2 Kasım 2008 Pazar

Gürcistan

Gürcistan


Gürcistan ülkemizin kuzey doğusunda küçük bir ülke, fakat çok önemli. Son zamanlarda büyük devletler arasında aşağı yukarı siyasi soğukluğun bir nevi soğuk harbin odak noktası haline geldi. Türklerin tarihiyle çok yakından ilgili. o kadar yakından ki bazı Türk kabilelerini hazarları göz önüne alırsak 8. asır ama Selçuklu tarihinden başlarsak 10.asırdan beri Gürcistan Türk tarihiyle iç içe. o kadar ki gürcü dilini gürcü kaynaklarını tetkik etmeden sıhhatli bir Türkiye tarihinin yazmanın imkanı yok.

Niçin öyle söylüyorum, çünkü bu ülke 5. asırdan beri kendi yazısını yani dilini kağıda dökebileceği, dini ve laik edebiyatı olan ve aynı zamanda da Hıristiyanlık aleminin Habeşistan ve Ermenistan'la birlikte en eski devletlerinden biri. Daha da ilginci 8.asırdan beri halkının bir kısmının İslamlaşması bugünün Kafkasya'sını daha karışık ama kültür ve milli bakımdan son derece yeknesak bir ülke haline getiriyor. Kim ne derse desin hem kuzey hem güney Kafkasya'nın çok ilginç kültürel noktası. Sadece Kafkas milletlerinin değil civarda ki bir çok ulusların bile tarihinde önemli yeri olan bir ülke. Milattan önce 6000'den itibaren Kabataş veya paleolitik devri dediğimiz kalıntıları var. Ama Kolhit bölgesi Gürcistan'ın tarih öncesi kalıntılarının bulunduğu yer ve bu dönemde yine eski yunan kaynaklarına geçmiş. Kolki diye bahsettikleri yunan coğrafyalarının bildiğimiz Gürcüler. Gürcüce çok ayrı bir dil grubu. Kafkasya'da ne bugünkü komşuları Osetler gibi İndo-Avrupa ne de bugünkü yan komşusu Abhazyalılar gibi Çerkezya dil grubuna benzemeyen apayrı bir dil. Aşağı yukarı 5 sesli harf ve 28 sessiz harfle yazılıyor. Bazı Kafkas dillerinin başkalarının öğrenme şansı yok. Ama gürcüce öğle değil. Bu yüzden de edebiyatı yabancıların ilgisini çekmiş ve o canlı hayat 19.yüzyıldan beri Rusya edebiyatını da çok etkilemiş.

Büyük şair Lermentov eğer Gürcistan ve Kafkasya olmasa olmazdı. Çok genç yaşta düello da giden bu şairin dizilerinde ve hikayelerinde Kafkasya ve bilhassa Gürcistan ebedileşmiştir. Aynı şey Puşkin için söylemek mümkündür. Aynı şey büyük yazar Tolstoy'un gezi notları için söylemek mümkündür. Şurasını unutmayalım Gürcistan bütün büyük milletlerin edebiyatında ve tarihinde adı geçen bir ulus. Bu Kafkas büyük dağların güneyinde yer alan bizim maveray Kafkas dediğimiz güney Kafkasya'nın bir parçası. İklimi son derece ilginç. Mutedil ılıman bir Akdeniz ikliminden Karadeniz'de bulunmasına rağmen kara iklimine kadar gidiyor. Sıra sıra dağlar o ülkeyi bölmüş. Batıda, doğuda ve ortasında Kaheti, Kartvelli ve İmareti dediğimiz bölgelere o ülkenin ortasında geçen Kür nehrinin kollarının ayırdığı bölgeler. Burada gürcü dillinin muhtelif lehçeleri de var. Mesela megrilli dediğimiz lehçe bizim Kuzeydoğu Anadolu'muzda konuşulan Lazlar dediğimiz grubun konuştuğu dille hemen hemen aynı. Mesheti dediğimiz grubun konuştuğu lehçeye gene doğuda rastlamak mümkün. Bu bir yakınlık doğuruyor, hiç şüphesiz ki ve Acaristan bölgesinde Müslüman gürcüler Mesketya da kısmen öğleleri, fakat unutmayalım ki Gürcistan Ortodoks aleminin çok önemli parçası. Yani doğu kilisesinin çok önemli bir parçası. Bu dine çok laik yaklaşılıyor.

