. evreye özgü bir tepki
geliştirmiş olmaktadır.
Bircan: “Dini,
cinsiyeti, ırkı ne olursa olsun, zorda olan insanlara yardım edebilmesi, bir toplumsal
görevdir.” diyorsa gelenek sonrası düzey, 5. evreye özgü bir tepki geliştirmiş
olmaktadır.
Bircan:
“İnsanların hayatta kalmak, onuru ile yaşamak haklarıdır. Sadece bu ülkede değil, dünyanın
başka bir yerinde de yaşıyor olsalar bu hakka sahipler.” diyorsa gelenek sonrası
düzey, 6. evreye özgü bir tepki geliştirmiş olmaktadır.
Yukarıdaki
örnekte görüldüğü gibi, sergilenen davranış ilk bakışta ahlaki olarak doğruyu
yansıtabilir. Bir kişinin bir başkasının parasını çalmasıgibi bir yanlışı da
çağrıştırabilir. Ancak Kohlberg bu durumların ötesine geçerek, öyküye kattığı ayrıntılarla
kişilerin geçici bilişsel çatışmalar yaşamalarına ortam yaratmaktadır.
Böylece,
kişiler durumu değerlendirme biçimlerine göre belli düzeylerde yer almaktadırlar. tek bir
örnekteki yorumun, kişinin ahlaki düzeyinin belirlenmesi için yeterli
olmadığı da unutulmamalıdır. Örnekten de anlaşılacağı gibi, Kohlberg’in diğer
düzeylerindeki evreleri arasındaki farklar çok belirgin iken, en üst düzeyi
olan gelenek sonrası
düzeydeki iki evre arasında çok belirgin olmayan farklar söz konusudur.Nitekim, Kohlberg de, geliştirdiği kuramla ilgili çalışmalarının devamında gelenek sonrası düzeyin tek evreli olarak da düşünülebileceğini belirtmiştir (Sprinthall; Sprinthall, 1990).
AHLAK EĞİTİMİ.
Ahlak eğitimi
gerek anne ve babalar, gerekse öğretmenlerin çocukluğun çok erken yıllarından
itibaren verilmesine inandıkları bir seri öğretiyi içermektedir. Çocuğa doğruyu ve
iyiyi ve dolayısıyla doğru davranmayı öğretmek olarak genelde anlaşılan
bilgiler topluluğu farklı biçimlerde verilebilmektedir. İçinde yaşanılan kültürün
özelliklerine göre çocuğa “doğru/yanlış” davranış ayrımının öğretilmesinde temel alınan
dayanak değişebilmektedir. Bazı kültürlerde korku, suçluluk ve utanma
duyguları dayanak olabildiği gibi, bazılarında da bireysellik, özerklik ve akılcılık
ağırlık kazanmaktadır.
Korku, suçluluk
ve utanma duygularını temel alarak verilen ahlak eğitimi, çocukların ilerleyen
yıllarda yetişkin olduklarında boyun eğme davranışları geliştirme, edilgen olma
özelliklerini beslemektedir. Bunun alternatif, çocuğu tamamen serbest
bırakmak, hiçbir kural koymamak da değildir. Alternatif yaklaşım; çocuğa rehberlik eden
yetişkinin çocukta aşırı suçluluk yaratmayacak dozda bilgiler sunmasıdır. Çocuk, bir
tehdit ve korkutucu bir varlığın gücünü hissetmeksizin, önce içinde
yetiştiği küçük grubun, giderek büyüyen sosyal çevresinin içinde
toplumsallaşabilmelidir.
