30 Ekim 2007 Salı

Hz. Mevlânâ’dan Sülûk Yolundakilere Uyarılar

Hz. Mevlânâ’dan Sülûk Yolundakilere Uyarılar

Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu



Bir tasavvuf ıstılahı olarak sülûk bir mürşid-i kâmilin idaresinde Allah’a vuslata çıkılan ve herkesin istidadı derecesinde makâm ve mevkilere ulaştığı manevî yolculuk, şeklinde tarif edilir. Sülûk bir şahsiyet eğitimi ve benliğin dönüşümü amelyesidir.

Ana rahminden vefat edene kadar bir insan, zaten manevî seferde ve kendi tahakkuku ile iç içedir. Tasavvuf yolundaki seyr-u sülûk, bu manevî eğitimi ve terbiyeyi belirli kurallara göre tanzim eder, manevî gelişimde hızlandırıcı ve sağlıklı bir rol ifâ eder.

Şüphesiz bu manevîyat yoluna giren sâlikin/dervişin, bu yolda dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Hz. Mevlânâ, hikemî pencereden bu hususlara dikkat çekerek sâlikleri/ dervişleri şöyle uyarır.

1. Sülûk Genç Yaşta Olursa Kolay Olur

Gençlik gibi enerji-yoğun bir dönemde, nefsi kontrol altına almak, büyük önem arzeder. Hz. Mevlânâ, gençken manevî terbiye yoluna girmeyi avantajlarıyla birlikte şöyle anlatır.

Ne mutlu gençliğini ganimet bilip, borcunu öder.

Kudretli günlerinde güçlü kuvvetliyken sülûku başarır.

Çünkü gençken yemyeşil ter ü taze bir bahçe gibidir

Meyvelerini esirgemeksizin bol bol yetiştirir

Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri sürekli akar

Bedenin zeminini (temelini) onlarla yeşertir.

Gençlik donanımlı ve tavanı çok yüksek

Dört duvarı sapsağlam bir eve benzer

Ne mutlu o kişiye ihtiyarlık gelip çatmadan

Boynunu liften örülmüş bir iple bağlamadan

Toprak çoraklaşmadan(sülûk) işini başarmıştır

Çünkü çorak topraktan asla güzel nebat bitmez.

Mevlânâ, verimli çağında bir dervişin, manevî eğitimini, gayret kemerini kuşanıp daha kolayca başarabileceğini bu şekilde revnaklı bir üslüpla dile getirir ve bu şekilde gençleri erken yaşta kemalât meyvelerini devşirmeye davet eder.

2. İhtiyarlıkta Manevî Eğitim (Sülûk) Zordur

Hikemlî bir zeminde bu fikri savunan Hz. Mevlânâ konuyla ilgili olarak şöyle der:

İhtiyârın gücü kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur.

Onun ne kendisine faydası olur ne de başkasına

Kaşları eğer kuskunu gibi aşağı düşer

Gözü yaşarır (fersiz kalır) görmez olur

Yüzü buruşur kertenkele sırtına döner

Dil konuşamaz, tat alamaz, dişleri kesmez olur

Gün artık geçmiş vakit akşam olmuştur.

Beden bir leş gibi sallanıp topallamakta

Manevî eğitim yolu ise oldukça uzun

İşyeri (yani beden) artık harap ve yıkık iş işten geçmiş

Bu mısralarıyla, Hz. Mevlânâ yaşlılıkta sülûk zorluğunu aşabilmedeki bedenî gücün za’afını öne sürer.

Ancak, Hz. Mevlânâ bu konuda da yaşlılara ümit ışığı yakarak şöyle der:

Sene geçti gitti vakit ekin (harman) vakti değil

Yüz karanlığı ve kötü amelden başka mahsul yok

Beden ağacının köküne artık kurt düştü

O’nu koparmak ve ateşe atmak gerek

Ey yolcu! Uyan artık kendine gel kendine

Vakit geçti ömür güneşi kuyuya yöneldi

Geri kalan bu iki günceğizinde kuvvetin varken

Bari şu ihtiyarlığını Hak yoluna sarfet

Elinde kalan şu son tohumu ek feda et ki

Bu iki anlık müddetle uzun bir ömür bitsin

Madem ki ışık veren bu çerağ henüz sönmedi

Kendine gel de hemen fitilini düzelt yağını tazele

Sakın yarın deme, zira ne yarınlar geçti

Ekin zamanı tamamen geçmeden artık uyan

3. Her Hâl ü Karda Sülûku Ertelememeli

“Yarın yapacağım diyenler helâk oldu” hadîs-i şerifi, insan hevasının, hayra rağbetten uzak vadilerde faaliyet icra ettiğini ve sürekli erteleme ile helake sürüklendiğini gösterir.

