9 Mayıs 2008 Cuma

Tarih Dersleri II - Roma

Tarih Dersleri’nde Roma...
Roma’dayız. Roma nın idare merkezi sayılabilecek Campidoglio yani ünlü Capitol.



İSTANBUL - Capitol, Roma’nın efsaneye göre yedi tepeye göre en merkezde bulunanı. Bütün öbür tepelerin hepsinde Roma’yı kuran ailelelerin yani patricilerin mekanı var. Capitol’de biraraya gelmişler ve idareyi, senatoyu burada meydana getirmişler. Ünlü sözler var: “Capitol’e çıkan yol Tarpeus Kayalıkları’nda biter” diye çünkü siyasi mahkumları bu tepenin arkasındaki kayalardan mancınıkla atıyorlarmış. Bugün Campidoglio veya eski adıyla Capitol birtakım lonca merkezlerinin bulunduğu odaları ihtiva ediyor. Tabi ki artık böyle bir roma yok. şu anda burada çok ünlü Capitol müzeleri var ve Roma Belediyesi toplanıyor.Yeri gelmişken söyleyelim Roma ‘nın kurulduğu sayılan 750. yıl aynı zamanda takvim başlangıcıydı ve hıristiyanlık ortaya çıktıktan sonra da çok uzun zaman yani 500’lerei 6.ncı asra kadar “Ab Urbe Condite (AUC)” şehrin kuruluşundan başlayan takvim kullanıldı. Ancak o zaman Hz.İsa’nın doğumunu miladı tespit etmek hıristiyanların aklına geldi, resmen imparatorluk dini olduktan 100 küsür sene sonra.
Haberin devamı

...Göreceğiz... Bu Capitol bütün Roma tarihine yani dünya tarihine hükmeden bir yer olmuş. Buradan sonra hakimiyet İstanbul’a geçmiştir ve, o İstanbul ki, onun dünya yüzündeki hakimiyeti en azından Doğu Avrupa, Doğu Akdeniz ve Türkler geldikten sonra Ortadoğu’daki, Rumeli’deki hakimiyeti de toplam 2000 yıla yaklaşmaktadır.

Roma’nın merkezindeyiz. Forum Romano. Yolları görüyorsunuz. Çarşıların kalıntısını görüyorsunuz. Devlet binaları buradaydı ve tabi bugünkünün çok altında bir seviyede. Muzaffer Roma Lejyonları Kuzey Avrupa’dan veya Ortadoğu’dan geldikleri vakit bu tak-ı zaferin altından geçmişlerdir. İnsanlar ondan sonra bunu taklit ettiler. Bu tak her yerde yapıldı. Paris’in ortasındaki Etoile’de ortasında gördüğünüz gibi. İşte buradan da Capitol’e çıkılıyor ve Capitol de de Roma Senatosu yani Patrici ailelerinin temsilcilerinin oturduğu yer. Karşımızda Palatina Tepesi, Roma’yı meydana getiren yedi tepeden bir tanesi ve her tepede bir aile, bir klan yahut bir “gents” dedikleri oturmuştur. İnsanlar burayı her zaman Roma diye telaffuz etmemişlerdir. Urbis, urbs, şehir demek yetmiştir. Tıpkı İstanbul’a polis, şehir demek olduğu gibi. Nitekim Osmanlı Devri’nde de Dersaadet, Der-aliye , Payitaht demekle yetinmişler çünkü başkası dünyada yok. Varsa da pek kale alınacak bir yer değil. Bugün burada kazılar devam ediyor ve katmanları gördüğünüz gibi Roma devri yapıları, onların üzerine Orta Çağ’dan bu yana gelen kiliseler ve diğer Rönesans sonrası yapıların katlanmasını görüyorsunuz.

