http://www.kirpiedebiyat.com/ince-memedin-felsefi-derinligi-ugrasmak-haktir-ahmet-cihan-akinca/
Yaşar Kemal yalnızca bir romancı değil, büyük bir entelektüel, gerçek bir hümanist, devrimci ve
felsefi derinliğe sahip bir yazardı. Ölümünün ardından yaşanan geçici bir duygusallıkla yazılan
övgü cümleleri olarak algılamayın bunları. Çoğu okuyucu onun bu tanımlamaları hakettiğinin
farkındadır. Yalnızca yaşam öyküsünü incelemek bile entelektüel kişiliği hakkında fazlasıyla bilgi
verir. Fakat onun hakkındaki nitelendirmelerimizden biri olan “felsefi derinlik”ten ne kastettiğimizi
tam olarak açıklamak durumundayız. İnce Memed eseri üzerinden, yazarın, yaşamın anlam ve
amacına dair çözümlemesini aktarmaya çalışacağız.
Felsefe, düşünen beynin temel etkinliklerinden biridir. Bu etkinlik sistematik bir şekilde
yapıldığında tüm bilimlerin doğmasına ve gelişmesine önayak olan, bu anlamda tüm bilimlerin
anası sayılabilecek, fakat çoğu zaman öznel yoruma dayandığından dolayı kendisi bir bilim
olmayan felsefe disiplini ortaya çıkar. Algıları açık tüm insanlar “felsefece” düşünürler. Varlığı,
doğayı, olguları ve kendilerini sorgularlar. Sorular keşfeder, bu sorulara cevap bulmaya
çalışırlar. İşte felsefenin konusu olan bu sorulardan en önemlilerinden biri, düşünebilmekten
nasiplenmiş hemen her insanın hiç olmazsa ömründe en az bir kez sorduğuna inandığım, “ben
niçin varım ve hangi amaçla bu dünyadayım?” sorusudur. Çeşitli felsefe akımlarının, filozofların
ve dinlerin buna farklı cevapları var elbet. Yaşar Kemal’in de bu soruya etkileyici bir cevabı
vardır adı geçen eserinde.
Albert Camus, yaşamın anlamına yönelik arayışları beyhude bir çaba olarak görür. Ona göre
yaşamın herhangi bir anlamı ve belirli bir amacı yoktur. İnsan var olduğu için vardır ve
amaçsızca yaşamaktadır. Hatta amaçsızca yaşadığının farkındadır, fakat buna rağmen
yaşamını sürdürür. İşte böyle bir yaşamı sürdürmek, yani amaçsız ve anlamsızca yaşadığını
bile bile yaşamını sürdürmek Camus’ya göre “absürd”dür. Albert Camus’un yaptığı bu
çözümleme Absürdizm adındaki felsefi düşünce akımını oluşturur. Albert Camus’nun yaşamı,
intihar mı yoksa kaza mı olduğu konusunda şüphe yaratacak bir biçimde sonlanmıştır. Cebinde
aynı istikamete ait tren bileti olmasına rağmen bir araba kazasında ölmüştür. Daha önce absürd
bir ölüm nasıl olur sorusuna “mesela araba kazası” diyerek cevap veren filozofun arabası düz
bir yolun kenarındaki ağaca çarpmıştı. Belki filozof açısından tutarlı bir ölümdü, belki değildi..
Camus’dan yaklaşık bir yüzyıl önce Soren Kierkegaard benzer düşünceleri öne sürmüştü.
Kierkegaard’a göre dünya akla aykırı ve saçmadır. Nietzsche yine benzer bir düşünceyle
dünyayı, bilhassa insan yaşamını, boş ve anlamsız olarak tanımlamıştır. Bütün nihilistler
dünyayı ve yaşamı böyle algılarlar. Çok eski bir felsefi akım olan hazcılık, anlam arayışını
acıdan kaçma ve hazza yönelmeye indirgeyerek haz almak ile yaşamın anlamını
ilişkilendirmişlerdir. James Mill gibi Utilitaryanistler de tıpkı hazcılar gibi acı ve zevk bağlamında
mana arayışına girmiş ve “faydalı olana yönelmek yaşama anlam verir” gibi bir sonuca
ulaşmışlardır. Pragmatistler, varoluşçular, hümanistler, anarşistler ve başka bir yığın felsefi akım
bu soruya kendilerince cevap vermişlerdir. Sosyal yönünü bir yana bırakırsak, dinlerin de
yaşamın anlamına dair felsefi kapsamda cevapları vardır. Amacımız yaşamın anlam ve
amacına dair çeşitli ekollerin cevaplarını ayrı ayrı ele alıp tartışmak değil. Yaşar Kemal de bu
temel felsefi sorun üzerinde oldukça kafa yormuş olmalı ki, İnce Memed eseri üzerinden derin
ve güzel bir cevap sunmuştur. Bu cevaba bakalım..
