Gazalî’ye göre insanda iki göz vardır: Biri dışa çevrilmiş olan akıl gözüdür. Bununla biz eşyayı, olayları tekkik eder ve akli bilgileri elde ederiz. İkincisi içe çevrilmiştir ki, bu da kalp gözüdür. Onunla biz aklın kavrayamadığı hakikatleri, ilahi varlığı idrak ederiz. Bu suretle din ilimlerini elde ederiz. Tabiata çevrilmiş olan akıl akıl ilimleri ile ilahi varlığa çevrilmiş olan din ilimleri mahiyet ve metot bakımından birbirinden ayrıdır. Biri ötekine mâni olamaz. Ne tabiat yolu ile ona mahsus düşünce aletlerini kullabarak ilahi âleme yükselmek mümkündür(ki filozoflar buna teşebüs ettikleri için boşuna uğraşmışlar ve hiçbir şey elde edememişlerdir. O bu suretle Farabî, İbn Sina ve mensuplarını kastediyor), ne de ilahî âlem yolu ile ve ona mahsus olan kalp gözü ile açıklamak kabildir.(Nitekim bir kısım müfrit sistemci vücudiyyun, mesela Muhyiddin böyle yapmışlardır.) Gazalî’nin akıl ile keşif ve kalp yollarını kesin olarak ayıran, bu görüşü İslam dünyasında tabiatçı felsefe ve ilmin olduğu kadar, sırf spiritualiste olan ilahi felsefenin ve dinin de gelişmesine imkân verdi. Fakat onun yeter derede anlaşılmaması gerek medresenin, gerek tekkenin kendisinden tamamen faydalanmasına mâni oldu. Medrese, meşşaî filozoflara dayanan sonraki kelamcılara (Fahrüddin Râzî vsç), tekke de vücudiyyun yoluna saplanarak uzlaşma ve anlaşma imkânını kaybettiler. Her iki görüşün tek taraflılığı, verimsizliği, medresenin skolastiğe, tekkenin batıl inançlara saplanmasına ve akli bilgiyle bağlarını kaybetmesine, bu yüzden her ikisinin de 16. yüzyıldan sonra kısırlaşmasına sebeb oldu.
Felsefeye Giriş 2 - Hilmi Ziya Ülken - İş bankası yayınları ağustos2009-sh. 92-93