Pantheon denen bir olay var Roma’da. Pantheon ne demektir? Roma’nın tanrılarının ama giderayak kozmopolit bir dünya imparatorluğunun fethettiği ülkelerdeki yerli tanrılarının da, yani Mısır’ın İsis’i, Anadolu’nun Kibele’si ve birçok tanrıların buradaki insanlar tarafından kabulüyle bir imparatorluk Pantheon’u haline gelmesidir. Onu yaptıran aslında Julius Sezar’dan sonra İmparator Augustus’un damadı olan, herkesin bildiği gibi Marcus Agrippa’dır. M.Ö. 5. yüzyılda yaptığı söyleniyor. Ter Consulatum Dicit, Intertio Consulatum panteon konsüllük. 3 konsüllük yapmış. Üçüncüde Pantheonu yaptırmış. Bunun özelliği kalın bir duvar, bir bardak gibi, üstünde kubbenin oturtulmasıdır. Çok geniş bir kubbedir, büyük bir icattır. Ancak Ayasofya bunu altı asır sonra geçmiştir. Kemerlerin ve sütunların üzerine büyük bir kubbeyi oturtarak Ayasofya’yı tekrar geçmek de ta Rönesans’ı bulmuştur, Mimar Sinan ı bulmuştur, dokuz asır daha geçmiştir.

Demek ki büyük bir medeniyet var ortada. Merkezi burası, bir ucu bizim ülkemizde, öbür ucu da Britanya Adaları’nda. Bunun devamı ikiye ayrılma dolayısıyla Bizans olmuş ve Justinien zamanında , Justinien son derece Roma İmparatoru rolünü benimsediği ve Latin kültürüne dinine çok hayran olduğu için İtalya’yı,İspanya’yı ve Kuzey Afrika’yı bir ara hakimiyeti altına almış ama bir ara. Asıl ondan sonradır ki Osmanlı İmparatorluğu devrinde Balkanlar ve Roma’nın hiçbir zaman ulaşamadığı Mezopotamya ve Irak dediğimiz bölge, Kafkasya, Ukrayna’nın güneyi, aşağı yukarı Mısır’ın güneyi’ne kadar çıkışla bir nevi Roma İmparatorluğu devam etmiştir. Bu, çok açık bir şeydir ki Fransız İhtilali’ne kadar antik dünyanın, eski dünyanın Türkler sayesinde bir ölçüde devamıdır. O bakımdan bu şehir bizim için çok büyük önem arz ediyor.

Özellikle Niğbolu Savaşı’ndan beri Roma’daki papaların politikalarının ana yönü Türkler olmuştur. Başka çare de yoktur çünkü artık Balkanlar’a yerleşen ve bilhassa 1480’de İtalya’ya adım atan bir imparatorlukla karşı karşıyadırlar. Tabi papaların Türklere karşı Haçlı Seferlerini birleştirme çabaları, şunu belirtmek gerekir ki, büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu aşağı yukarı ta Lepanto yani İnebahtı’ya kadar netice vermeyecek bir politikadır. Avrupa’nın büyük kuvvetleri, Avusturya, Almanya bloku yani Habsburglar ve hanedanı karşısında Fransa , ve daha sonra Fransa’nın karşısında İspanya. Bir türlü biraraya gelemeyen hıristiyan ülkeler papa’nın işlerini güçleştirmektedir.

Bu, dış görünüş. İçeriye bakalım. Kimdir bu papalar? Papalar genellikle hepimizin bildiği gibi kardinallerin arasından seçilir. Peki bu kardinallar ne? İşte sorun burada. İtalya’nın ve bilhassa Roma’nın ünlü aileleri birbiri ardından papa çıkarıyorlar. Tabi hıristiyan dünyasında pek hoşnutlukla karşılanan şey değil ama bu ailelerin de eğitimi, bilimi, arkalarındaki servet birikimi Roma medeniyetini yani Rönesans’ı yaratmış vaziyette.