Birinci kitapta Memed’in uzun mücadeleler sonunda Abdi ağayı öldürmesi anlatılır. Abdi ağa
ölür, köylüler kurtulur. Yaşar Kemal’in eşsiz destansı anlatımıyla; köylüler her yıl çift sürmezden
önce düğün bayram yapar, çakırdikenliği ateşe verir, bu ateşle birlikte Alidağın tepesinde bir top
ışık patlar… Peki, mutlu son mu? Değil! Yaşam mücadele alanıdır, devinim bitmez, çatışma
bitmez. Abdi ağa gider, yerine Hamza ağa gelir. Onca bela, onca eziyet, mücadele, kayıp, çile
yeniden başlar. İkinci kitapta şöyle der Memed;
“Sonunda Abdi Ağayı öldürdüm, fakir fıkara kurtulsun deyi. Kurtuldu da… Abdi Ağa öldükten
sonra millet şadlık şadımanlık etti, olmaya gitsin. Toprağı paylaştı. Köylü de ben de hep böyle
gidecek sandık… Sonra ne oldu? Sonra Kel Hamza geldi, Abdi’den bin beter. Eli kanlı. Kan
kusturdu millete. Eee, bunun sonu ne olacak? Abdi gitti, Hamza geldi. Bir Hamza, bin Abdi etti…
Eeee, benim emeklerime, çektiklerime ne oldu, nereye gitti? Büyük aklınız, büyük hüneriniz var,
çok gün görmüşlüğünüz var, söyleyin bakayım ben ne yapayım? Bir akıl verin bana.”
Koca Süleyman:
“Hep öyle oldu,” dedi. “Ali gitti, Veli geldi. Deden gitti, baban geldi. Baban gitti, sen geldin. Sen
gideceksin, oğlun gelecek…”
“Öyleyse niye uğraşıyoruz, canımızı dişimize takmışız, sen, ben, Ali, Yel Musa?”
“Uğraşıyoruz,” dedi güvenli. “Uğraşmak haktır.”
Ne var ki bu “uğraşmak haktır” sözünde demeyin. Onca çatışma, dert ve beladan sonra başına
yine aynı şeyler gelecek Memed’in. Kolay değil ya.. Memed sorgulamaya başlıyor, yaşamını
sorguluyor, kendi yaşamı üzerinden tüm insan yaşamını sorguluyor. Giderek dünyadaki varlık
nedenini, yaşamdaki mana ve amacı sorguluyor. “Felsefece” düşünmeye başlıyor başka
deyişle. Tıpkı yukarıda örneklediğimiz felsefe akımları gibi buna cevap bulmaya çalışıyor. Bir
“varoluş bunalımı” ya da “anlamsızlık bunalımı”na düşmüş, cevap arıyor.. Atına atlayıp Koca
Süleyman’ın yanından ayrılırken “Uğraşmak, dövüşmek, canını kanını vermek… Boş yere…
Uğraşmak haktır…Uğraşmak, hiçbir şey değilse uğraşmak, nasıl hak olur?” diye düşüncelere
dalar Memed. “Şimdiye kadar tatmadığı ayrı bir duygu içindeydi. Düşünmenin tadını şehvetle
bütün bedeninde duyuyor, çaresizlikle kıvranıyor, çöküyordu.” diye devam eder yazar.