Çocuğa verilen
ahlak eğitiminden sadece geleneklere uygun davranmayı, önceki kuşakların
değer ve davranış biçimini sonraki nesillere aktararak öğretmeyi anlıyorsak,
otorite, baskı ve ceza kavramları öne geçecektir. Bu durumda öğreti ahlak
eğitiminden çıkıp, “ahlak dersine” dönüşecektir. Ders olarak ele alındığında klasik öğretim
anlayışı ile bakıldığında, öğrencinin sorgulaması beklenmeksizin bilgiler
demetini alıp, kendine mal etmesi hedeflenmektedir. Oysa çağdaş bakış açısıyla ahlak
eğitimi kişilerin özgür iradelerini kullanarak, başkalarını ve kendini dikkate alan,
kendine ve başkalarına saygı geliştirebilen, değerlerini salt içinde bulunduğu küçük
gruba değil, evrensel ögeler içeren bir temele dayalı olarak oluşturabilen bireylerin
geliştirilme süreci olarak görülebilir.
Piaget ahlak
eğitiminin özerklik ve karşılıklılık olmak üzere iki anahtar kavramını
vurgulamaktadır. Özerklikle bireyin bağımsızlığı vurgulanırken, karşılıklılık ile kişinin
kendini merkez almaması, başkalarını da dikkate almasını içermektedir.
Piaget’ye göre
bu iki kavram çocuğun otorite baskısını hissetmediği, yaşamı, ilişkileri ve kendini
sorgulayabildiği, irdeleyebildiği ortamlarda insancıl değerlerin kazanılmasını
sağlayabilmektedir (Charles, 2003).Geleneksel eğitim ve öğretim ortamında, kuralları ve süreci öğretmen belirler, çocuktan beklenenler ise otoriteye ve getirdiği kurallara uymadır. Öğretmenden öğrenciye doğru tek yönlü bilgi akışının olduğu böylesi bir ortamda hedeflenen sağlıklı ahlaki gelişimdense, ahlaklı davranışların sergilenmesidir. Ahlak gelişiminde sağlıklı biçimde ilerleme, ahlaklı davranışların ürün olarak ortaya çıkmasına neden olabilir, ancak sergilenen her ahlaklı davranış sağlıklı bir ahlak gelişiminin işareti de olmayabilir. Çünkü kimi ahlaki davranışlar içselleştirilmemiş olmalarına karşın, toplum tarafından onaylanmama, cezalandırılma vb nedenlerle anlık olarak sergileniliyor olabilir.
Oysa çağdaş
eğitim anlayışında çocuğun bilişsel, duygusal ve davranışsal yönleri ile bütün
olduğu gerçeği kabul edilmekte ve öğretim ortamında görev alan tüm öğretmenlerin
çocuğun kişilik ve toplumsal gelişiminden sorumlu olduğu vurgulanmaktadır. Bu
anlayışta okuldaki bir matematik öğretmeni de, bir psikolojik danışman (rehber
öğretmen) kadar çocuğun kişilik gelişimine katkıda bulunma gibi bir sorumluluğu
almaktadır. Kişiliğin ve toplumsal gelişimin dikkate alındığı bir eğitim
anlayışında eğitim ortamı, öğrencinin diğer öğrencilerle ve öğretmenleri ile
sağlıklı
iletişim kurabildiği, farklı görüşlerin paylaşılabildiği, özgür tartışmalar
yapabildiği bir ortamdır. Bu anlayışta okulun ve öğretmenlerin görevleri, salt
var olan kültürel ögeleri aktarmak olmayıp, değişen, gelişen yaşam koşullarının
gereklerine cevap verecek, yeni değerlerin oluşumuna fırsat verici bir ortam
yaratmaktır.