Şu anda Roma’da Farnese Sarayı’nın önündeyiz. Kardinal Alessandro Farnesi 15. asır sonunda bu gördüğümüz sarayı yaptırmış. Yapan mimarlar içinde Della Porta gibi ve özellikle Michelangelo gibileri var. Sizin anlayacağınız, üç,dört mimarın elinden çıkan, hem mimari eser olarak, hem cephesi, hem de içindeki tablolarıyla çok ünlü bir rönesans eseri bu. İçeri girmeye pek kalkmayın çünkü bugün değil, epey zamandan beri bu, Fransa sefareti. Eğer elçilikten bir yakınınız yoksa içeri giremezsiniz. Kapının önüne konan broşür sayfalarını tetkik etmekle yetinmek zorundasınız. Farnese sonradan 3. Paul olarak papa seçildi ve 1534’te papa seçilen Alessandro Farnese’nin veya 3.Paul’ün hiç şüphesiz ki politikasının yöneldiği en büyük adam Kanuni Sultan Süleyman’dı.

Şurasını önemle belirtmek gerekir. Ne 5.Nikolas’ın, ne 3. Paul’ün, ne 7.Clement’in Türklere karşı Haçlı Seferleri politikası iyi yürümedi. Katiyetle biraraya getiremediler. Biraraya gelenler hiçbir şey yapamadılar hatta ki toplantılarında da sadece saldırmazlık paktı imzalayıp ayrıldılar. Rönesans Dönemi’nin bu çıkmazı Doğu’da Türk İmparatorluğu’nun genişlemesini korudu. Bu büyük saray gibileri Roma’da çoktur. Kigi ailesinin sarayı, Barberinilerin sarayı orsiniler hiç şüphesiz ki rönesans Roması’ndaki zenginliklerdir. Bütün bunlar İtalyan coğrafyasının eseridir. itlya’nın kendi üretimi olmasa bile coğrafyanın eseridir ve bir ölçek de tabi bütün katolik dünyada daha doğrusu o zamandaki hıristiyan dünyada toplanan gelirlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunun bir şeyleri kışkırtacağı bazı hoşnutsuzlukları büyüteceği ve sonunda bölünen bir hıristiyanlığı yaratacağı açıktı.

Malta şövalyeleri tarihin akışı içerisinde bugün daha çok sosyal hizmetler, kurslar özellikle sağlık hizmetleri ile hıristiyanlık propagandasına devam eden bir tarikat haline dönüşmüştür. Bizim tarihimiz için önemi şudur: Bodrum Kalesi’ni aldık. Rodos Kalesi’ni Fatih Sultan Mehmet alamadı fakat Kanuni Sultan Süleyman Han fethetti. Üstünden, merkez olan Malta’yı ele geçiremedik. 2. Bayezid kardeşi olan Cem Sultan’la bir dahili savaşa tutuştuktan sonra Cem Sultan yenildi ve kurtuluşu önce Bodrum sonra Rodos’ta şövalyelere sığınarak sağladı. Ardından onu getirdiler Roma’ya ve Fransa’ya ve tekrar İtalya ‘ya. Talihsiz çok kabiliyetli cihangir cengaver şehzadenin hayatı da galiba papa Alexander Borgia’nın elinde onu Beyazid ‘den aldığı külliyetli para miktarı karşılığı şehzadeyi zehirlemesiyle bitti.

Burası roma’da, katolik dininin ve kilisenin en sadık beldelerinin yani silahlı şövalyelerinin merkezidir. Aventin tepesi üzerinde Malta şövalyeleri meydanındayız. Yanlarındaki dergahları gelenlerin de delikten baktıklarını görüyoruz. Ağaçlıklı bir yol nihai hedef San Pietro Kilisesi. Mimariyle birlikte kendi konumlarını ortaya koymaktadır. Malta şövalyeliği bizim tarihimizin içinde küçük adanın ne kadar önemli bir rol oynadığını ve bu önemli rolü de gene Akdeniz’deki Türk ilerlemesine borçlu olduğunu gösterir.

