28 Eylül 2010 Salı

Makâlât

DOSTLUK

Benim insanları ıslah, yani onları yola getirme hususundaki arzum ise, daima mümkün olmayan bir şeyi mümkün kılmaktır. Nasıl ki, âyette buyurulduğu gibi, tıpkı Hazret-i İsa gibi tedavi umudu kalmamış olan körleri, abraşları sağaltmak isterim. Yüzümü dostluk yönüne çevireyim. Dostların yüzünü de yoldaşlık tarafına yönelteyim. Sen de işte böyle yürü. (sh.123 -Şems-i Tebrizî - Makâlât -Mehmed Nuri Gençosman - Mayıs2009)

Bana yaraşan, zâhirde bizim hayatımızdaki dostluk ve kardeşlik hangi yolda ise onu korumaktır. Yoksa şeyhlik müridlik gibi ilişkiler hoşuma gitmez. Hani, üstatlığı da şakirtliği de yere batsın, derler. Bize bir söz söylemek istiyen kimse bizim gibi olmalıdır. Böyle açık söylemelidir. (sh.126 -MNG - Mayıs2009)

Bir dağda bir zâhid yaşıyordu, ama o artık insancıl bir zâhid değil, belki bir dağ adamı olmuştu. Adamcıl bir kişi olsaydı, fehmi ve vehmi olan Tanrı bilisine kabiliyetli insanlar arasında yaşardı. Dağda ne yapardı bu? O toprak idi ki, taşa doğru yöneldi. İnsanoğlunun taş ile ne işi, ne ilgisi var?

İnsanlar içinde yaşa ama tenhada daima Tanrı ile halvetde ol; hep tek başına kal. Ama Hazret-i Peygamber'in, "İslam'da rahiplik yoktur" buyruğunu unutma! Bu, bir bakıma rahipliği yasaklayan bir tavsiyedir. Sh. 144

Gerçek Tanrı adamı, kapısndan geçen köpeğe bile cevap vermekte saygı gösterir. Heybet, ululuk konusuna gelince; bendeki irade kuvveti, heybete üstün gelir. İkincisi; düşünceli, ağırbaşlı hareket eder, her iki tarafı da korur. Yer uygunsuz, oradakiler kabiliyetsiz olunca o yerde konuşmak zulümdür. sh.153

---

Hakka giden yol şu iki ihtimalin dışında değildir: Bu da, ya iç âlemini geliştirmek yoludur ki, nebilerle veliler bu yoldan yürümüşlerdir. Yahut da ilim tahsili yoludur. Bu yol da mücahede ve tasfiye yolu yani cehaletle savaş, kötülüklerden içini temizleme yoludur. Bu iki yoldan geri kalanların yeri cehennemden başka neresi olabilir? sh. 103

Sana cennet ehli kişilerin niteliklerini anlatayım. Ayrıca cehennem ehli olanlarının nişanını da söyleyeyim. Tanrı, yaydan fırlayan bir ok gibi şu âlemi yarattığı günden bei, her gün her an kapılar açıp kapamaktadır. Bu öyle sınırsız bir çabuklukla olmaktadır ki, insanın aklı durur. Her kimi, güzel huylu güzel yüzlü görürsen; açık sözlü, geniş gönüllü ise, herkese hayır dua ederse öyle bir dua ederse öyle bir insanın konuşmasından insana gönül hoşluğu gelir. Bu âlemin sıkıntılarını, darlıklarını sana unutturur; için öylesine açılır ki, küfür bile etse gülersin. Belki öyle bir tevhitten bahsedince Sırâceddin gibi dışından göz yaşı dökersin ama içinden yüz bin neşe duyar, kahkahalarla gülersin.

Biri de vardır ki, kan içer; yüzünde, sözünde insana sıkıntı veren bir soğukluk vardır. Sözlerinde öyle tiksindirici bir ifade vardır ki, onda neşeli bir insanın konuşmasındaki sıcaklığı bulamazsın. İşte öyle bir insan, Şeytan'dır, cehenemliktir.

Şimdi her kim bu sırra erdi ise ona göre davranır, yüz bir şeyhe iltifat göstermez. Öyle bir insan ölümden niçin korksun? Sadece başa nerde değer verirler? Hayva başı ile, insan sırrı ve aklı ile dirilir. Her kim yalnız başı ile (akılsız kafası ile) yaşarsa, ölüm ona olsun. Ama sırrı ve aklı ile yaşayanlar Allah'ın kerem sahibi olarak yarattığı insanlardır. Nihayet, sır denilen o Allah vergisi, bu başa ve külâha nasıl sığar? sh.177-178

---

Bu arşın gölgesi altında yedi zümre vardır. Gerçi kıyamet gününde bütün yaratıklar şaşkına dönerler, korku içinde kalırlar, gördükleri bir çok korkunç manzaradan ürkmüş bir halde kızgın gün ışığında yanarlar. Bir başka topluluk da kan ter içinde bunalmıştır. Yukarıda sözü geçen yedi zümre her şeyden selâmette kalırlar. Bu yedi zümreden birisi yalancılardır. Ama şöyle bir yalan olmalı : Biri sana gelir, biraz önce filânla birlikte idim, şimdi onun yanından geliyorum, çok üzüntülü idi, senden yana utanarak diyordu ki, Allah Allah nasıl oldu da ben falan zat hakkında terbiyesizlik ettim? Aklım başından gitmiş, hiç kendime sahip değildim. Yaptıklarımın farkında değilim, pişman oldum. O kimse ki hem bu adama gelir, hem öteki hasma gider, aralarını bulmak ister. Hayırseverliğin iki misilini yapar. Ateşi söndürünceye dek çabalar ki, kimseyi yakmasın. İşte o fitne ateşini söndürmek kutlu bir iştir. İster yalanla, ister doğru sözle olsun! Ateşi söndür de, ister idrar ile, ister hendek suyu ile söndür, ister tertemiz su ile. Bu millet ise aksini yapıyor. Kavga koparmak için yalan söylüyor. Şu bizim insanlarımız nerede görülmüştür? Eğer Mevlâna olmasaydı bizim ile onlar arasında (paylaşılamayacak) ne vardı?

İşte bu sebeple bir tek dost gözü görüyorum, ama yüz düşman gözünü de görmek zorunda kalıyorum ve şüphesiz ki görüyorum. sh.348-349