Kohlberg’in
ahlak gelişimi kuramında önerilen ahlak eğitimi görüşü (Charles, 2003) de çağdaş
eğitim anlayışı ile örtüşmektedir. Ahlak dersi başlığınıtaşıyan ayrı bir ders
olmaksızın, öğrenciler yurttaşlık, tarih veya edebiyat gibi derslerde ahlaki ikilemler
yaşayarak, tartışmalara katılarak bir üst ahlaki düzeye çıkma yönünde uyarılırlar. Bu
tartışmaların işlevini yerine getirebilmesi için, tartışmaya açılan konunun
çocukların bilişsel gelişim düzeyine uygun olması, içinde bulundukları ahlaki düzeyin
de biraz ilerisinde olması gerekmektedir. Sosyal çevrelerindeki ahlaki
değerler,
çocukların beklenti ve yorumları için belirleyicidir. Çocukların bir üst ahlaki düzeye
çıkabilmeleri için uyarıcı almaya gereksinimleri vardır. Söz konusu uyarıcılar
gerçek yaşam olayları veya hipotetik durumlar yaratılarak, tartışma ortamlarıoluşturarak sağlanır. Çocuklara yüz yüze gelmedikleri, hiç tanımadıkları ama aynı toplumu paylaştıkları diğer insanları da dikkate almalarınıgerektiren ortamlar yaratılması, geleneksel düzeyin bir sonraki evresine çıkmalarıiçin bir davet gibidir.
Ahlak
gelişiminde daha üst düzeye çıkma sürecini Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı’ndaki
temel kavramlarla şöyle açıklamak olası; o güne kadar geliştirmiş olduğu değerler
sistemi ile yetinen, görece bir “denge durumunda” olan çocuğa, yeni uyarıcılar
verilerek “geçici bir dengesizlik” durumu yaratılmakta, çocuk bu ara evrede tekrar
“dengeleme” yapma ihtiyacı duymaktadır. Ancak uyarıcılar bir üst evreden olduğu
için o güne değin edindiği bilgiler ve geliştirdiği kurallar demeti çocuğun eski
denge durumuna geçişine yetmeyecektir. Bu durumda“özümleme” ve “uyma”
mekanizmalarını kullanarak yeni “bilişsel yapılar” oluşturacak ve böylece yeni “şema”lar
geliştirme ihtiyacı duyacaktır. Bu süreç de onu bir üst evreye götürecektir.
Ana-babaların
veya diğer yetişkinlerin kuralları ve denetimlerinin baskın olduğu, çocuklardan
sadece itaat beklenen çocuk yetiştirme yöntemleri, onların Piaget’nin “Dışa Bağlı Dönem”,
Kohlberg’in “Gelenek Öncesi Düzey” ine özgü özellikleri yaygın olarak
göstermelerine yol açacaktır. İşlevsel ve çağdaş bir ahlak eğitiminde, disiplin
yaratma amacı, çocukların kişilik gelişimini sağlama amacının önüne geçmez.
Çocuklarda özdisiplini, diğer bir deyişle kendi kendini yönlendirebilme yetisini
geliştirmek amaçtır. Önceki kültürel birikimin yeni nesillere aktarılması ve devamının
sağlanmasında güncelleştirme esastır. Bir önceki nesle ait değerlerin
değişime uğramaksızın bir sonraki nesle aktarılması amacının gerçek dışı olduğu ve
değişimin kaçınılmazlığı gerçeği kabul edilir.
Çocuğun “doğru
ve yanlış” kavramlarını oluşturması ve bunu davranışları,düşünsel ve duygusal
tepkileri ile yansıtması sürecinde, öncelikle yakın çevresinin, giderek içinde
yaşadığı toplumun şekillendirici etkileri vardır. Çocuğun toplumsallaşması sürecinde
benimsenen çocuk yetiştirme yöntemleri ve bu yöntemlerin uzantıları
olarak kullanılan ödül ve ceza uygulamaları olumlu ve olumsuz etkilere sahiptir.