Aventin tepesinden Tiber’e bakıyoruz. Tiber Roma’ya hayat veren nehir ve Romalılar nehir tanrılarına tapınırlardı. Bunlardan bir tanesini de ülkemizdeki Kaiserus nehir tanrısı. ama en çok saygı duydukları tanrı Tiber’di yani bu nehrin tanrısıydı. Şöyle bir baktığımız zaman Roma ayaklarımızın altında. Uzakta Tiber’in kıvrımı sonunda San Pietro Kilisesi’nin kubbesi ve kuleleri görünüyor. Bu tarafta ise çok ilginç, düğün pastası denen Romalıların pek sevmediği 19.yy da yapılan Risorgimento Anıtı. Biraz onun aşağısında gördüğümüz Santa Maria in Cosmetin Kilisesi. Şu dörtgen şeklindeki kubbe Roma’nın ünlü sinagogu 19 asırda yapılmış. Roma biliyorsunuz bu vakte kadar henüz cami yapılmayan bir şehir. Müslüman azınlığın hayli kalabalık sayıda olmasına rağmen ve sinagog da aslında musevi dünyasının en güzel binalarından biri. Roma profilden en güzel görünüme sahip olduğu şehirlerden biri. Bu profil hiç şüphesiz ki Nea Roma denen İstanbul’da daha başka bir önem kazanmaktadır.

Aslında tarihi Roma’nın tam ortasında bulunuyoruz çünkü yanıbaşımızda Aventin, orada Palatina Tepeleri ve nihayet şehrin yönetildiği Capitol binalarının arkasında.Bunların adeta üçünün merkezinde ve Tiber kıyısında çok önemli bir yapı var.Tarih boyunca bilinen Vesta Mabedi.Vesta Mabedi’nin rahibeleri bakireydi.Bu çok eskiden kalma arkaik bir müesseseydi ve burada yanan ateş-i ebedi, ebedi ateş sayılıyor. Roma’nın kudretinin ve tanrılarının hakimiyetinin temsilcisiydi.İlk defa 5’nci asırda İmparator Teodusius hıristiyanlığı resmen din olarak kabul ettirdikten sonra bu ateş söndürülmüş ve rahibeler dağıtılmıştır. Demek ki daha 4.asırda hıristiyan Konstantin’in zamanında bile imparatorluk henüz resmen hıristiyan değildi.

Bu yapının yanında 17 ve 18’nci asırdan kalma 1715 tarihli Carlo Bizzaccheri. Bizzaccheri çok önemli bir barok heykeltraştır ve onun yaptığı kilisenin karşısındaki abidevi anıtsal çeşmeyi görüyorsunuz. Yani bir aşağı bir yukarı birkaç yüz metrekarenin içinde Roma’nın çok eski tarihi Barok İtalya ve tabi Ortaçağ. Karşımızdaki kilise çok önemli, “Santa Maria in Cosmetin” adlı bir kilisedir bu. Bu kilise de tabi Roma’daki birçok kiliseler gibi eski Roma’daki mabetlerin üzerine kurulmuştur. Nitekim, kilisenin girişinde, narteks kısmında da “Bocca Della Verita” denen yani “doğruluk ağzı”. Eğer yalan söylerseniz elinizi onun içine soktuğunuz zaman sizi ısırıyor bu taş aslan. Bu, eski Roma’dan kalma bir inanç, bir ziyaretgah hıristiyanlıkta da ayne devam etmiş.

Peki bu kilisenin üzerinde niçin duruyoruz? Bu, Roma’nın hıristiyanlık sanatında belki çok önemli değil ama bizim için çok önemli. Bizans, yani Doğu Roma İmparatorluğu 15’nci asrın ilk yarısında artık hayatın sona ereceği endişesi ve paniği içindeydi. Ortodoksluk mezhebi ve kilisesi, batı tarafından, katolik kilisesi tarafından şiddetle takvim ediliyordu ve tarihte böyle tekerrürü andıran manzaralar vardır. inanışınız ve tavrınızı ıslah etmeniz ve bize gelmeniz gerekir. Katolik kilisesinin teklifi buydu. Sondan bir evvelki imparator Manuel Palaiologos bunu kabul etti tabi ve Ferrera ve Floransa’da konsüller toplandı 1442 -44.

