Mevlevîlere mahsus vasıflar ve esaslar şunlardır:
1- İnsanlığa hizmet etmek.
2- Başkalarına hüsn-i misâl olmak.
3- Mesnevî okuyarak mutasavvıf olmak.
4- Akl ü hikmet ashabından olmak.
5- Kalbini daima temiz tutmak.
6- Dindar olmak.
7- Hazret-i Mevlânayı Pîr tanımak.
8- Mesnevî ve menâkıbları okumak ve Mevlâna'nın yolundan gitmek.
9- Tanrı, Hz. Muhammed'den sonra Mevlâna'ya inanmak.
Mevlevîliğin bu dokuz esası hemen en mühimlerindendir. Mevlevîliğin terbiyesi hakkında şârih-i Mesnevî Rusûhî Dede'nin Minhâcü'l-fukarâ adlı eseri vardır.
Dedelerin mürşitlerden istifadesi şu esaslarda toplanmaktadır:
1-Mürşidin sûrî ve manevi hizmetinde bulunmak.
2-Sohbetleri kemâl-i ihtimamla dinleyip istifade etmek.
3-Sohbet[ler] müyesser olmazsa, [en azından] şeyhin sohbetinde bulunmak. O da müyesser olmazsa, onların sözleriyle yani eserleriyle meşgul olmak. O da müyesser olmazsa ibadet ve iyilik etmekle meşgul olmak.
4-Gönlünü bütün kötülüklerden temizleyerek ibadetle meşgul olmak.
5-İlim ve irfan yolundan gitmek.
gibi esaslar olup, bir de güzel sanatlardan birini elde ederek, sanat sahibi olmak lazımdır. Bütün Mevlevîler bu esaslara riayet ederek terbiyeli ve çelebi insanlar olmuşlardır. Mevlevî dedelerinden birisi kabahat işlerse Kazancı Dede çelik ile onu döver; daha büyük kabahat işlerse paşmağını çevirir19 ve der ki: "Erenler sana seyyah var!.."20 Dede de eline teberini ve keşkülünü alır, seyahate çıkar. Bu, Dergâh'tan kovulmak cezasıdır. Dedelere para dağıtmaya da 'niyaz' adı verilmektedir.21 Şeyhlik alanlar, dedelere para dağıtırlardı.
Konya Mevlâna Dergâhı'ndan başka Osmanlı İmparatorluğu'nun birçok yerlerinde mevlevîhaneler açılmıştı. İstanbul'da beş mevlevîhane vardı. Galata Mevlevîhanesi, Yüksek Kaldırım'da idi. Bahâriye Mevlevîhanesi Eyüp'te idi. Bir de Üsküdar Mevlevîhanesi ile Kasımpaşa Mevlevîhanesi vardı; bunların en büyüğü de Yenikapı Mevlevîhanesi [idi]. Bu da surların haricinde Merkez Efendi Camii civarında idi. Burada yatan meşhur Mevlevîler şunlardır: Sadrazam Bayram Paşa konağında mukîm iken Sabûhî Dede zamân-ı meşîhatinde 1052 [1638] tarihinde vefat edip konaktan getirilerek Dergâh'a defnedilen Ebubekir Çelebi bin eş-şeyh Ferruh Çelebi; bundan başka Abdülahad Çelebizâde Veled Çelebi, Alaeddin Çelebi, Hacı Zeynelâbidin Çelebi, Ebubekir Çelebi bin İshak Çelebi, Necib Çelebi ki pederim[dir], yatmaktadır.
İstanbul Mevlevîhanelerinden sonra Afyon, Bursa, Eskişehir, İzmir, Gelibolu, Manisa, Sivas, Kayseri, Kastamonu, Medine-i Münevvere, Halep, Şam, Mısır, Selânik, Manas¬tır Mevlevîhaneleri de mevcuttu.22 Bunların hepsinin evkâfı olup, onun varidatı ile geçinirlerdi. Selçukîler zamanından Osmanlı İmparatorluğu'nun inhitatına kadar Mevlevîlik tarikati mevcuttu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ankara'da kurulduktan sonra Vekiller Heyeti 2 Eylül 1925 tarihinde 'tekkelerin, zaviyelerin kapatılmasına' karar verince, hükümetin bu kararını duyduğum zaman şu şiiri yazmıştım:
Hak ehli olunca içimizden mefkûd
Cahiller edince arş-ı irşada suûd
Beyhûde figân etmeyelim lâyıktır
Dergehlerimiz boş idi oldu mesdûd23
Konya Mevlâna Dergâhı lağvedilip Şark'ın en büyük âlim ve şairi olan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî Türbesi kapatılmayarak Dergâh, Konya Müzesi hâline konuldu.24 Bu sırada Dergâh'ta 35 dede vardı. Tarikatçi [sertarîk] Âdil Çelebi, Aşçı Dede [sertabbâh] Nizameddin Çelebi olup son Çelebi Abdülhalim Çelebi idi.25 Dedelerin bir kısmı köylerine, bir kısmı da Halep e gittiler. Yalnız Ankaralı Mehmet Dede müzede memur kaldı. Bundan böyle Mevlevîlik tarihin malı olmuştur.
Tekke’den Meclis’e – Sıra Dışı Bir Çelebi’nin Anıları – Yayına Hazırlayan: Yakup Şafak – Yusuf Öz – İstanbul 2009 – s.130-147