Bunlardan ödül; çocuğun istendik davranışlarının sayısınıve sürekliliğini sağlamak
amacıyla kullanılır. Beklenen, ancak nadiren sergilenen bir davranışın ardından
verilen ödülle yetişkin çocuğa o davranışı gözlemekten duyduğu hoşnutluğu yansıtırken,
az sergilenen veya hiç sergilenmeyen diğer davranışlar için de çocuğu
cesaretlendirme-güdüleme çabasına girmektedir. Ödülün davranışı
şekillendirmedeki işlevi
yadsınamaz. Ancak yetişkinler ödül verdiklerini sanırken“rüşvet” veriyorlarsa
veya her kazandırılması planlanan davranış için yetişkin ile çocuk arasında
“pazarlık” oluyorsa veya çocuk için bir davranışı yapmak değil de, ilgili ödülü kazanmak
bir hedef haline gelmişse veya ödül verme işlemi ve verilen ödülün çocuk açısından
“değeri” yeterince irdelenmeden kullanılıyorsa bu mekanizma asıl işlevini
yerine getirmeyecektir. Ahlaki
değerlerin oluşumu süreci uzun yıllar alan kısmen bilinçli, kısmen de farkında
olmadan gerçekleşen öğrenmelerle gerçekleşir. Çocuğa bazı erdemlerden söz ederken,
söyledikleri ile uyuşmayan davranışlar sergileyen anne-babalar, öğretmenler ve
diğer yetişkinler bu sürecin sağlıklı bir şekilde oluşmasını bozucu etki yaratırlar.
Örneğin yalan söylemenin yanlışlığını vurgulayan ebeveynler zorda kaldıklarında
çocuklarının yanında yalan söylediklerinde, önerileriyle değil, yaptıklarıyla
çocuklarına model olacaklardır.
Çocukların
gelişim özellikleri dikkate alınarak, farklı ortamlar yaratılarak ahlaki gelişimlerine
katkıda bulunmak olasıdır. Bunun için çok özel ortamlar da olması gerekmemektedir.
Örneğin okulöncesi çağdaki bir çocuğu ele alalım. Kendilerine
misafir gelen
akranıyla oyun oynarken, büyük bir olasılıkla her ikisinin de benmerkezci dönemde
olmasının bir yansıması olarak, oyuncak paylaşımı sırasında çatışma olacaktır.
Yetişkinler, böylesi bir durumu çözülmesi gereken bir sorun olarak değil de ahlaki
gelişimi besleyebilecek bir fırsat olarak görebilirler. Durumu, sorunolarak ele alan ebeveynler, derhal çatışmayı çözmek veya çocuklarıanlaşmaya davet etmek veya zorlamak gibi amaçlarla çeşitli mesajlar düzenlerler:“Hadi bakayım, sen ev sahibisin oyuncağını arkadaşına ver, sen yarın yine oynayabilirsin.”,
“Eğer gürültüyü hemen kesmezseniz ikiniz de o oyuncakla oynayamayacaksınız.”, “Hadi bırakın onu, gelin, ben size pasta vereyim.” v.b...
Görüldüğü gibi,
bu müdahalelerin hiçbiri, çocuğun ne sorun çözme becerisine, ne de ahlaki
gelişimine katkı sağlamayan girişimlerdir. Ancak kısa vadede “sorunu çözdüğü!” için
ebeveynler tarafından tercih edilmekte ve hatta eşitlendirilmektedir.
Böylesi
yaklaşımların çocuklar üzerindeki bir başka olumsuz etkisi de söz konusudur: Çocuklar bu
yaklaşımlarla “Sorunlarla karşılaştığında sen bunu çözemezsin, bir yetişkinden
yardım al.” türevi mesajlar alabilmektedirler. Oysa yetişkinler, böylesi
durumlarla karşılaştıklarında, öncelikle bir süre çocukların kendi aralarında uzlaşmaları
veya anlaşmalarına fırsat vermeli, sonuç alamadıklarını gözlediklerinde, gerekirse
devreye girmelidirler. Bu durumdaki müdahale de, çocuklara birbirlerini anlamalarına
ortam yaratacak bazı sorular sormak, soruları yanıtlamalarına fırsat
vermek, her bir yanıta ilişkin diğer çocuğun yorum getirmesine ortam yaratmak, bu arada çocukların
kendi aralarında iletişimlerinin devam etmesine rehberlik etmeyi
içermelidir.Bu tarzı yukarıdaki örneğe dayalı olarak örnekleyebiliriz:
Yetişkin: Bir
dakika beni dinler misiniz? Galiba ikiniz de aynı oyuncakla oynamak istiyorsunuz.