Mevlânâ Hazretleri bu hadis-i şerife telmîhen şöyle der:

Yarın öbür gün diye diye şu yankesici nefs

Hep ömürleri çalar gider

Bil ki bütün ömrün bu gündür ancak

Başka gün değil, gel de şu düzenbazın va’dine inanma

Varlık kemerini çöz de hizmet kemerini kuşan

Artık şu yalancı nefsinden kurtul gitsin

4. Sülûk Yolunda Hizmet ve Sadâkât

“Bir işe azmedince artık Allah’a sımsıkı sırtını daya!” (Âl-i İmran/159) âyet-i kerimesindeki azm etmek, ciddiyetle bir işe yönelmeyi ifade eder. Zira azm ve de buna ilaveten Allah’a dayanma olmadıkça hiçbir işte muvaffak olunamaz

Hz. Mevlânâ, azmdeki sadakata ve hizmete dair uyarılarını şöyle yapar:

Köpekler bile gönlünü ilk kapıya sıkı bağlar

Diğer köpeklere nasihat ederler:

“Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan

Yoksa Hak gözetmeyi terk etmiş olursun derler

Bu mısralarda görüldüğü üzere, terbiye edilecek nefis, köpek metaforuyla dillendirilir. Hz. Mevlânâ, köpek nimete nail olduğu kapıya nasıl edeplenmek üzere sadakatle bağlanırsa, bir sâlikin de aynı sadakatle, o büyük kapıya aynı şekilde bağlanması gerektiğini söyler.

Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse

O kapıya bağlanır, hizmetkâr olur

Sonunda o kapıya bekçi olur, ona eziyet edilse

Hatta ona yemeği noksan verilse bile

O kapıyı asla asla bırakmaz

Orada kalır başka kapıya gitmez

Oraya dışarıdan bir garib köpek gelse

Kapıdaki köpekler onu gece gündüz terbiye eder

İlk gittiğin kapıya git oradan nimetlendin

O nimetin hakkı, gönlünü o kapıya rehin etmendir derler.

Bağlı olduğu kapıyı terkedip sadakat göstermemek, nimete şükür açısından da sıkıntılıdır davranıştır. Hz. Mevlânâ, sâlike sadakatle ilgili tavsiyelerini sürdürür:

Ey azgın köpek veliyy-i nimetine isyân etme

Tokmak gibi o kapıya bağlan o kapıda bekçilik et

O kapıda (tembel olma) çalışkan ol da

O kapıda sıçrayıp (yücelere) yükselesin

5. Sâlik Elde Ettiği Olgunlukla Gururlanıp Onu Teşhîr Etmemeli

Elde edilen olgunluğun ortaya saçılması, sâlikin başına çeşitli belâlar açar; zira hazine, saklanmak gerek. Hz. Mevlânâ bu konuyu şu şekilde açıklar:

Tavus kuşunun kanadı canının düşmanı olmuştur.

Bir çok hükümdarı da kuvvet ve azameti öldürmüştür

Masum ceylan göbeğindeki misk yüzünden avlanır

Tilkiye postu için tuzak kurulur, fil, dişi için öldürülür

Hz. Mevlânâ güzellikler içinde mahviyete, hiçliğe talib olmasının, sâliki selamete ulaştıracağını kaydeder ve şöyle der:

Tavus gibi kanadına bakma ayağını gör ki

Kötü gözler sana pusu kurmasın

Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar

Kur’ândaki nazar âyetini oku da anla

Dağ gibi Hz. Ahmed (s.)bile yolda yağmur çamur yokken

Nazara uğradı da ayakları titremeye başladı

İbret al da dağ gibi (yüce bir insan olan) Peygambere bak

Bak O’na ey saman çöpünden daha değersiz olan adam

Artık bundan sonra kendindeki hünerleri

Kendindeki malı insanlara gösterme


6. Sâlik Manevî Hallerini de Gizlemeli

Sâlik, olgunlaşma yolunda zahirî nimetlerini setretmekle birlikte, manevî hallerini de gizlemeli. Hz. Mevlânâ, yine mecaz vadisinde bu hususu şöyle açıklar.