Demek ki 15.asırda bu batı taraftarlığı Bizans’ta çok eskiden beri vardı ama azınlığındı.Nitekim toplantıdan sonra, konsülden sonra ne Bizans bunu kabul etti sonradan patriğin tayin edeceği, Scholarius’un başkanlığındaki bir grup imparatora bayrak kaldırdı, karşı çıktı.Rusya İsidor’u hapse attı, kabul etmedi o da katolik birleşmesini ve bu abide böyle uzakataki ama uzun zaman Osmanlı İmparatorluğu’nda da var olan katolik mezhepteki yunanlılar için bir merkez olarak kaldı.

Vatikan Tepesi eski Roma’nın, klasik Roma’nın tepelerinden biri. şunun için çok önemli. Vatikan’da imparator Neron’un da dahil olduğu kibele kültü hakimdi. Yani Kibele tanrıçaya tapınılırdı. Ve rivayete göre, o zamanki yazarların anlattığına göre de bu ayinlerde insan da kurban ediliyormuş ki Roma dini o safhayı çoktan geçmişti. Onun için şehrin halkı orayı sevmezdi. Ve bu ayinlerdeki sahneler de o zamandaki Roma’da bile tahammül edilir şeyler değildi. Günah tepesi diye biliniyordu. Ve hristiyanlığın mübeşşiri ve kilisenin kurucusu Saint-Pierre ve Paul burada faaliyet gösterdiler. Ve Saint-Pierre orada biliyorsunuz idama mahkum edildiği için de bugün kilise de o ismi taşıyor.

Vittorio Emmanuele, 2. Vittorio Emmanuele adına yapılan köprü bulvarı Vatikan’a bağlıyor. Ortada akan Tiber nehri bildiğimiz Vatikan’dan ayrılan bir sınır gibi. Malumdur ki İtalya birliği teşekkül edene ve Garibaldi kuvvetleri Roma’yı işgal edene kadar papalık İtalya’nın ortasında aşağı yukarı Venedik sınırlarına ve güneyde de Napoli krallığına kadar İtalya’nın ortasına hakimdi ve papalık devleti deniyordu buna. İtalyan birliğini isteyen İtalyan milliyetçilerinin başlıca hedefleri papalıktı. Nitekim Roma işgal edildikten sonra yeni kurulan krallığın merkezi de Torino’dan buraya taşındı. Ve papa bunun üzerine bu yeni tasavvura çok kızarak dünyevi hakimiyetini kaybettiği için Vatikan’ı terk etti. Orda San Pietro kilisesi civarında oturuyordu. Şehrin içindeki Lateran kilisesine San Pietro Lateran’a çekildi. Ve ondan sonra da papalık dünyaya oradan hükmetti, kiliseler dünyasına. Ta ki 1924 1926 arasında Mussolini kendisi hiç de o kadar katolik olmamasına rağmen, hatta oldukça ateist olmasına rağmen İtalyan halkının sesine kulak verdi. Ve Lateran’da yapılan ki Lateran antlaşması bu, papalığa bugünkü statüsünü verdi.

