Hz. Mevlânâ’dan Sülûk Yolundakilere Uyarılar
Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu
Bir tasavvuf ıstılahı olarak sülûk bir mürşid-i kâmilin idaresinde Allah’a vuslata çıkılan ve herkesin istidadı derecesinde makâm ve mevkilere ulaştığı manevî yolculuk, şeklinde tarif edilir. Sülûk bir şahsiyet eğitimi ve benliğin dönüşümü amelyesidir.
Ana rahminden vefat edene kadar bir insan, zaten manevî seferde ve kendi tahakkuku ile iç içedir. Tasavvuf yolundaki seyr-u sülûk, bu manevî eğitimi ve terbiyeyi belirli kurallara göre tanzim eder, manevî gelişimde hızlandırıcı ve sağlıklı bir rol ifâ eder.
Şüphesiz bu manevîyat yoluna giren sâlikin/dervişin, bu yolda dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Hz. Mevlânâ, hikemî pencereden bu hususlara dikkat çekerek sâlikleri/ dervişleri şöyle uyarır.
1. Sülûk Genç Yaşta Olursa Kolay Olur
Gençlik gibi enerji-yoğun bir dönemde, nefsi kontrol altına almak, büyük önem arzeder. Hz. Mevlânâ, gençken manevî terbiye yoluna girmeyi avantajlarıyla birlikte şöyle anlatır.
Ne mutlu gençliğini ganimet bilip, borcunu öder.
Kudretli günlerinde güçlü kuvvetliyken sülûku başarır.
Çünkü gençken yemyeşil ter ü taze bir bahçe gibidir
Meyvelerini esirgemeksizin bol bol yetiştirir
Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri sürekli akar
Bedenin zeminini (temelini) onlarla yeşertir.
Gençlik donanımlı ve tavanı çok yüksek
Dört duvarı sapsağlam bir eve benzer
Ne mutlu o kişiye ihtiyarlık gelip çatmadan
Boynunu liften örülmüş bir iple bağlamadan
Toprak çoraklaşmadan(sülûk) işini başarmıştır
Çünkü çorak topraktan asla güzel nebat bitmez.
Mevlânâ, verimli çağında bir dervişin, manevî eğitimini, gayret kemerini kuşanıp daha kolayca başarabileceğini bu şekilde revnaklı bir üslüpla dile getirir ve bu şekilde gençleri erken yaşta kemalât meyvelerini devşirmeye davet eder.
2. İhtiyarlıkta Manevî Eğitim (Sülûk) Zordur
Hikemlî bir zeminde bu fikri savunan Hz. Mevlânâ konuyla ilgili olarak şöyle der:
İhtiyârın gücü kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur.
Onun ne kendisine faydası olur ne de başkasına
Kaşları eğer kuskunu gibi aşağı düşer
Gözü yaşarır (fersiz kalır) görmez olur
Yüzü buruşur kertenkele sırtına döner
Dil konuşamaz, tat alamaz, dişleri kesmez olur
Gün artık geçmiş vakit akşam olmuştur.
Beden bir leş gibi sallanıp topallamakta
Manevî eğitim yolu ise oldukça uzun
İşyeri (yani beden) artık harap ve yıkık iş işten geçmiş
Bu mısralarıyla, Hz. Mevlânâ yaşlılıkta sülûk zorluğunu aşabilmedeki bedenî gücün za’afını öne sürer.
Ancak, Hz. Mevlânâ bu konuda da yaşlılara ümit ışığı yakarak şöyle der:
Sene geçti gitti vakit ekin (harman) vakti değil
Yüz karanlığı ve kötü amelden başka mahsul yok
Beden ağacının köküne artık kurt düştü
O’nu koparmak ve ateşe atmak gerek
Ey yolcu! Uyan artık kendine gel kendine
Vakit geçti ömür güneşi kuyuya yöneldi
Geri kalan bu iki günceğizinde kuvvetin varken
Bari şu ihtiyarlığını Hak yoluna sarfet
Elinde kalan şu son tohumu ek feda et ki
Bu iki anlık müddetle uzun bir ömür bitsin
Madem ki ışık veren bu çerağ henüz sönmedi
Kendine gel de hemen fitilini düzelt yağını tazele
Sakın yarın deme, zira ne yarınlar geçti
Ekin zamanı tamamen geçmeden artık uyan
3. Her Hâl ü Karda Sülûku Ertelememeli
“Yarın yapacağım diyenler helâk oldu” hadîs-i şerifi, insan hevasının, hayra rağbetten uzak vadilerde faaliyet icra ettiğini ve sürekli erteleme ile helake sürüklendiğini gösterir.