Gürcistan esasta laik bir ülke, fakat din etrafında çok ilginç kültürel bir yapı gelişmiş. Gürcistan'ı bütün ananeleriyle bütün yaşam tarzıyla oluşturan onun Müslümanlık ve Hıristiyanlıktan önceki hayatı. Ve o kadar ki 18. ve 19.asırdaki modernleşme döneminde de bu eski kültür devam etmiş. 10.cu asra kadar Gürcistan muhtelif kabilelerin muhtelif boyların hakimiyeti altında. Onu ilk defa birleştirenler Bagratlı sülalesi. Bagratik hanedanı hem Ermenistan hem Gürcistan'da hükmetmiştir. Fakat asıl önemlisi büyük Kral David'in torunu olan Tamar. Kraliçe Tamar Gürcistan'ın Hıristiyanlığını tamamlayan bir hükümdar. Gürcü edebiyatını ve idare sistemini kuran biri. Onun zamanında Gürcistan Karadeniz kıyılarından hatta bizim Doğu Karadeniz'den Kars'ı da içeren ta Şekiye ve Hazar denizine uzanan Kafkasya'nın en büyük devletiydi. Parlak bir dönemdi. Ticaret yollarının üzerindeydi. Gürcüce yazılı edebiyatının en parlak zamanını yaşıyordu. Yani klasik devrini. O ne demektir sonraki dönemlerde bu dil zaman zaman kullanılmasa hatta yabancı hakimiyeti dolayısıyla okul programlarında çıkarılsa dahi, her zaman için insanların öğreneceği, beyinlerinde ve zihinlerinde yaşatacağı bir edebiyatın yaratılması demek. İşte Kraliçe Tamar'ın zamanında Şota Rustaveli gibi büyük bir şair var. Dizileri Gürcüce bilmeyenleri bile etkiliyor. Başka milletlerin dilinde Şota Rustaveli terennüm edenler var. Onun son derece stratejik ve filozofik yaklaşımı arkasında çok kültürel bir mirasın yattığını gösteriyor. Doğrudur Gürcistan demek sadece Gürcistan değildir. İran ülkesinden etkilenmiştir, Helen dünyasından etkilenmiştir ve muhakkak Ortaçağın Gürcüleri başka milletlerin edebiyatlarını da tanıyıp çeviriyorlardı. Özellikle İslamiyet'in ilk devirlerinden itibaren Gürcistan'da Müslüman hakimiyeti de görülür.Koyu bir hakimiyet değildir. Ama burada artık Müslümanlar oturur ve toplumu etkilemeye başlamışlardır. Buna rağmen eski yapıda direnmektedir. Direniş daha sonraki dönemlerde Hıristiyanlıkta kendi ifadesini bulmuştur. Türkler Anadolu'ya girdikleri zaman, Selçukiler Bagrati hanedanıyla Kraliçe Tamar'dan evvel çok mücadele ettiler. Fakat Kafkasya ve Gürcistan'a girmeleri çok zor oldu. Kraliçe Tamar'dan sonra bu hakimiyet yayılır gibi oldu ve Gürcistan, İran ile Türkler arasındaki savaşlar ikisinin rekabeti arasında kaldı. O yüzdendir ki Çaldıran savaşında yani 1514'ten sonra Yavuz Sultan Selim İran Safevilerini İran'a püskürttükten sonra Gürcistan'da Osmanlı hakimiyeti artmıştı. O kadar ki üç sancak halinde Osmanlılar Gürcistan'ı 150 sene kadar yönettiler. Bu 150 senede ne oldu? Bir kere hiç şüphesiz ki Osmanlı idaresinin gereği buradaki Musevilik ki bu Musevilik bazı gürcü devletlerin bu dini seçmelerinden ileri gelmiştir. Çünkü Museviliğin esasta misyoner faaliyetleri olmamasına rağmen 7. ve 8. asırlarda Hazarlar arasında olduğu gibi Kıpçaklar arasında Gürcistan'da da böyle bir misyoner faaliyet yürüttüğü bazı tüccarların anlaşılmaktadır. Hıristiyanlık yaşamıştır ve tabii ki Müslümanlık. Esas olarak Osmanlı idaresinde adı geçen bir takım gürcü paşaların sadarete kadar yükselenlerin çok becerikli komutanların devlet ve hatta ilim hayatına nüfuz eden gürcülerin bu dönemin ürünü olduğu açıktır. Ama 17. asırdan itibaren Kafkasya gene kendi dünyasına dönmüştür. Parçalanmış devletçikler hiç şüphesiz ki bu toplumun ve bu ülkenin bir zaafıydı. Ama şaşıracak şey aynı zamanda da bir kudretiydi. gürcüler her zaman için kendi dillerini savunmayı ve korumayı bildiler.