Vatikan dünyanın küçük bir devleti, çok küçük bir devlet. Bütün sınırları, kilisenin etrafındaki bazı araziler, artı Roma içindeki Lateran kilisesi gibi bazı kiliselerin ve yerlerin etrafında sadece bu gördüğümüz Sant’ Angelo kalesi, San Pietro kilisesi, etraftaki bahçeler, bir de Roma’nın içindeki Lateran kilisesi ve diğer bazı kiliselerin, ki etrafı sarı çizgiyle çizilmiştir, arazisini kapsıyor. İtalya’yla gümrük ve para birliği içinde ama pulları kendi basıyor. Bu küçük devletin görünüşte sadece 1502 kadar papa, kardinallar, rahipler ve rahibelerden oluşan bir nüfusu var. Ama şunu söyleyeyim Avrupa dünyasının ve dünyanın en mükemmel, en zengin, en iyi yönetilen müzesi burada. Vatikan sınırsız sanat zenginliklerini koruyan bir kuvvet ve sadece bu yüzden bu devletin yaşaması istenir. Çünkü başka hiçbir memleket bu kadar kültür ve sanat zenginliğini, bu kadar iyi ve ehemmiyetle koruyup idare edemez. Tabi ki Vatikan’ın bütün dünyada çok kalabalık bir cemaatin üzerinde müthiş bir etkisi var ve böyle bir kuvvetin sadece din işleriyle uğraştığını düşünmek de fazla iyimserlik olur. Hem İtalya’nın, hem Avrupa’nın hem dünyanın politikası içindeler. Galiba bizim de başımızda bu yeni bir düzen.

Ama bugün değil sadece, mazide de Osmanlı İmparatorluğu Vatikan’la çok uğraşmıştır. 1453’te İstanbul alındı alınalı Roma artık Türklerin bir gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Ve 2. Pius bu nedenle Fatih Sultan Mehmet’e bir mektup yazdı. Bu mektupta kendisinin aqua pars, bir parça suyla bütün hristiyan dünyasının başına geçebileceğini söylüyor. Yani vaftiz olmasını teklif ediyordu. Bu mektup gelmemiştir. Ama müsvetteleri arşivlerde bulundu ve galiba Franz Babinger bu mektubu gerçekten padişaha ulaşmış gibi büyük bir abartıyla eserinde ele almıştır.
2. Pius’un beyhude uğraşmaları Fatih’in 1480’de Gedik Ahmet Paşa’yı Güney İtalya’ da Otranto’ya sevkiyle ortaya çıktı. Otranto fethedildi ve İtalya’ya ayak basıldı. Bir hafta içerisinde Vatikan bu korkunç haberle sarsıldı. Ne yazık ki padişahın Gebze sahrasında hedefi belli olmayan gizli tutulan bir seferin başında aniden zehirlenerek ölmesi ve ardından 2. Bayezid’in daha pasif bir politika gütmesiyle İtalya seferi durdu.

Türkler İtalya’ya çıksaydı ne olurdu? Tarihçilikte tahminleri yapmak zordur. Ama herhalde Rönesans kültürünün çoktan beri Osmanlı sarayına ve cemiyetine girmeye başlayan Rönesans resminin ve heykelinin bu kanalda devam edeceği bir gerçek.

Papalık 15. asırdan beri sarsılmaya başladı. Kendini sarsanlar sırf türkler değildi aynı zamanda protestanlardı. Ve özellikle Türklerin imparatorluğu Kanuni Sultan Süleyman devrinde her yerde, hem Avrupa’da, hem de Macaristan’da, protestanları ve kalvinistleri katolik dünyaya karşı desteklemeye devam etti. 18. yy’ da papalık Avrupa’daki önemini kaybetmeye başlamıştı. Galiba 15.yy’ ın ve 16.yy’ ın Vatikan’da San Pietro ‘da taç giyen son hükümdarı, ki 3. Paul’ün elindendir, bir daha tekrarı olmayacak. Napolyon ise imparatorluk tacını giymek için papa’yı Paris’e getirtmiştir.