Mevlânâ Hazretleri bu hadis-i şerife telmîhen şöyle der:
Yarın öbür gün diye diye şu yankesici nefs
Hep ömürleri çalar gider
Bil ki bütün ömrün bu gündür ancak
Başka gün değil, gel de şu düzenbazın va’dine inanma
Varlık kemerini çöz de hizmet kemerini kuşan
Artık şu yalancı nefsinden kurtul gitsin
4. Sülûk Yolunda Hizmet ve Sadâkât
“Bir işe azmedince artık Allah’a sımsıkı sırtını daya!” (Âl-i İmran/159) âyet-i kerimesindeki azm etmek, ciddiyetle bir işe yönelmeyi ifade eder. Zira azm ve de buna ilaveten Allah’a dayanma olmadıkça hiçbir işte muvaffak olunamaz
Hz. Mevlânâ, azmdeki sadakata ve hizmete dair uyarılarını şöyle yapar:
Köpekler bile gönlünü ilk kapıya sıkı bağlar
Diğer köpeklere nasihat ederler:
“Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan
Yoksa Hak gözetmeyi terk etmiş olursun derler
Bu mısralarda görüldüğü üzere, terbiye edilecek nefis, köpek metaforuyla dillendirilir. Hz. Mevlânâ, köpek nimete nail olduğu kapıya nasıl edeplenmek üzere sadakatle bağlanırsa, bir sâlikin de aynı sadakatle, o büyük kapıya aynı şekilde bağlanması gerektiğini söyler.
Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse
O kapıya bağlanır, hizmetkâr olur
Sonunda o kapıya bekçi olur, ona eziyet edilse
Hatta ona yemeği noksan verilse bile
O kapıyı asla asla bırakmaz
Orada kalır başka kapıya gitmez
Oraya dışarıdan bir garib köpek gelse
Kapıdaki köpekler onu gece gündüz terbiye eder
İlk gittiğin kapıya git oradan nimetlendin
O nimetin hakkı, gönlünü o kapıya rehin etmendir derler.
Bağlı olduğu kapıyı terkedip sadakat göstermemek, nimete şükür açısından da sıkıntılıdır davranıştır. Hz. Mevlânâ, sâlike sadakatle ilgili tavsiyelerini sürdürür:
Ey azgın köpek veliyy-i nimetine isyân etme
Tokmak gibi o kapıya bağlan o kapıda bekçilik et
O kapıda (tembel olma) çalışkan ol da
O kapıda sıçrayıp (yücelere) yükselesin
5. Sâlik Elde Ettiği Olgunlukla Gururlanıp Onu Teşhîr Etmemeli
Elde edilen olgunluğun ortaya saçılması, sâlikin başına çeşitli belâlar açar; zira hazine, saklanmak gerek. Hz. Mevlânâ bu konuyu şu şekilde açıklar:
Tavus kuşunun kanadı canının düşmanı olmuştur.
Bir çok hükümdarı da kuvvet ve azameti öldürmüştür
Masum ceylan göbeğindeki misk yüzünden avlanır
Tilkiye postu için tuzak kurulur, fil, dişi için öldürülür
Hz. Mevlânâ güzellikler içinde mahviyete, hiçliğe talib olmasının, sâliki selamete ulaştıracağını kaydeder ve şöyle der:
Tavus gibi kanadına bakma ayağını gör ki
Kötü gözler sana pusu kurmasın
Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar
Kur’ândaki nazar âyetini oku da anla
Dağ gibi Hz. Ahmed (s.)bile yolda yağmur çamur yokken
Nazara uğradı da ayakları titremeye başladı
İbret al da dağ gibi (yüce bir insan olan) Peygambere bak
Bak O’na ey saman çöpünden daha değersiz olan adam
Artık bundan sonra kendindeki hünerleri
Kendindeki malı insanlara gösterme
6. Sâlik Manevî Hallerini de Gizlemeli
Sâlik, olgunlaşma yolunda zahirî nimetlerini setretmekle birlikte, manevî hallerini de gizlemeli. Hz. Mevlânâ, yine mecaz vadisinde bu hususu şöyle açıklar.