Bazen yeterince araştırıp sorguladığınızda, bir yerlerde karşılaştığınız sadece iki kelimenin
içerdiği anlamın, aslında binlerce sayfalık kitaplarda anlatılan düşüncelerin yoğun bir ifadesi
olduğunu görürsünüz. Memed’in bulduğu cevap tam da bu kapsamdadır. Aradığı cevap yaşlı ve
bilge, görmüş geçirmiş Koca Süleyman’dan geldi -ki aslında bu yaşlı bilge Yaşar Kemal’in ta
kendisidir. Kim bilir Koca Süleyman bu konuda ne kadar düşündü, hangi yollardan geçti, bu
cevabı nasıl buldu? Memed hemen oracıkta anlamasa da zamanla anladı bu cümleyi. Önce
sorguladı;
“Sen ne diyorsun bacı? Koca Süleyman, uğraşmak, dövüşmek, zalime karşı durmak haktır,
dedi. Sen ne diyorsun? Hiçbir sona varmayacaksa, zalimle dövüşmüşsün, onu alt etmişsin kaç
para eder? Sen ne diyorsun bacı?”
Gel zaman git zaman, sorgulayarak ve üzerinde düşünerek bu sözü anlamaya başladı Memed;
“Koca Süleyman bana, Abdi gider de yerine Hamza gelirse, dedi… İşte öyle dedi. Dünyada boş
olan, işe yaramaz olan hiçbir şey yok, dedi. Uğraşmak haktır. Savaşmak haktır. Dövüşmek, boş
olmaz, haktır, dedi.”
Memed’in bulduğu cevap ne kadar doğru, ne kadar yanlıştır? Bunun bilimsel bir cevabı olabilir
mi? Elbette olabilir fakat henüz ulaşabilmiş değiliz. Yaşamın anlamına ve amacına dair
sorgulamalara iki ayrı kategoride cevap aranabilir. Bu cevaplardan birincisi fiziksel evrende
yaşamın nerede durduğu, nasıl evrimleşip nereye yöneldiğinin irdelenmesiyle bulunabilir. Mana
ve amaç için evrensel bir cevap, evrenin tüm sırlarının bilimsel zeminde çözümlenmesini
gerektirir. Öyle ya, evrenin dolayısıyla yaşamın “niçin” var olduğunu bilmek için tam olarak nasıl
var olduğunu bilmek ve nasıl sonlanacağını ya da bir şekilde sonlanıp sonlanamayacağını
bilmek gerekir. Bu bilgilere eriştikten sonra, bu koskoca evrende bu küçücük yaşamın bir amacı
olup olmadığı sorusunu felsefeye değil de bilime sorabiliriz. Bilimin cevabı tek ve gerçek olandır.
Ama şimdilik bilimin buna bir cevabı yoktur. Henüz bilmediklerimiz bildiklerimizden çok daha
fazla.
Yaşamın anlamına dair birinci kategoride cevap bulamadığımız durumda ise -ki şimdilik birinci
kategoride bir cevap olmadığını söyledik- ikinci kategoride cevaplar ararız. Bunlar etik,
moral/ahlak bağlamında cevaplardır. Yaşamın anlamı, yaşamın “olması gereken” anlamıdır.
Yukarıda çeşitli felsefe ekollerinin cevaplarını sıralamıştık; yaşam absürd, intihar tutarlılıktır
demek (absürdizm bunu direkt söylemez ama ima eder) aslında ahlaki bir duruştur, dolayısıyla
etikle ilgilidir. Asl’olan haz almaktır, haz almakla yaşam anlamlıdır demek de ahlaki bir duruştur.
Fayda verene yönelmek anlamlıdır demek de yine ahlaki bir duruşa dayanır. İşte Memed’in
bulduğu “uğraşmak haktır” cevabı da böyle bir cevaptır, etiğe dayanır. Sonunda yengi de olsa
yenilgi de olsa mücadele etmek kötü ve iyi arasında net bir tavır almak. Yaşamayı anlamsız
görmemek, ciddiye almak. Şair’in dediği gibi “beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için
ölebilmek” ya da “yetmişinde bile zeytin dikmek”..
Memed’in bilge Koca Süleyman’dan öğrendiği ve beynine kazıdığı “Uğraşmak haktır” düşüncesi
Camus’nun absürdizmine, Nietzsche’nin nihilizmine, dünyayı yalnızca haz alınacak bir mecra
olarak görenlere, yosun ve solucan harcı yaşayanlara güzel bir cevaptır. Daha güzel bir dünya
için uğraşmak, öğrenmek, çalışmak, mücadele etmek, vazgeçmemek, direnmek haktır! Şu
kısacık ömrümüzü bunun için tüketmek, böylesine anlamlandırmak..
“çakmağı yandıran kavdır
demiri dövdüren tavdır
dayan İnce Memed, dayan
şimdi direnecek çağdır!”