Nitekim 19yüzyılda bu ülke bir Rönesans yaşadı. Çok ilginç bir şekilde Avrupa edebiyatının büyük eserleri süratle Gürcüceye çevrildi. Mesela Shakspeare'in Kafkasya'daki ilk ve hatta dinlendiği zaman en güzel tercümesi Gürcistan'da yapıldı. O kadarla kalmadı felsefeye kadar giden bir merak vardı. Fransız edebiyatına yaklaşan bir merak vardı. Ve Gürcistan çok erkenden Roma Katolik kültürüyle, Germen kültürüyle tanışmış oldu. Dahası 1795'de Georgievsky Antlaşması Rusya Çar Pavel'in zamanında Gürcistan'ı otonom bir bağlı devlet haline getirdi. Ve bundan sonraki 70 yıl içinde de yavaş yavaş Gürcistan'ın kendi hiyerarşisini yerel hükümdarlarını ortadan kaldırdı. Ve Rusya Gürcistan bir mahalli idare kurdu. Bu yerel idare veya mahalli idare doğrudan doğruya Guberniya dediğimiz vilayet idaresinde Gürcistan Kafkasya'nın merkezi olmuştu ve zamanla Azerbaycan bugünkü Ermenistan ve bizim doğumuzda Kars vilayetimiz 1878'de ilhak edilince Tiflis'in merkez olduğu dünyaya bağlanmıştır. Tiflis Rusya'nın subayları, memurları ve aristokratları için en canlı bir merkezdi. İran'ın, Türklerin, Ermenilerin bir araya geldiği bu dünya Rusların hakim olmaktan çok hayran oldukları bir merkezdi. İşte genel vali Vorontsov'un zamanında Tiflis'teki Saray bugün Rustavila adını taşıyan ana bulvarının etrafındaki binalar . Henüz burada üniversite kurulmamasına rağmen, ki o üniversite ancak birinci cihan harbi müstakil Gürcistan tarafından teşkil edilecektir. Canlı kültürel hayat 19uncu yüzyılın başında Rusya'nın ünlü dram yazarı Gribayedov burada bulunduğu zaman Prens Chavchavadze'nin kızıyla evlenmiştir.Gürcüler Kafkasya'da yaşamayı Batıya en yakın olanı Fransız kültürünü en iyi taşıyan bir toplumdu. Ve bu yüzden de Rus hakimiyetinin idareciliğini hayranlığını çekiyorlardı. Tiflis bir kültürel merkez haline gelmişti. İlk Türk tiyatrosu diyebileceğimiz bir yerde Mirza Fethali Ahundzade'nin yazdığı eserler bu şehirde kaleme alınmıştır. Çünkü Ahundov tercüme bürosu şefi Baron Rose'nin yardımcısıydı Tiflis'te ki vilayet idaresinde. İlk Farsça gazete burada dünyaya gözlerini açmıştır. Ermenilerin kültürel faaliyetleri burada gitmektedir. Tabiî ki gürcülüğün ana kültürü burada sürüp gide gelmektedir. Hiç şüphesiz ki 12.asırdan beri başlayan bu sıcak çatışmalar 19cu yüzyılda Kafkasya'nın bu merkezini bir medeni ilişkiler ve giderek Çarlığa karşı bir siyasi direniş ortamı haline getirmektedir.


Sakartvielo aslında gürcülerin kendi ülkelerine verdikleri isim bu ve ülkenin tıpkı İspanyolların merkez lehçesinin Kastilya olması gibi bunlarında merkez lehçesi Kartvili dediğimiz orta Gürcistan dili fakat Gürcistan tarihi boyunca Türkler ve İranlılarla muhabere etmekten zaman zaman iç içe yaşamaktan dolayı çok önemli ölçüde kendi dil grubuyla alakası olmayan birisi İndo-Avrupa dillerinin başı sayılan Farsçadan öbürü finougrik? Türk dilleri dediğimiz grubun çok önemli bir grubu sayılan Türkçeden bir takım kelimeler almış. Ve bunları bu Türkizimleri ve bu Farsisizmleri hiç bir komplekse kapılmadan kullanan yaşatan bir dil. Çünkü bütün çevre dillere göre kendisini iyi koruyan dünyaya açılan, Ortaçağlarda bu dediklerimizden, yeni çağlardan Avrupa dillerinden ve Rus dilinden esinlenen ama aynı zamanda da onları etkileyen bir Kafkasyalı şairin söylediği gibi "Bizim ülkemizi fetheden Rus ordusu değildir, Puşkin Rusya'sıdır" demişlerdi. Rusya'nın şiiri ve müziği Kafkasya'da kendisine en yakın bir partner, karşı taraf buldu. Ve bütün o milletlerin şiiri günlük adetleri ve ananeleri onları etkiledi. Kafkasın sofra adetleri, Kafkasya'nın giyimi, Kafkasın mimarisi kendisini Tiflis'de, Bakü'de, Azerbaycan'ın kuzeyinde, Kafkas dağlarının başladığı Şeki'de hissettirdi. Bugün bile bu kültür devam edip gidebilmektedir.