Mesela efendi yabancı bir yere gidince

Kölesine kendi elbisesini giydirir

Kendisi de kölesinin elbiselerini giyer

Kölesini kendisine efendi yapar

Kimsenin kendisini tanımaması gerektiği için

Köleler gibi onun ardından gider

Yani, kendini gizleyerek düşmanların fenâlıklarından korunmuş olur. Setr yapar, halini gizler. Hz. Mevlânâ, Senaî’den yaptığı alıntıyla bu konuyu farklı bir açıdan şöyle açıklar

İlâhî şarabı içtiğin yerde sızıp kal orada yat

Zira Meyhâneden çıkan sarhoş yolunu şaşırırsa

Çocukların (bilmezlerin) maskarası olur.

Her nereye gitse yalpalar çamura düşer

Onun halini anlamayan ahmaklar ona güler

O bu haldeyken peşine takılan çocuklar

Onun ne sarhoşluğunu bilir ne de şarabın neş’esini

Allah sarhoşundan başka herkes

Bu yolda çocuk mesabesindedir

Heva ve hevesinden kurtulan kişiden başkası

Buluğa ermiş (olgunluğa ermiş) değildir.

7. Sâlik, Dost Meclislerinde Bile Hünerini Göstermemeli

Hz. Mevlânâ, bu konuda da nefsin bir takım oyunları olduğunu göstererek sükûtî olmayı tavsiye eder.

Dost yolda arkadaştır, sığınaktır

İyi bakarsan görürsün ki yol sevgiliden ibarettir

Dostlara, sevdiklerine ulaşınca sükût ol (sessizce)otur

O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma

İyi bir düşün de şu Cuma namazına bir bak

Herkes toplanmış tefekkür halinde susup durmaktadır

Sen de varını yoğunu (böylece mecliste) sükût diyarına çek

Nişan arıyorsan kendini nişâne yapmaya kalkış

8. Sâlik Sırlarını İfşa Etmemeli

Zirâ sırları ifşâ etmek, hedefe ulaşmaya engeldir.

Her sırrı ifşâ etmek doğru değildir

Zira bazen çift dediğin tek, tek dediğin çift olur

Şayet aynanın saflığını yüzüne karşı söylersen

Aynanın saflığı kaybolur buğulanır

Buğulanır da bizi göstermez olur

Hz. Mevlânâ, sır ifşâsının kalp aynasının buğulanmasına sebep olacağını söyler ve genel bir perspektif içinde sâlike şu üç şeyi tavsiye eder.

Şu üç şeyi söylemekten dilini tut;

Zehabın (kanâatin), zehebin (paran) ve mezhebin

Çünkü bu üçünün düşmanı çoktur

Düşmanın şayet bunları bilirse

Sana zarar için pusuda fırsat bekler

Sırrını bir tek kişiye dahi söyledinse

İşte artık o sırra “Elveda!”de

Zira iki kişiyi aşıp bir başkasına söylenen sır

Artık şayi olur, yayılır gider

Hz. Mevlânâ, istişare yaparken bile, sünnet-i Peygamberî (s.)’ye uyarak sırrı saklamak gerektiğini söyler.

Üstü örtülü ve sırrı açığa çıkarmadan

Kinayeli bir üslüpla meşverette bulun

Hazret-i Peygamber (sav) üstü kapalı istişâre ederdi

Cevap verenler, sırdan habersiz cevap verirlerdi

Sâlik’in değil kendi sırrını, başkalarının sırrını da saklamalıdır.

Allah bir kimsenin ayıp ve kusurunu örtmek isterse

Ona, ayıplı kulların ayıbını yaymama meyli verir.

9. Sâlik Kimseye Yük Olmamalı

Hz. Peygamber(S.)’in yere düşen kamçısını bizzat inip alarak kimseye yük olmamasını örnek gösteren Hz. Mevlânâ, şöyle nasihat eder:

Hz. Peygamber (sav): “Allah’dan cenneti istiyorsan

Kimseden bir şey isteme ki

Kimseden bir şey istemezsen, Ben kefilim

Cennete de girersin, Allah’a da ulaşırsın”, buyurdu

Bunu duyan sahabi bu kefillik yüzünden o hale geldi ki

Hz. Peygamber (s.) bir gün ata binmiş gidiyordu

Elinden kamçısı yere düşüverdi

Hemen inip kendisi aldı, kimseden istemedi

Kul ol da yeryüzünde at gibi özgür ol

Cenaze gibi kimsenin boynuna binme (yük olma!)


http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=372