Bugün Vatikan hristiyan dünyanın hepsine hükmetmiyor. Ama yine de zengin bir kurum ve artık öbür kiliselerle bir üniversal collegium, bir birlik kurma çabası içindedir. Bu, her şeye rağmen kiliseler arasındaki ayrılığı ortadan kaldırmış değil. Büyük Justinien zamanında dünyada bir kilise vardı. Roma, hristiyanlığın merkezi değilse de, Roma’daki piskopos yani papa en birinci derecede protokolda ve münakaşalarda birinci yere sahip bir başrahipti. Bu gittikçe zayıfladı. Özellikle 11. asırda İstanbul Roma arasında karşılıklı afarozla ortodoks ve katolik ayrılığı ortaya çıktı. İşte bu ayrılığı bilhassa Fatih Sultan Mehmet çok iyi kullanmıştır. Katolisizm karşıtı olan zümrelere ve onun başındaki Gennadius’u büyük bir törenle patrik tayin etti. Böyle bir politika güttü. Ve Allah bilir İtalya’yı alsa buradaki papayı gene başka yere karşı kullanmaya devam edecekti.

Karşımızda ünlü San Pietro kilisesi var. Floransa’daki Maggiore, Fiori Roma’daki Maggiore, Floransa’daki Santa Maria del Fiore gibi ünlü kiliseler gibi kubbesiyle meşhur. Söylemeye hiç lüzum yok 6. asırda Ayasofya’dan sonra gerçekten bin yıla yakın bir zaman geçmiş o kubbeyi o yapıyı geçmek için. Kubbenin en zarif örneklerini de rönesans ortaya koyunca, İtalya’daki mimarlardan çok galiba Osmanlı İmparatorluğu’nun mimar başısı Sinan geliyor. Bu, kilisenin yapımı hemen hemen 16. asrın sonunu bulmuştur bugünkü haliyle ortaya çıkması için . Bir hayli uğraşılmıştır. Bramante gibi ve ünlü mimar Mikelangelo gibi meşhurlar işin içine girdiği halde. San Pietro bugün papalığın kilisesi. Aslında Roma’daki papalık kilisesi Lateran’ dır. Ama şu anda papa bu kilisenin başındadır. Her zaman öyle oldu ve San Pietro kilisesi İsviçreli muhafızlar tarafından korunur. Tamamen sembolik bir korumadır bugün için. Bütün dünyanın hristiyanları muayen günlerde burada toplanır. Turistik bakımdan en çekici yerlerden biri olduğunu söylemeye lüzum yok. Papa, Saint- Pierre’ in vekilidir. Saint- Pierre biliyorsunuz havarilerden Şimon’dur. Ve Şimon Hazreti İsa tarafından hristiyan inanışa göre kilisenin başına tayin edilmiştir. Papa onun vekilidir, Roma’nın piskoposu olarak. Her halikarda 10. ve 11. asırdan itibaren ve ardından protestanlık ortaya çıktıktan sonra bu hakimiyeti tartışılır hale gelse de, kendine inanan çevrelerde tanrının yeryüzündeki naibidir. Çünkü Saint- Pierre tanrının o da Saint- Pierre’in naibidir. Ve bu niabet bütün kiliselerin büyüklerine gider. Yanındaki en büyük organ kardinaller tarafından oluşan collegium’dur. Papa seçimini bu organ yapar. İçerideki Sistine capelli de, şapelde yapılır. Bu seçimin sonunda, seçim belli olduktan sonra oy pusulaları aynı yerde yakılır. Çıkan duman üzerine hristiyan dünyası Habemus papam , artık bir papamız var diye bu ilan edilir bu dumanın üzerine. Ve papa görevine başlamış olur kaybı hayat şartıyla kutsanmıştır ve 19. asırdaki bir kavgadan dolayı infallable yani yanılmazdır.

Vatikan’ın arşivleri ve müzeleri çok meşhurdur. Bu arşivler ve kütüphanenin içinde gizli bir bölüm vardır. Spekülasyon konusudur. Fakat bir şey çok açıktır. Çok daha eskiden fragmanlar halinde bilgiler ve dokümanlar olmasına rağmen 1135’ ten itibaren dünya hakkında çok düzenli raporlar burada saklanır. Söylemeye lüzum yok bunlar en başta Selçuklu Türkiyesi’ni ve Osmanlı Türkiyesi’ni içerir. Demek ki tarihimizin çok önemli bir kısmı bu arşivlerin iyi etüt edilmesine bağlıdır.