Çok ilginç bir şey Sovyetler Birliği yıkıldıktan ve Batı'ya açıldıktan sonra Kafkasya'daki milletlerin itibar ettikleri ilk dil Rusca'dan sonra İngilizce değil Fransızcaydı. Fransa'dan Bakü'de, Gence'de, Şeki'de, Tiflis ve Kutais'de liseler açması istendi. Tabii ki çağdaş Fransa bu gibi talepleri karşılayacak dolduracak 19.yüzyılda dinamizmini sürdürecek bir ülke olmaktan çok uzaktır. Onun için bu talebi karşılayamadı. Ama unutmayalım bu dünya Batı'yı da Doğu'yu da çoktan iki asırdır bünyesinde bir araya getirebilmiştir. 1917 ihtilalinden sonra Brest Litovsk Antlaşmasıyla bu dünyanın içindeki bazı parçalar Osmanlı İmparatorluğuna dolayısıyla yeni Türkiye'ye terk edildi. İlk anda kurulan Gürcistan, İngilizler hatta o bölgede işgalde işgalci durumda olan Almanlara yakınlık duydu. Fakat neticede Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan bir arada Trans Kafkasya Cumhuriyetini bir araya getirdiler. Bu çok uzun ömürlü olmadı. ve belki Kafkasya'nın bugünkü konumunda bile böyle bir birliğin bir daha bir araya gelmesi mümkün değil. Yaşaması da mümkün olmaz, ama çok açıktır ki maveray Kafkas çok çabuk dejenere edildi ve Sovyet hakimiyeti devrinde bu bölgenin haritası yeniden çizildi.