Aylin: Ama o benim
oyuncağım!Yetişkin: Şimdi oynaması için oyuncağını arkadaşına verince onun mu olacak, evine mi götürecek?
Aylin: Ben (oyuncağı göstererek) bunu çok seviyorum, ya götürürse?
Berk: Ama ben burada sadece birazcık oynamak istemiştim!!
Yetişkin: (Çocuk Aylin’e yönelerek) Ne diyorsun Berk’in bu dediğine?
Aylin: Ama ya götürürse?
Yetişkin: Berk, asıl isteğinin burada biraz oynamak olduğunu söylüyor. Sen böyle davrandığın için sence Berk ne hissediyordur?
Aylin: Eee, biraz bana kızmıştır...
Yetişkin: Berk? (soran bir ifadeyle)
Berk: (Kırgın bir ifadeyle) Hem kızdım, hem de küstüm, ben onunla oynamak için geldim bu akşam.
Yetişkin: Sen ne diyorsun bu işe Aylin?
Aylin: Ben seni üzmek istememiştim, (oyuncağıuzatıp) al, ama bak dikkatli oynayacaksın tamam mı?
Berk: Tabi, ben de bunun başka modeli var, sen bize geldiğinde de onunla oynarsın.
Yetişkin: Anlaşma oldu galiba? (Çocuklardan onay alır.) Bu anlaşmazlığı çözdüğünüz için ikinize de teşekkür ederim. Ben arkadaşlarımın yanına gidiyorum, ama yine bir problem olduğunda sizin çözeceğinize inanabilir miyim?
Çocuklar: Evet, evet hadi sen git.
Yukarıdaki
örnek, tek bir ideal formül olmayıp, böylesi durumlarda gösterilebilecek çok
sayıda tepkiden biridir. Görüldüğü gibi, yetişkinin böylesi bir tarz
geliştirmesi hem biraz zamanı, hem biraz çabayı gerektirmektedir. Örnekteki
yetişkin, müdahalesinin başında bu yaş grubunun gelişimsel özellikleri
hakkındaki bilgisine Aylin’le kurduğu empati sonucu elde ettiği verilere
ekleyerek bir giriş yapmıştır. Bu tahmin her zaman gerçek hayattaki durum ile
örtüşmeyebilir. Ama bu sorun olmaz, eğer tahmininiz tutmuyorsa, yeni bir
tahminde bulunabilir veya çok daha sağlıklısı,
çocuklara olayı anlattırarak bilgi toplayabilirsiniz. Örnekteki yetişkin, girişimleriyle iki
çocuk arasındaki iletişimin güçlenmesine aracılık etmiştir. Sorusuyla, odağı
oyuncak paylaşımından duygulara çekmiştir. Bu tavır bu dönemdeki çocukların
vicdan gelişimi açısından anlamlı bir girişimdir. Bu örnekte yetişkin, farklı
bir yaklaşımla diyaloğun sonunda bir çocuğun diğerinden özür dilemesi, diğerinin de buna
teşekkür etmesine yol gösterme gibi bir rol de üstlenebilirdi. Bu müdahale de
okulöncesi yaştaki çocukların gelişim görevleri açısından uygun olabilirdi.
Ama buradaki
yetişkin, çabaları için çocuklara teşekkür ederek model olma yolunu seçmiş
görünmektedir. Bu tarz da, özellikle çocukların yetişkinlerin“ne yapılması
gerektiği” uyarısındansa “ne yaptıklarını” çok daha iyi gözleyip
içselleştirdikleri gerçeğiyle çok
uyumlu görünmektedir.