Mesela efendi yabancı bir yere gidince
Kölesine kendi elbisesini giydirir
Kendisi de kölesinin elbiselerini giyer
Kölesini kendisine efendi yapar
Kimsenin kendisini tanımaması gerektiği için
Köleler gibi onun ardından gider
Yani, kendini gizleyerek düşmanların fenâlıklarından korunmuş olur. Setr yapar, halini gizler. Hz. Mevlânâ, Senaî’den yaptığı alıntıyla bu konuyu farklı bir açıdan şöyle açıklar
İlâhî şarabı içtiğin yerde sızıp kal orada yat
Zira Meyhâneden çıkan sarhoş yolunu şaşırırsa
Çocukların (bilmezlerin) maskarası olur.
Her nereye gitse yalpalar çamura düşer
Onun halini anlamayan ahmaklar ona güler
O bu haldeyken peşine takılan çocuklar
Onun ne sarhoşluğunu bilir ne de şarabın neş’esini
Allah sarhoşundan başka herkes
Bu yolda çocuk mesabesindedir
Heva ve hevesinden kurtulan kişiden başkası
Buluğa ermiş (olgunluğa ermiş) değildir.
7. Sâlik, Dost Meclislerinde Bile Hünerini Göstermemeli
Hz. Mevlânâ, bu konuda da nefsin bir takım oyunları olduğunu göstererek sükûtî olmayı tavsiye eder.
Dost yolda arkadaştır, sığınaktır
İyi bakarsan görürsün ki yol sevgiliden ibarettir
Dostlara, sevdiklerine ulaşınca sükût ol (sessizce)otur
O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma
İyi bir düşün de şu Cuma namazına bir bak
Herkes toplanmış tefekkür halinde susup durmaktadır
Sen de varını yoğunu (böylece mecliste) sükût diyarına çek
Nişan arıyorsan kendini nişâne yapmaya kalkış
8. Sâlik Sırlarını İfşa Etmemeli
Zirâ sırları ifşâ etmek, hedefe ulaşmaya engeldir.
Her sırrı ifşâ etmek doğru değildir
Zira bazen çift dediğin tek, tek dediğin çift olur
Şayet aynanın saflığını yüzüne karşı söylersen
Aynanın saflığı kaybolur buğulanır
Buğulanır da bizi göstermez olur
Hz. Mevlânâ, sır ifşâsının kalp aynasının buğulanmasına sebep olacağını söyler ve genel bir perspektif içinde sâlike şu üç şeyi tavsiye eder.
Şu üç şeyi söylemekten dilini tut;
Zehabın (kanâatin), zehebin (paran) ve mezhebin
Çünkü bu üçünün düşmanı çoktur
Düşmanın şayet bunları bilirse
Sana zarar için pusuda fırsat bekler
Sırrını bir tek kişiye dahi söyledinse
İşte artık o sırra “Elveda!”de
Zira iki kişiyi aşıp bir başkasına söylenen sır
Artık şayi olur, yayılır gider
Hz. Mevlânâ, istişare yaparken bile, sünnet-i Peygamberî (s.)’ye uyarak sırrı saklamak gerektiğini söyler.
Üstü örtülü ve sırrı açığa çıkarmadan
Kinayeli bir üslüpla meşverette bulun
Hazret-i Peygamber (sav) üstü kapalı istişâre ederdi
Cevap verenler, sırdan habersiz cevap verirlerdi
Sâlik’in değil kendi sırrını, başkalarının sırrını da saklamalıdır.
Allah bir kimsenin ayıp ve kusurunu örtmek isterse
Ona, ayıplı kulların ayıbını yaymama meyli verir.
9. Sâlik Kimseye Yük Olmamalı
Hz. Peygamber(S.)’in yere düşen kamçısını bizzat inip alarak kimseye yük olmamasını örnek gösteren Hz. Mevlânâ, şöyle nasihat eder:
Hz. Peygamber (sav): “Allah’dan cenneti istiyorsan
Kimseden bir şey isteme ki
Kimseden bir şey istemezsen, Ben kefilim
Cennete de girersin, Allah’a da ulaşırsın”, buyurdu
Bunu duyan sahabi bu kefillik yüzünden o hale geldi ki
Hz. Peygamber (s.) bir gün ata binmiş gidiyordu
Elinden kamçısı yere düşüverdi
Hemen inip kendisi aldı, kimseden istemedi
Kul ol da yeryüzünde at gibi özgür ol
Cenaze gibi kimsenin boynuna binme (yük olma!)
http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=372