Gariptir birbirleriyle din ve dil alakası olmayan kavimler iç içe geçirildiler. Bunu yapan milliyetler komiseri Josif Stalin'di. Stalin siyasi bakımdan birliği meydana getiren 15 ana cumhuriyet ve o cumhuriyette bu 1936 anayasasıdır. Bağlı mesela Gürcistan bir Sovyet Cumhuriyeti, Ermenistan ve Azerbaycan öyle, bunlara bağlı muhtar cumhuriyetler ve otonom bölgeleri gerçekten bir şeytani amaçları bazıların dediği gibi böl ve yönet ilkesince veya bilgisizlikten mi yaptığı tartışılır. Miras Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra bile problemler yaratmaya devam etmektedir. Abhazya Kuzeybatıda Gürcistan'ın Abhazca konuşan din bakımından ikili ve dil bakımından bu grupla alakası olmayan bir bölgedir. Osetya'da İndo-Avrupa dili konuşan kuzeyi ve güneyi, kuzeyi başka yere bağlı, güneyi buraya bağlı bir başka bölgedir. Bunların bir arada nasıl yaşadıkları bellidir. Totaliter tek parti yönetiminde bu devam edebilir. Alttan alttan mücadeleler olarak, mesela Kafkasya'da çok ilginç bir şeydir. İkinci Cihan savaşından sonra Ermenistan ve Azerbaycan'ın nüfusunda sessiz ve gizli bir mübadele meydana gelmiştir. Azerbaycanlılar kendi ülkelerinde ki Azeri nüfusun oranını düşürmüşlerdir. Muhtemelen onları Gürcistan ve Ermenistan'a göçünü kolaylaştırdı. Bakü şehri büyüdükçe içindeki Türk olmayan Azerbaycanlı olmayan oran azaldı. Ermenistan'ın çok kalabalık Azerbaycanlı nüfusu ise dramatik bir düşüş gösterdi. Bunlar hepsi sessizce ve bir takım kendine has mekanizmalarla gerçekleştirildi. Aynı şekilde Gürcistan bir nüfus kaybına uğramıştır. ama bu en azıdır. açık söylemek gerekirse çok yakın zamanlara kadar bu kozmopolit nüfus miktarını koruyan bir ülkedir. Gürcistan'ın anlayışı budur. şehrin içini gezdiğiniz zaman kendisine Tiflis'e Kafkasların Paris'i dediğinizi anlarsınız. Evvela muhtelif diller konuşulduğunu duyarsınız. Ondan sonra bu bölgede ki en iyi teatral ve müzikal faaliyetlerin Azerbaycan'la birlikte burada olduğunu görürüsünüz. Ve nihayet şehrin kuzeyinde ki dağda elinde kılıçlı Gürcistan ana heykeli. İnsanların en zor zamanında bile ne kadar bağımsızlıklarına ve ulusal kimliklerine sahip olduklarının bir göstergesidir. Ne var ki uzun İmparatorluk hakimiyeti arkasından yaşanan Sovyet devri mirasını ve bu mirasın etkilerini gösteriyor. Son olaylarda Gürcistan otonom parçasıyla açık bir krize girdi ve bu kriz bütün büyük devletleri etkiledi. Bu etkinin sonuçları ne olacak. Herhalde önemli oranda gürcü mülteci barındıran Türkiye ki Çar işgali zamanında 1800'lerden itibaren çok sıkıntı çeken müslüman gürcüler türkiye'ye göç etmişler ve bir de etnik grup olarak bazı bölgelerde varlar. Bu grubumuza rağmen nasıl bir politika güdeceğiz. Unutmayalım Kafkasya'da yaşayan her halkın aşağı yukarı yüzde elli miktari Türkiye'de dir. Yani bizim vatandaşlarımız bizim insanlarımız dedelerinin, büyük dedelerinin vatanına ve kültürüne bağlılık duymaktadırlar. Hassas bir politika izlemek zorundayız ve bu hassas politikaları takip ederken hiç şüphesiz büyük devletlerden en uzak ve en mesafeli bir şekilde durmamız gerekmektedir. Son Kafkas krizi bunu göstermektedir. Hiç şüphesiz ki Kafkasya Türkiye'nin arka bahçesi değildir.Kafkasya Türkiye'nin gönül bağları ve sorumlulukları olan bir parçasıdır. Bütün o milletler tarihlerinde önemli bir Osmanlı safhası geçirmişlerdir. Bugünkü oluşumlarının, kültürlerinin, dini yapılamalarının hatta kentte ki gruplaşmalarının en önemli yapıcı faktörlerden birisi bu iki asırlık Osmanlı hakimiyetidir. Kuzey de kumuk şamhallığı otonom fakat Osmanlı'dan çok etkilenen bir yapıyla Dağıstan bölgesini güney de Gürcistan'ın yapısı ve yine bir asır süren Azerbaycan'da ki hakimiyet, Ermenistan'da ki hakimiyet bu gibi yapılanmaları ortaya çıkarmıştır. Kafkasya'nın tarihi oluşumu ve bugünkü iştimai siyasi yapısından Türkiye bir ölçüde tarih olarak sorumludur, uzak duramayız. Bu ülkenin 19.yüzyılda Türkiye'ye Osmanlı İmparatorluğuna yönelik iç göçleri dolayısıyla, ulusumuzun en önemli değerleri ve çağdaş kültürümüzü oluşturan en önemli unsurların atalar ve dedeler yoluyla Kafkasya'dır. Bunu da göz önüne almak zorundayız. göz önünde tutmak zorunda olduğumuz bu iki unsur bizi batıda ki ve kuzeyde ki devletlerin çatışma nedenlerine, politik eylemlerine karşı son derece muhafazakar ve mesafeli olmaya zorlamaktadır. Tarihi boyunca bütün Ortadoğu dilleri etkisini taşıyan, milattan önce 65'de roma imparatorluğunda nüfuz alanına girer. Ondan sonra Bizans'la çatışan, ondan sonra ilk halifeler devrinde beri İslam dünyasıyla iç içe giren çatışan ve bir arada oturan, İran Türk Osmanlı harpleri sırasında, Selçuklu Osmanlı harplerindeki çatışmalardan dolayı gene bu dünyayla muhtelif bağlar kuran, sadece sınırdaş, sadece komşu değil ama kültürel paylaşım içine giren dünyanın en önemli parçasıdır Gürcistan. Bunu unutmamamız gerekiyor ve bu memlekette ki bazı atılımları, bazı eğri doğru yönelimleri çok dostça çok kardeşçe etkilememiz yan almamız kaçınılmazdır.

http://www.ntvmsnbc.com/ntv/metinler/Tarih_Dersleri/eylul_2008/17.asp